(BU BİR BAŞARI HİKÂYESİDİR) 

İNSANLAR TERCİHLERİYLE YAŞARLAR… ÇALINTI BİR CÜMLE, AMA İÇERİK TAMAMEN DOĞRUDUR. Hayatımda yapmadığımda beni huzursuz eden iki şeyden biri yazmak ikincisi yalnızlığım. İkisinin de ortak noktası, içimde fazlaca bulunan, bana yük olan şeyleri dışarı atmamı sağlaması olsa gerek. Bu hafta yaklaşık 5 yıl önce kendimle ilgili kaleme aldığım bir makalem var. Aynı makaleyi sizlerle tekrardan paylaşmamın elbet bir sebebi var. Bugün hele de pandeminin yine patlamak üzere olduğu günlerde İstanbul’da olmamın büyük sebebi var. Akşama açıklayacağım ama sayfalarınızda yıllar önce yazdığım satırların arz-ı endam etmesini ve evlerinize bugün konuk olarak bir başarı hikâyesinin öncesini okumanızı istiyorum.  

"Yazmak, çoktan unuttuğunuzu sandığınız birçok şeyi, içimizde birikmiş acıları, yenilgileri, aldanışları, keşkeleri uygun bir dilde kâğıda dökmek, başkalarıyla bölüşmektir. "İnci Aral’’ Köşemin içeriğini başka sözler daha net ifade edemezdi şüphesiz… Bölüşün, paylaşın, dökün içinizi. Basın içinizdeki cesaret damarlarına kaldırın ayağa!  Malum olduğunuz üzere, uzun zamandır yazıyorum. Daha önceleri yazdıklarım bana kalırdı bakardım okurdum koyardım köşeye 8 cilt doldurmuşum böylece. Sonrasında bir blogla başladım yazmaya… Akabinde gazete, yol güzel yol keyifli yavaş yavaş daha çok bilgi birikimle emin adımlarla yürüyorum. 

Bu zamana kadar hep en yakınlarım, güzel yazdığımdan yana methiyeler düzerlerdi. Onlar en yakınlarımdı, beni incitecek bir şey söylemezlerdi yani illa beni onure edeceklerdi. O yüzden çok objektif bakamazdım. En objektif yorumlar ise uzun zamandır konuşamadıklarımdan gelmeye başladı. Aylardır çok güzel mesajlar alıyorum ve hepsini biriktiriyorum… Geçtiğimiz günlerde liseden bir arkadaşım beni aşk filmi izler gibi, sürükleyici bir roman okur gibi takip ettiğinden bahsetti. Birkaç gün önce de ilkokuldan senelerce aynı sınıfta olduğum, çocukluğumuzu ve birçok komik anıyı paylaştığımız arkadaşım, blogları takip etmekten tezlerini bitiremeyeceğinden bahsetmiş. Daha bunun gibi niceleri… Hepsini, kitabım çıktığında arka sayfasında basımda kullanacağım varolun. Yine birkaç gün önce çok değer verdiğim kalemdaşım, yazdıklarıma ne yorum yazacağını bulamadığını ima etti. 

