Bilindiği gibi, bir müddetten beridir, ba’zılarıyla 53 yıl, ba’zılarıyla 51, 52 yıl önce kısa bir müddet beraber kaldığımız, birbirimizden çok şeyler öğrendiğimiz, bilgilerimizi, olduğu kadarıyla tecrübelerimizi paylaştığımız kardeşlerimizle haberleşmek, irtibat kurmak, hiç değilse, içtimâî (sosyal diyorlar) medya vasıtasıyla kucaklaşmak istiyoruz. 

Ba’zı kardeşlerim, Aziz Hocam! İrtibat kursanız, bulsanız, kucaklaşsanız ne olacak? Aradıklarınız, irtibat kurmaya çalıştıklarınızın ekserisi, 70 yaşını çoktan tecâvüz etmiş, belki ba’zıları, başka mesleklere geçmiş, olabilirler. 

Doğrudur, hâlen, başladıkları gibi hizmete devam eden’ler olduğu gibi, bugün için, başka meslekler’de oldukları halde, yine hizmetlerine, bir başka veche’den, devam edenler vardır. İçlerinden, emekli olanlar da vardır. Dün’lerde, “Leşgeri Gazâ iken, Bugün’lerde Leşgerî Du’a,” durumunda olanlar da vardır. Ama, hiçbir ayırım yapmadan benim nazarımda, her biri, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid, Müceddid’in buyurduğu gibi, “Hümü’l-Mücâhidûn, el-Müştâk İlâ Cemâli’LLAH,” (Onlar, Cemâl-i İlâhiye’ye Müştâk (çok arzulayan, isteyen), Mücâhid’lerdir.) hâlen de, Mücâhid’dirler. Çünkü onlar, mahrûmiyet’lerin, imkânsızlıkların diz boyu olduğu, hiçbir ni’metin ve konfor’un va’ad edilmediği, ciddî mahrûmiyyet ve her bakımdan gurbette, hüzün’de, ancak, du’a ve gözyaşlarıyla teselli bulunulmaya çalışıldığı bir dönem’de, kendilerine teklif edilen hizmete, “uzaktır, yakındır, mahremiyyet yeridir,” demeden, yutkunmadan, hiç tereddüt etmeden, kabul ettiler koşa-koşa gittiler. 

Merhûm Büyüğümüz, İmam-ı Rabbânî Evladı’nın unutulmaz Ağabey’i, Pek Muhterem Ağabey’imiz, Kemal Kacar, “Himmete Tâlip Olan, Hizmete Rağıp olmalıdır,” buyururlardı. (Himmeti isteyen, hizmete koşmalıdır.) İmam-ı Rabbânî Evlâdı, genç’lerin, “Himmete Talip Oldukları” için, “Hizmet’e” nasıl koştuklarını biraz daha anlaşılır bir şekilde ifâde etmek gerekirse, şöyle anlatabiliriz. 

Anadolu’nun, muhtelif şehir’lerinde, İbtidâî Medrese’lerde, Nahiv’den, Kâfiye’yi, metin’leri, Usûl-ü Fıkıh’tan, Muhtasaru’l-Menar’ı okutacak seviye’deki arkadaş’larımız, bir geçiş imtihanı ile, İstanbul’a, Tekâmül’e alınırlar. İstanbul’da, bilgi-görgü ve tecrübe kazanmanın yanında, İlm-i Kelâm’dan, Allâme-i Teftezânî’nin Şerhu’l-Akâid’i, belagat ve fesâhat’dan, Telhis ve Muhtasaru’l-Maânî, Fıkıh’tan, Molla Hüsrev’in, Dürerü’l-Gurer’i, Usûl-ü Fıkıhtan, Mirkad ve Mir’ât, okutulur. Bunlara ilâveten, İslâm Miras hukukunda “Ferâiz” okutulur ve tatbikatı yapılırdı. 

Bir taraftan Tekâmül devam ederken, talepler de gelmeye başlardı. Yurdumuzun muhtelif yerlerinden, uzaktan-yakından, ihtiyacı olanlar, imam, Kur’ân Kursu Muallimi ve müderris olarak talep de bulunurlardı. Talep’lere, istenilen hizmet sahalarına en uygun kardeş’lerimiz tensip edilirlerdi. Tekâmül bitince, alakalı Kardeş’lerimize gidecekleri yerler birer birer, tebliğ edilirdi. Bir kişi bile i’tiraz etmezdi. Seve seve, hiç yutkunmadan, Arap’ların ifadesiyle, “Min Gayr-i Telasümün” kabul ederler ve hemen hazırlıklara başlarlardı. 

Bizler için en zor olan tarafı: Kardeş’lerimizin kâhir ekseriyeti, Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelmiş, dar gelirli aile’lerin çocukları olmalarıydı. Kendileri için tensip edilen vazife ve hizmet yerlerine gitmek üzere, veda için geldiklerinde, sorardık, “Şu memlekete gidinceye kadar, yol paran, azığın var mı?” Boynunu büker, susar... 

Bizim için, bu kahredici anlar, sözün bittiği anlardı. O yıllarda, imkanı olan dernekler ve vakıflar da yoktu. Etrafımızda nazımızın geçtiği zengin-hayırperver insanlar da yoktu. 

