Ohhh! Hele şükür, Büyük İstanbul seçimi bitti ve İmamoğlu büyük bir farkla, 25 yıl aradan sonra, şehri Akparti’nin elinden alarak CHP’ye geri getirdi. Tebrikler, hayırlı olsun. Yaklaşık üç aydır zihinlerimizi meşgul eden bir kaostan kurtulduk. “Her şey güzel olacak” sloganı, açık ara yarışı önde bitirdi. 

31 Mart’ta “Gönül Belediyeciliği” sloganıyla İstanbulluların gönlünü kazanamayan  Akparti’nin, yenileme seçimi için ortaya attığı “Ne dediysek yaptık, yine biz yaparız” sloganıyla seçimi kazanamayacağını Bayram yazısında dile getirmiştim. Yani İmamoğlu’nun seçimi kazanacağını daha o zamandan söylemiştim diye hava atmak istiyorum ama, bunu zaten cümle âlem biliyordu. Sadece İmamoğlu taraftarları değil, Akpartililer de, Akpartiliymiş gibi görünen, Basın mensupları, medya patronları, yazarlar, çizerler de, dahası sayın Cumhurbaşkanımız bile biliyordu.

Önce mağlubiyetin ucu kendisine dokunmasın diye, Binali beyi ateşe atıp seçimle ilgilenmiyormuş gibi yapsa da, sonunda dayanamayıp, evvela “Öcalan kardeşler açıklamaları” ile kafaları iyice karışan vatandaşların önüne tehditkâr tavırlarla kendini atarak farkın iyice açılmasını bizzat kendi elleriyle sağladı.

Hani 0-0’lık sonuçla Avrupa kupasından elenen bir takımın kalecisi uzatma dakikalarında artık çaresizlikten kalesini terk edip forvet oyuncusuymuş gibi taa öbür kaleye kadar gider ya… Amacı bir mucize yaratıp takımının 90 dakikada atamadığı golü güya kendisi atarak takımını kurtarmaktır. Ama bu arada boş kaleye iki gol daha girip elenmenin ötesinde hezimete sebep olur ya… Erdoğan’ın bu seferki hamleleri aynen öyle oldu.

Böyle durumda futbolcular “artık önümüzdeki maçlara bakacağız” derler biliyorsunuz. Önümüzdeki maç dediği gelecek sezondaki Avrupa Kupası… İyi de bunun için önce gelecek sezon Avrupa’ya gitme hakkını kazanmak lazım. Bu öyle ha deyince kolayca elde edilen bir şey değil ki. Daha da kötüsü, bırak Avrupa Kupasına katılmayı, icabında ligden düşmek bile söz konusu olabilir, değil mi? İşte en taze örnek, 2009-2010 sezonunun şampiyonu Bursaspor...

Konuyu biraz dağıttık mı acaba?… 

Yeniden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimine dönecek olursak, 31 Mart’ta aradaki oy farkı 13 bin civarında iken, bu seçimde 800 bine merdiven dayadı. Akparti küskün seçmenini sandığa götürmeye çalışıyordu güya… Ama tam tersine, katılım oranı 31 Mart’tan daha fazla olduğu halde, Binali beyin oyları daha da azaldı. 

Niye kaybetti acaba Akparti?

Parti yetkilileri en kısa sürede sorumlu kurulları toplayıp Erdoğan’a bir brifing vereceklerdir eminim. 31 Mart’tan sonra da vermemişler miydi? Acaba verilen bilgiler mi yanlıştı, yoksa bu bilgilere göre yapılmayanlar mı? Bu Akparti’nin kendi iç meselesi. Ama ben dışarıdan gördüklerimi kısaca özetlemek istiyorum. 

******

Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden okuduğu bir şiir yüzünden başkanlığı elinden alınan ve hatta hapse giren Erdoğan, bu mağduriyeti sebebiyle, “muhtar bile olamaz” denilen bir süreçten, devletin en tepesine kadar çıkmayı başardı. Mağduriyetin yufka yürekli bu millet vicdanında nasıl bir merhamet doğurduğunu bizzat yaşayarak gören Erdoğan, önce kazandı diye mazbatası verilen, sonra seçim iptal edilerek mazbatası elinden alınan İmamoğlu’na yapılan bu haksızlığın millet vicdanında yer edecek ters etkisini nedense hesap edemedi.

