Son günlerde AKP yönetimini en fazla rahatsız eden konuların başında, DEP-DEHAP politikacılarıyla KONGRA-GEL terör örgütünün  yöneticilerinin tutumları gelmektedir.  

KONGRA-GEL'in "ateşkese son" vermesi, DEHAP Genel Başkanı Tuncay Bakırhan'ın "Hükümete ve KONGRA-GEL'e eşit mesafedeyiz" açıklaması, eski DEP'li Leyla Zana'nın teröristlerden "ateşkesin altı ay daha uzatılması" talebi, gerçekten sıkıntı veren tavırlardır.  

Devlete "ateş açmak" ya da "ateş kesmek" ifadelerinin her ikisi de birbirleriyle zıt ve denk iki ayrı oluşumun mevcudiyeti anlamını vermesi itibariyle aynı derecede nahoş ifadelerdir. Suç örgütü ile hükümet arasında orta noktada olmak da öyledir. Silahların kesin bırakılıp teslim olunması değil de, sadece belirli bir süre için fasıla verilmesini istemek de öyledir.  

Başbakan Erdoğan'ın "Yaptığımız açılım anlaşılmadıysa bundan üzüntü duyarım" şeklindeki açıklaması ile Adalet Bakanı Çiçek'in "Hem demokrasinin olanaklarından yararlanacaksınız hem de bir terör örgütünü devletle bir tutacaksınız' şeklindeki açıklaması muhataplarını nankörlükle ithamdan öteye geçmeyen ifadelerdir.  

Halbuki bölücü zihniyet, yapılan "açılımların" ve sunulan "demokrasi olanaklarının" kendilerine bir lütuf değil, terör ve dış destek sayesinde bir "kazanım" olduğu kanaatindedir. Bu itibarla yetkililerimizin o türden açıklamaları, muhatapları açısından gülünüp geçilecek türden ifadelerdir,  

AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat'ın teşhisi de yanlıştır. Fırat, "Sorunu daha fazla demokrasi, daha fazla özgürleşme çözecektir. AKP'nin bu yönde attığı adımlar, PKK'yı rahatsız etti" demektedir ki, aslında cesaretlendirdi demek uygun olacaktır.  

Sadece AKP'nin değil, geçmiş hükümetlerin de tutumları aynı şer kuruluşunu cesaretlendirici doğrultuda olmuştur. Bölücülüğe taviz vermeyen tek Başbakan olarak ben, Sayın Tansu Çiller'i bilirim.  

AKP döneminde konunun daha tehlikeli hale gelmesinin sebepleri, öncekilerin de tutmuş olduğu AB yolunda hızlanma ve dışımızdaki dünyanın bölgemize olan ilgisinin artmasıdır. İşle bölücü zihniyetin, kendisini en güçlü döneminde görmesinin sebepleri bunlardır. Bu fırsattan elinden geldiğince faydalanmak isteyecektir.  

Sadece terör örgütünün değil, bölücülüğün siyasi parti örgütlenmesi olan DEHAP'ın da Güneydoğu halkı ile yollarının ayrılması, halkın desteğini kaybetmesi Türkiye için en sağlıklı çare olacaktır. Siyasetin üzerinde yoğun halde düşünmesi gereken çözüm buradadır.  

Güneydoğu halkının tercihleri, Refah ve AKP gibi partilere yönelerek DEHAP'tan uzaklaşabilmektedir. Ancak burada da devletin bu partilere "Laiklik" adına şüpheli bakması söz konusudur. Aslında AKP'nin fazlaca dışa tabi olan tutumunda da devlette etkili konumdaki, bu lüzumsuz ve tamamen evhama dayalı "laikliğin elden gideceği" endişesi etkendir,  

Sonuçta devlet açısından durum şudur: Bir yanda bölücü zihniyet, diğer yanda bütünleşmeyi sağlayabilecek mütedeyyin insanlar. Laikliği radikal ölçülerde ele alanlar bu iki uca da "aynı mesafede" kalmaktadırlar. Yani onlar açısından vaziyet, iki ucu sivri değnek halini almıştır.  

Aslında AKP, doğudan-batıya, kuzeyden-güneye halkın ekseriyetinin desteğini almış olmakla ülke yararına çok önemli bir hizmet ifa edebilirdi. Lakin sorunları dışarının formülleriyle çözmeye kalkmakla büyük bir hata yaptı.  

O kadronun bu hatadan dönebilmesi artık mümkün görünmemektedir. Zira dışarının gözlükleriyle bakmaya o kadar alıştılar ki, terör örgütünün illegal oluşunu bile o çerçevede izah etme ihtiyacı duymaktadırlar. Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek şöyle diyor:  

"AB'nin, ABD'nin terör örgütü saydığı ve listesine aldığı bir örgütle devlete eşit mesafede durmanın anlamı nedir?"  

Bu mantık, onların terörist listesinden çıkarılması halinde, söz konusu örgütün meşru kabul edilebileceği gibi bir anlama gelmektedir. Elbette ki, Sayın Çiçek'in maksadı o değildir ama dediğimiz gibi, dış dünya normları tamamen kendilerini etki altına almıştır.  

Ayrıca dış temasları ve özellikle AB'ye taahhütleri, AKP'yi öyle bir duruma getirmiştir ki, politikasını değiştirmesi mümkün olmayacaktır. Yani Türkiye'nin eline geçirdiği bir bütünleştirici siyasi kuruluşun getirdiği fırsat elden kaçmış durumdadır.  

Halkımız bu kadroları da oylarıyla tasfiye eder etmesine de, laikliği yanlış yorumlayan kafalar kendilerine çeki düzen verirler mi? Benim merak ettiğim odur.