Merhaba sevgili dostlar.

Kelebeğin hikâyesini eminim birçoğunuz biliyorsunuzdur. Bilmeyenlere kısaca özetlemek gerekirse;

Bir gün, adamın biri ormanda gezerken bir kelebeğin kozasından çıkmaya çalıştığını gördü. Kozasındaki küçük delikten çıkmaya çabalayan kelebeği saatlerce izledi.

Sonra adam, kelebeğin kozadan çıkmak için çabalamaktan vazgeçtiğini, gücünün kalmadığını düşündü. Kelebeğe yardım edeyim de kolayca çıksın diye düşündü ve kozadaki deliği daha rahat çıksın diye büyüttü.

Bu sayede kelebek kozasından kolayca çıkabildi. Fakat çıkmaya daha hazır değildi, bedeni hala kuru ve kanatları buruş buruştu. Adam, kelebeğin gücünü toplayıp, kanatlarını açıp, uçacağını düşünüyordu. Ama Kelebek kozasından zamanından önce çıkmıştı. Ne kadar çabalasa da uçamadı ve buruşmuş kanatlarıyla yerde sürünmeye devam etti.

Adam iyi niyetli bir şekilde kelebeğe yardım etmeyi istemişti ama bilmediği nokta; kelebeğin kozadan çıkmak için çabalaması, bedenindeki sıvının kanatlarına gitmesini ve bu sayede doğru zamanda kozasından çıktığında uçabilmesini sağlayacaktı.

Hikâye bu kadardı fakat alınması gereken tonlarca ders var içeriğinde.

İnsanoğlunun bencil merakı ve kişisel başarı arayışı kozasında gelişimini tamamlaması gereken kelebeğin sonu olmuştu. İnsan iyiyi severken de, doğru bir işi yaparken de pekâlâ aşırılığa düşebilir. Tanrının dediği de budur: Gereğinden fazla uslu olmayın, uslu olmanın da bir haddi vardır.

İyi niyetin fazlası, gereksiz bir inceleme ile bizi yaşamın güzel ve rahat yolundan çıkarır.

Tamda burada şu soru aklıma takılıyor; İyiliğin gerçek anlamını biliyor musunuz?

Evet, bu soruyu kendime de sordum elbette. İyilik karşılık beklemeden yapılandır. Yalnız bazı içi çürümüşler vardır ki (iradesiz, kişiliksiz, kaosla beslenen) onlara iyiliğin inceliğini anlatmak deveye hendek atlatmaya benzer.

Karşıtların var olduğu bu dünyada bir şeyler hızla tükenirken bir şeyler var olmaya yeniden yeniden devam edecektir.

Liyakatten uzak, İçi boş diplomalar, altı doldurulmamış unvanlar, hakkı verilmemiş işler, başkasının fikriyle ahkâm kesenler, sahte ilişkiler, oyuncak arkadaşlıklar, temelsiz olarak verilmiş ve yerine getirilmeyen sözler, insanların hayatını itibarını zedelemek için ellerinde ki çamuru sürmeye çalışan  aklı kıtlar,kısaca kaf dağının içi boş ve çürümüş bedenleri.

Daha doğrusu yaşamamış, yaşamı algılayamamış bir dolu hayat. Ne bekleyebiliriz ki hayatı ve yaşamı yapay ve yapmacık algılayan zihinden.

Çabalamayı unutan insan, konfor derdiyle bir an önce hedefine ulaşmak için her şeyi mubah sayar. Zira devrin “moda” denilen hastalığı bu.

Moda dediğimiz şey ise bencil ve tutarsızıdır. Ve insan oğlu  tutarsız ve takıntılı bu durumuyla kendi karadeliğini büyütür  farkında olmadan. Adına mükemmeliyetçilik dedikleri durum tam da bu. Hiç bir düşünce ve iradesiyle kendisi olmamış, sadece yönlendirmeyle başkasının fikrini dile getirmişlerdir. Ve aslında kulaktan duyma bu bilgileri softaca savunmuşlardır. Nihayetinde tıkanan ve taşan lavaboya ya da lağım çukurunda boğulan fareye benzetirim bu gibileri. Zira asla ileri gitmeyecek aksine gerileyecek yerinde sayacaktır bu fertler. Bu fertleri tanımak için yüzlerine değil, yamağı oldukları (telkin alemine) çukura, bakmalı. Düşüncelerini ve planlı kötülüklerini fütursuzca uygulayış şekillerini görmek yeterli kanımca. 

İnsani duyguların yozlaşarak bozulduğu bir devirdeyiz sevgili dostlar! Vasatlık almış başını gidiyor eyvahlar ola! 

Yaşayacağını bilmediği yarının hesabını yaparak, bulanık suda balık avlıyoruz açıkçası.

Kimsenin yarasına dokunmamış, sevmemiş, sevilmemiş, özlemek nedir bilmemiş, bir yetimin başını okşamamış, acımak nedir bilmemiş, gündelik egoist zevklerle hayatı dar kalıplar arasında bencilce algılamış, doğum ile ölüm arasında ki o yolu idrak edememiş. Kalbi kin ve öfkeyle nasırlaşmış planlı kötülük yapan insanlarla (tüylerim ürpererek söylüyorum bunu) iç içeyiz maalesef.

Başarı ya da başarısızlık fikrinden sıyrılıp eyleme geçmesi gerekirken maalesef sonunu hesap ederek eylem yapanları izlemenin dehşetiyle kalakalıyoruz. 

Oysa tüm dertlerin bittiği yere gideceğiz hepimiz günü geldiğinde. Budalalık değil mi sizce yaşadığı her gün kendi ölüm binasını inşa eden insanın zalimliği?

Hasılı kelam; hayata iyiliği de kötülüğü de katan bizleriz.hepimiz aynı sabaha uyanır aynı geceye uyuruz. Bu bitimsiz kibirden kurtulmak için vaktimiz varken durmak neden?

Ölüm hepimiz için dolayısıyla yüreğimizin ibresi iyimserlik olsun. Bir paçavra olarak anılmaktansa, ardımızda hoş seda bırakmak ahdimiz olsun vesselam.

Kibirden, enaniyetten, vasatlıktan, dijital çağın kirliliğinden arınmış nice mutlu, huzurlu bayramlar yaşamanız dileğiyle bayramınız bayram olsun.