Yüksek Seçim Kurulu’nun ne dediği anlaşılmaz ifadelerle yenilettiği seçim, bütün kesimlerce haksız ve hukuksuz bir uygulama olarak zihinlerde yer etti. Yapılan itirazlarla aradaki oy farkının 29 binden 13 bine düşmesi, bunun sonucunda oyların tamamının bir kere daha sayılması yerine seçimin yenilenmesi ise, ne yazık ki hep anlaşılmamış bir muamma olarak kalacak ve 31 Marttaki oy dağılımın nasıl olduğu gerçeği, tarih boyunca asla öğrenilemeyecekti. 

Buradaki karanlık nokta da çok ilginçtir. Akparti, “Oyların tamamı sayılsa biz kazanacaktık” tezini doğru dürüst kimseye anlatamazken ve her güç elinde olduğu düşünülerek bunu yaptıramazken, “Seçimi zaten biz kazanmıştık, bize haksızlık yapıldı” diyen CHP’nin  de, gerçekten buna inanıyorsa, oyların tekrar sayılmasına neden itiraz ederek izin vermediği vatandaş tarafından bir türlü anlaşılamadı.

İleride bu sonuca bağlı olarak meydana gelecek bir sürü olaylar dolayısıyla, sanıyorum bu konuda çok sayıda komplo teorileri üretilecek ve bizzat yaşayanların bile anlamadığı bu gizem, yıllar sonra belki de dış güçlere, Fetö’ye veya benzer oluşumlara bağlanarak farklı farklı yorumlar yapılacaktır.

*****

Seçim sonrasında dış basında çıkan Ayasofya, Pontus benzeri kelimeler içeren bazı haber ve yorumların iç basında yanlış anlaşılması veya yanlış anlatılmasına yönelik gelişmeleri de, aklımızın bir köşesinde tutmamız lazım. 

******

Erdoğan’ın ülkeye “Cumhurbaşkanlığı sistemi” getirmesinin temel nedenlerinden biri, çok partili koalisyon dönemlerini geride bırakıp zorunlu olarak iki partili sisteme geçilmesini sağlamaktı. Bunu yaparken ülke genelinde sağ oyların %60, sol oyların %40 bandında seyrettiğini düşünüyor, dolayısıyla kendisinin her zaman seçimi kazacağını garanti görüyordu. 

Ama iki şeyi unutmuştu Erdoğan. Birincisi, canından bezen bir toplumun, beklenmedik zamanda umulmadık şeyler yapmasının engellenemeyeceğini, ikincisi ve daha önemlisi de, o yüzde 60 bandının yerinde duran sabit bir sayı olmadığını.

***** 

İki partili sisteme dönüş temelde iyi fikirdi belki. Ama öyle birdenbire bu iş kolayca hallolamazdı ki. Ülkede geçmişi hayli gerilere uzanan sağ-sol partiler, fırkalar, guruplar, eğilimler, tarikatlar, cemaatler, mezhepler, meslek odaları, şirketler, holdingler, medya kuruluşları, sivil toplum örgütleri vardı. Ha deyince iki tarafa bunları ayırmak öyle kolay değildi…

Aslında Erdoğan ülkeyi iki parti anlayışına değil ama, bir açıdan iki ayrı kampa bölmüştü. Erdoğancılar ve Erdoğan karşıtları… Burada süreci yeterince kontrol edemediğini ve fırsatları iyi değerlendiremediğini söylememiz gerekiyor…

**** 

Öte yandan ülkede, çağın teknolojik imkânlarıyla, anında dünyanın her yerinde olup bitenden haberdar büyüyen genç bir nüfus var. Gençler hareket istiyor, aksiyon istiyor, özgürlük istiyor, değişim istiyor, dahası baskıdan ve monotonluktan da çok sıkılıyor. Bugün seçmen olarak büyük bir kitle oluşturan 30 yaş altındakiler, Erdoğan döneminde büyümüş “sağ görüşlü” olarak yetişmeyen bir nesil. 