Bir de her gün duyduklarım arasında, o nasıl yazı Üstadım? Aynı beni anlatmışsın. Nasıl yazıyorsun Aslı sen bunları? Ne kullanıyorsun? Şimdi tüm bunları neden anlatıyorum köşeme taşıyorum? Nereden çıktı? Ne alaka? Derseniz… Şu konuya bir açıklık getireyim hemen. Bir nevi teşekkür etmek istedim köşemde. Güzel dilekleri ile her zaman yanımda olan, beni daha çok yazmaya teşvik eden herkese çok teşekkür etmiş olmakta istedim. Uzaktan bakıp okuyunca, ciddi birkaç kişilikli, “Beyza’nın Kadınları” gibi bir görüntü çizdiğimin farkındayım. Yazdıklarımın hepsini yaşıyor muyum? Hayır! Hepsi benim hayatımdan kesitler mi? Hayır! Eee, nasıl yazıyorum? Tek bildiğim şu, mübalağa sanatı kullan der birçok kalemine çok saygı duyduğum yazar şair büyüklerim. Duygularda yoğun ve derinse tamamdır o iş. Özellikle yazmaya çok istekli fakat içindeki o cesaret ışığını ortaya çıkaramayan çok sevdiğim değerli kardeşlerim var. Muazzam duygularla kaleme döküyorlar. Maillerime o kadar çok yazı geliyor ki bu güzel kardeşlerimden ama kaleme döktükleri o şaheserleri okuyucuların beğenisine sunma konusunda baya heyecan ve tedirginliğe düşüyorlar. Ben yaklaşık 9 yıl yaşadım o duyguları. Utandım nasıl olacak dedim vazgeçerim olmaz böyle dedim gözyaşlarımla kaleme aldığım duygularımı okutamam dedim bilmesinler dedim. Ya sonra gerçekten bazen bunun mantıklı bir açıklamasını bulamıyorum. Dinlediğim bir müzik, izlediğim bir film ya da okuduğum bir söz. Birinin anlattığı bir hikâye, sorduğu bir soru… Yani kısacası kalbime ve aklıma değen her şey beni yazmaya itiyor… Hayatımda yapmadığımda beni huzursuz eden iki şeyden biri yazmak ikincisi yalnızlığım. İkisinin de ortak noktası, içimde fazlaca bulunan, bana yük olan şeyleri dışarı atmamı sağlaması olsa gerek. Bir gün olsun yazmasam, sinirli olurum, yerimde duramam, dinleyemem, odaklanamam ve hemen bir kalem kâğıt bulur dökerim içimi. İşte sanırım o doğallığı kaybetmememin sırrı, hiçbir zaman kendimin çok farkında olmamam. O içime dert olan, beni düşündüren, kalbime dokunan her neyse, hemen kendi hayatıma uyarlıyorum, “Ben yaşasaydım nasıl olurdu? Ne hissederdim?” diye sorguluyorum. Sonunda da işte okuduğunuz o yazılar çıkıyor. Evet, bir kısmı gerçek yaşanmış. Ama büyük bir çoğunluğu da etkilenerek yazılmış yazılar… Bu bir hastalık, gecenin bir vakti, aklın seni yerinden kaldırır, eline kalemi aldırtır, kâğıt aratır, gözlerini zorla da olsa açtırır ve “Hadi yaz!” der. İlham sağ olsun hiç yalnız bırakmıyor. Üstadım ne de güzel söylemiş "Ruh, yazının icadından beri ölümsüz. "Cemil Meriç. 

Sizi bu kadar etkileyebiliyor olmamım nedeni oturup “Acaba ne yazsam da etkilesem” değil. Çok dinler, çok gözlemler, çok süzerim ben. Herkesi dinlerim ben, hem de herkesi. Dinlerken aynı anda zaten notlar alınır, kendimi yazmak için dar atarım sakin bir yere… Sanırım yeteneğim de duygudaşlık kurmak. Kendimi karşındakinin yerine koyarak üretebiliyor olmak. Yazmak üzerine güzel hayallerim var. Azimle başarmak için bir bir sıraya koyduğum. Mesela öncelikle bir gazeteye geçip uluslararası görüşmelere, meclis görüşmelerine dâhil olmak. Sarı basın kartımı gururla taşımak. Mecliste olmak. Akabinde otobiyografik kitabım çıkacak, hikâyesini taslağa iyice döktüğüm. Birçok bloğum var gerek editör gerek derleyen. Gazete köşelerim var. Röportajlarım var…  Sonrasında ise, şarkı sözlerim var beni bilen bilir hayranı olduğum çok anlamlı duygularla dinlediğim bir kuple okutmak istediğim ve çok yakında okutacağım. Burada gülümsemişlerdir eminim beni çok iyi tanıyanlar. Kitabımı bu işten anlayan, yetenekli biri ile filme dökmek istiyorum… Evet, film gibi bir hayattı diyeceğiniz cinsten. 

Megalomanca değil elbet zannımca ifade ettiklerim. Şunu biliyorum, elimden geldiğince, ömrüm yettiğince yazmayı hiç bırakmayacağım. Yani titreyen parmaklarım göremeyen gözlerim oluncaya kadar aşk ile yazacağım… Varsın İçini sonuna kadar döktü de öldü desinler. Tam da bu yüzden vazgeçmeyin pes etmeyin İnsanlar tercihleriyle yaşarlar… Çalıntı bir cümle, ama içerik tamamen doğrudur. Hayatta tesadüflere inanmam. Kaderin seni nerelere götürür haşa bilemem ama gerçek şu ki; her şey değişebilir, geçiştirilebilir, bitebilir, başlayabilir. Yeter ki mutlu olduğunuz neyse onu yapın mutlu olun. 

Sürç-i lisan ettiysem affola… 

5yıl sonra… 

Ve artık ben…