Rahmetle, minnet’le ve şükran’la yâd ettiğim, Konyalı, olarak Meşhûr, Konyalı Lokantalarının Sahibi, Mustafa Doğanbey, Türkiye çapında pencere camı ticaretinin önemli isimlerinden, Kayseri’li, Hacı Refik Bürüngüz, otocam ve motor-makina V kayışları ticaretiyle meşhur, Süleyman Kuşculu, tel çekme, çivi ve demir çekme fabrika’ları sahibi, Merhûm, Mehmed Üretmen gibi, hayırsever, hamiyetperver, zenginlerimiz vardı. Bilhassa, Çatalca’dan, İstanbul’dan uzak illere gönderilen kardeşlerimize, birer pusula verip, bu hayırperver, iş adam’larından birisine gönderdiğimizde, kendilerini, büyük bir tehâlukla karşılarlar, kendileriyle, yemek yerler, pek yakınlardaki, Eminönü-Yenicami veya Arpacılar Cami’i’nde, beraberce bir vakit namaz kılarlar. Bu cami’lerde, yıllarca va’az ve nasîhatta bulunan, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid’le alakalı hatıratını anlatırlar. Yakınlarda bulunan, Sümerbank Mağazasına gidilir, -ki, o devirlerde, Bahçekapısı’nda bulunan, Sümerbank Mağazasında, giyim-kuşam hususunda herşey bulunurdu.- ihtiyaç’a göre, ayakkabı-bot, üst kıyâfet, palto-pardösü alınırdı. Gidilecek yer uzak ise; meselâ, Kars-Erzurum gibi, İstanbul’dan ancak bir hafta’da gidilebilinirdi.- Tren biletleri alınır, yol boyunca, ihtiyaç duyacağı nevâlesi hazırlanır, aslâ rencide edilmeden, cebine de, ma’kûl bir harçlık konulurdu. 

Mes’ele, tensip edildikleri yerlere varıncaya kadardı. Ondan sonrası, tam bir tevekkül hali... “Allah Kerim’di... Tensip edildikleri yerlere giderken, “nerede kalacağım, ne maaş alacağım,” diye düşünmezler, sormazlardı. Tıpkı, Anadolu’ya, Yüce İslâm Dinini, İslâm Tasavvufunu getirebilme cehdiyle, Türkistan’dan, Horasan’dan, Belh’den, Mâverâü’n-Nehir’den kopup gelen, Alperenler, Horasan erleri gibi, “İlâ-i Kelimetillah!” için giderlerdi.

İşte, benim yeniden haberleşmeyi istediğim, irtibat kurmaya çalıştığım, Kardeş’lerim böylesine, Alperen’ler ve Horasan Erleri’dirler. Gelecek nesiller, geleceğin tarihçileri, 20., 21. asır’ların tarihini yazarken, incelerken, hiç şüphe yoktur ki, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid için çok geniş yer ayıracaklar, hem Müceddid, hem de, bu Altın Nesl’e, çok geniş yer ayıracaklar ve altın harflerle tescil edeceklerdir. 

Bu mücâhid Kardeş’lerim, gittikleri belde’lerde, yerine göre, imam olarak gidenler, gerektiğinde cami’lerini kendileri temizlediler. Cami’i’n, hem imamı, hem vâizi, hem müezzini, hem de hademesi oldular. Kur’ân Kursu muallimi olarak gidenler, gerektiğinde kurs-yurt inşaatında bir amele gibi çalışmışlardır. Her birinin göz yaşartıcı, destansı hikâye’leri vardır. 

Himmete Tâlip, Hizmete Râgıp, bu gençlik, rızık korkusu çekmemiştir, rızık peşinde koşmamıştır. 

Kendisine herhangi bir hizmet tensip ve tevcih edildiğinde, “Maaş’ın ne kadar olacak? Nerede Kalacağım? Bu işte İstikbâl var mı?” Bu suallerin hiçbirisini ne kendilerine ne de başkalarına sordular. 

Zirâ, Müceddid, “Evlâd’ım! İmam-ı Rabbânî Evlâdı, aslâ rızık peşinde koşmaz. Aksine rızık onları ta’kip eder. Rızık, insanın gölgesi gibidir. Gölgeyi önünüze alır, peşinden koşarsanız hiçbir suretle ona yetişemezsiniz. Ama, gölgenizi arkanıza alırsanız, siz nereye giderseniz-gidiniz, gölge sizi ta’kip eder. 

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın üzerinedir. Allah, o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (Levh-i mahfûz’da)dır.” (Hûd 11/6) 

“Açılır Bahtım Birgün, Hep Kapandıkça Kapanmaz Ya! 

Mevlâ, “Rezzâk-u Âlemdir, Rızık Babın Kapatmaz Ya!” 

HABERLEŞMEYİ VE İRTİBATI ÜMİD ETTİĞİM BEŞ KARDEŞİM DAHA!... 

1) Mustafa Açıkyürek/Mustafa/Antalya/1942/Korkuteli/Çıvgılar Köy. 

2) Mevlût Akkuş/İsmail/Antalya/1949/Kâş/Çağdır

3) İsmail Toprak/Hasan/Antalya/1951/Kâş/Çağdır

4) Mustafa Dingiç/Veli/Antalya/1946/Korkuteli/İmecik

5) İbrahim Zeybek/Mehmed/Antalya/1946/Korkuteli/Durallar Köy.