Klasik anlayışımıza ve uygulamamıza ters düşüyor belki ama, gençleri yetiştirmek öyle eskisi gibi, baskıyla, tehditle, korkutmayla, olmuyor. Bizim zamanımızda en etkili terbiye metodu dayaktı. Evde, ailede, okulda, iş yerinde, askerde, her sorun dayakla rahat çözülürdü. Şimdi öyle mi ya… Öğretmen çocuğa bir fiske vursun bakalım sıkıysa… Veliler dünyayı başlarına geçirir. 

Bu rahatlık ve biraz da şımarıklıkla yetişen gençlerin dilinden iyi anlamak lazım. Erdoğan ve Binali bey bu seçimlerde genç nesle kendini sevdirecek bir şey yapmadı, yapamadı. Onların dilinden bir mesaj vermedi, veremedi. Bu da yetmezmiş gibi, onların damarına basmayı da ihmal etmediler. Seçim dolayısıyla İmamoğlu’nun çocuklara ve gençlere yönelik atakları, hem bu seçimin kazanılmasında önemli rol oynamış, hem de yarınlara yönelik çok güçlü bir yatırım olmuştur. 

Buradan yola çıkarak Akparti’nin ve Binali beyin güya öğrencilere ve gençlere yönelik birtakım vaatleri ise, bir seçim rüşveti gibi görünmekten öteye bir işe yaramamış, dolayısıyla fayda yerine zarar getirmiştir. En basitinden öğrencilere ulaşımda getirilen indirime bir bakalım. Bu CHP’nin ve İmamoğlu’nun bir projesidir. Akparti buna sahip çıkmaya çalışsa da, vatandaş şöyle düşünmektedir: Madem ki böyle bir imkân vardı, niye bugüne kadar yapmadınız?

Şimdiye kadar “seçim ekonomisi” uygulamamakla övünen Akparti, seçimi kaybetme korkusuyla böyle bir hata yapacağına, “Belediye kendi imkânlarıyla öğrencilere yönelik indirimi, ancak bugünkü uygulama kadar yapabiliyor, daha fazlası mümkün değildir” deyip diretse, belki daha çok oy kazanacaktı.

***** 

Yeri gelmişken televizyondaki açık oturumda Binali beyin buram buram rüşvet kokan “Gençlere 10 GB internet bedava” vaadine de değinmeden geçemeyeceğim. Binali bey kendince, her gencin bu 10 GB internetle neler yapabileceğini anlatmaya çalışıyordu. Oysa bunu gençler -hatta çocuklar- Binali beyden  çok daha iyi biliyorlar. Öyle “gençler benim kankam” demekle gençlerin gönlü alınamıyor maalesef, hele oyları hiç…

****** 

Son anda şehrin her tarafına asılan İstanbul Büyükşehir Belediyesi imzalı afişlerin ve panoların da Akparti’ye oy kaybettiren sebeplerden biri olduğunu düşünüyorum. Bu imza Akparti olarak gerçekleştirilse belki kendi içinde bir anlam taşıyacaktı. Ancak şu anda valinin başkanlığındaki bir tür kayyum yönetimiyle idare edilen belediyenin böyle bir ilanı hangi bütçeyle, ne maksatla hazırladığı cevapsız bir sorudur. Aklı başında her vatandaş da bunu sorgulamış ve cevabını sandıkta vermiştir.  

***** 

Kendi verdiği söze bile uyamayıp son günlerde İstanbul’da boy gösteren, sonucun farklı çıkması halinde kendisini çok zor durumda bırakacağı apaçık ortada olan tehditvari sözlerle hem İmamoğlu’nu hem seçmeni baskı altına almaya çalışan Cumhurbaşkanımızın davranışı da,  sonucun farklı oluşmasında en büyük etken olmuştur. Kenan Evren’in seçimden önceki gece sarfettiği sözlerin, sandıkta nasıl tecelli ettiğini bizzat yaşayan deneyimli bir devlet adamının yapmaması gereken bu hata için, herhalde “basireti bağlandı” ifadesini kullanmak zorundayım.

