HUNTİNGTON’UN KEMALİZM ANLAYIŞI

BATILILAŞMA VE YAPISAL SORUNLAR

("Clash of Civilizations", of a post-Cold War new world order.)

(7)

İleri sürdüğü argümanlarla Türkiye’deki kimi insanların rüyalarını tehdit eden kişi, konusunun uzmanı bir profesör dahi olsa, ilkokuldan-üniversiteye kadar öğrendikleri masallara akademik çalışmalardan daha muteber bakıyorlar. Bütün bunlar, toplumsal dönüşüm projesinin, slogan bazında düşünen, farklı fikirlere tahammülü olmayan ve her seferinde ezberlerini koruma adına yeni yollar arayan insanlardan geliyor.

Türkiye 'Avrupa'dan farklı' olduğunun çok uzun süredir farkındadır. Köklü bir medeniyetten geldiği için de, kendisine 'Sen kimsin?' diye sorulduğunda, 'Ben Avrupalıyım' demesinin mümkün olmadığını, ya da dese bile kendinden başka hiç kimseyi kandıramayacağının da bilincindedir. Ancak Türkiye, çocukça bir inatla, kendisini gerektiği şekilde değiştirebilirse 'Avrupalı (gibi)' olabileceğini zannetmekten de vazgeçmek istemiyor.

Türkiye'nin 'medeniyet ithali' macerası artık öylesine acıklı bir hal aldı ki, Türkiye'nin dahil olmaya çalıştığı Batının içerisindeki pek çok entelektüel, ülkeyi Avrupalı yapacağı zannedilen devrimler konusundaki ezberleri bozduğunda, Türkiye bunları duymak bile istemiyor. 

Başka ülkelerdeki 'Batılılaşma' projelerini 'Batılı' bir gözle değerlendiren Huntington Türk liderlerin ülkelerini 'köprü' olarak nitelendirerek aslında 'kararsız bir ülke’ veya ‘kimliksiz bir ülke’ olduklarını gizli bir şekilde itiraf ediyorlar. Diyor.

Huntington'ın bu tespiti, Türkiye'nin uluslararası ilişkileri ile ilgili yorumları ile bir arada değerlendirildiğinde, bu durumun çelişkisi açıklık kazanıyor. Şöyle ki, Türkiye'nin, bu zihniyetle Türki cumhuriyetlere karşı kendine biçtiği abi rolünü oynaması mümkün değildir. Orta Asya'da hâkim bir rol oynamasının önünde ideolojik engeller var. Türkiye İslam ülkeleriyle de yakınlaşamıyor, çünkü Atatürk'ün mirasını terk etmeden bunu yapması mümkün değildir. Türkiye'nin Orta Asya ya da Orta Doğu'da 'merkez ülke' (ya da merkez ülkelerden biri) haline gelmesi bugün itibariyle bu ideolojik engeller dolayısıyla mümkün görülmüyor.

Giyim kuşama endeksli bir Batılılaşma hareketinin bir Batılının gözünde pek de bir anlam ifade etmediği biliniyor. Huntington bu örneği verdikten sonra, Amerikalıların da yıllardır Japon malı arabalar, televizyonlar ve çeşitli elektronik ürünler kullanmakta oldukları, ama bu durumun onları Japonlaştırmadığını belirtiyor. Bütün bu örnekleri verdikten sonra da, Batılı olmayan toplumların Batıya ait ürünler kullanarak, onları taklit ederek Batılılaşabileceklerine inanmayı 'safça' hatta ‘cahilce’ bir yaklaşım olarak değerlendiriyor.

Huntington'ın harf inkılabı hakkında söyledikleri de ezber bozucu nitelikte. Huntington, Türkiye'nin Latin alfabesine geçişinin sadece Batı ile entegrasyon yapmak amacıyla gerçekleştirilmediğini, Arap harflerini yasaklamak suretiyle yeni nesillerin geçmiş dönemin kültürü ile ilişkisinin tamamen kesilmesinin hedeflendiğini belirtiyor. Huntington'ın geçmişi yok sayan ve sıfırdan medeniyet inşa etmeye kalkan liderlerin başarısız olmaya mahkûm oldukları konusunda tarihe bakmaları gerektiğini söyledikten sonra, harf inkılabı olmasa bile Arap harflerine karşı takınılan menfi tutumun Batılılaşmayı değil, kimliksizleşmeyi doğuracağı/doğurduğunu ifade ediyor.  Huntington'ın 'eğer Batılı olmayan toplumlar modernleşmek istiyorlarsa, bunu Batılılar gibi değil, tıpkı Japonya gibi, kendi yöntemleriyle, kendi gelenek, kurum ve değerlerini kullanarak kendi gelecekleri için geliştirerek başarmak zorundalar. Diyor.

Türkiye, Batılılaşma serüvenini, 'Batı ile uyumlu olma' değil, doğrudan 'Batılı olma' üzerine bina ettiğini, bu nedenle de, Batılı olmayan kültür ve medeniyetini ortadan kaldırmaktan başka bir seçenek bırakmadığını bunun da kimlik krizi yarattığını söylüyor. Bu dönüşümü gerçekleştirmeye soyunan kadro, sosyoloji eğitimini görmüş, ya da genel anlamda sosyal bilimlerden nasibini almış kişiler değildi, yanlış hükümleri zorla topluma kabul etmeye karar verdiler ve kuvvetli değer yargılarına saldırdılar. Bu nedenle de, Türk halkının toplumsal dönüşümü, Adolf Hitler ya da Benito Mussolini gibi diktatörlerin iktidarda olduğu bir dünyada, katı bir bürokrasi bünyesinde ve askeri emir-komuta zinciri anlayışı çerçevesinde yukarıdan-aşağıya gerçekleştirilmeye çalışıldı. Amaç Avrupa ile uyumlu olmak değil, bizatihi Avrupalı olmak olduğundan da, sadece Avrupa'ya ait olan şeylerin yeni nesillere öğretilmesiyle kalınmadı, geçmişe ait olan her şey de öcü ilan edildi, yasaklandı ve kendilerine Batılı olmaları emredilen kitlelerin bu emre itaat etmek suretiyle Batılı olup çıkabilecekleri zannedildi.

Latin harfleri kullanarak Batılı olduğunu zanneden miniklere, Avrupalıların Arap rakamları kullanmakta olduklarını, matematik bilimini Araplardan aldıkları gibi kullandıkları bilgisini vermediler. (Cebir=Muhammet bin Cabir)