*****

Daha sıralanacak çok şey var ama, geri kalanını da Akparti kendi içinde halletsin. Görüldüğü gibi kimsenin “gık” diyemeyeceği bir sonuçla İmamoğlu koalisyonu, seçimi farklı kazandı. Sadece 31 Martta yaşanan mağduriyet ve geleceğe yönelik bir umut olarak “Her şey güzel olacak” diyen İmamoğlu’nu tebrik ediyorum. İstem dışı bir şekilde, Meclis başkanlığı gibi bir mevkiden, böyle bir hezimete sürüklenen Binali beye de “geçmiş olsun” dileklerimi sunuyorum.

Tek üzüntüm, seçimi kaybedeceklerini bile bile bu korkuyla partilerine destek olmak için son bir çırpınışla tatilini, memleketteki işini gücünü bırakıp oy kullanmak üzere İstanbul’a akın eden samimi Akpartililerin durumu… 

Basına kadar yansıyan duyumlarda olduğu gibi, Akparti’de, partisi için çalışmayan teşkilat ve belediye mensupları varsa onlara da dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bugüne kadar beslendiği partisine karşı bu davranışı gösterenlerden, vatan için, millet için bir şey beklemek gerçekten doğru olmasa gerek…

****   

“Her şey güzel olacak”, yeni keşfedilmiş yepyeni bir slogan değil. Hepimizin günlük hayatında üzüntüden, hastalıktan, başarısızlıktan, canımızı sıkan bir olaydan sonra söylendiğinde, yerine göre içimizi ısıtan, yerine göre serinleten, ferahlatan bir söz. Tam yerinde ve zamanında slogana dönüştürülmesi ise çok isabetli.

İmamoğlu’nun bir proje olduğunu savunanlar, arkasında güçlü bir PR çalışması olduğunu söylüyorlar ya, bu doğru. Gerçekten şimdiye kadar CHP cephesinde rastlanmayan çok başarılı bir reklam stratejisi uygulandı. Eskiden  Akparti bunu çok iyi yapıyordu. Demek ki hepsi rahmetli Erol Olçak sayesinde oluyormuş.

*****

“Her şey güzel olacak”, aslında içi boş, ama çok hoş bir slogan. En zor ve kötü zamanda bile insana bir umut veriyor, bir heyecan veriyor, gelecekten bir beklenti sunuyor. Belli ki biz milletçe heyecanımızı kaybetmişiz, umudumuzu yitirmişiz, sevincimizi, neşemizi, kendimize olan güvenimizi zedelemişiz.

Şunu unutmayalım ki, her şeyin güzel olması, hepimizin kendine düşen görevi yapmasına bağlı.

Yoksa sadece seçimi İmamoğlu’nun kazanması tek başına her şeyin güzel olmasına yetmez. Evet seçimin kazanılması güzel bir olay, ama sihirli bir değnek hayatımıza dokunmuş gibi yarın sabahtan itibaren her şey toz pembe olmayacak, bunu da unutmayalım.

Teşekkür konuşmasında, Cumhurbaşkanına “Sizinle uyum içinde çalışmaya hazırım” mesajını veren İmamoğlu, bu sözünü gerçekten uygulayabilirse, İstanbul’a da, İstanbullular’a da hatta bütün ülkeye de en güzel hizmeti yapmış olur. Başkanın bu sözünü ne kadar tutabileceğini veya buna ne kadar izin verileceğini hep birlikte göreceğiz.

***** 

Yazının başında “ohh seçim bitti” demiştim ama, bu birçok şeyin daha yeni başladığını gösteriyor. Önümüzdeki günlerde çok farklı şeyler yaşayacağız. Bu gerçekten basit bir belediye başkanlığı seçimi değildi, bunu böyle bilelim ve kabul edelim. Türkiye’nin siyasi hayatında bir deprem niteliği taşıyan İstanbul seçimlerinin dev dalgaları, önümüzdeki günlerde etkisini daha iyi gösterecek.

Her şeyin, her zaman, gerçekten güzel olması dileğiyle…