Malum olduğu üzere dış güçlerin desteğiyle her yıl belli dönemlerde soykırım yalanlarıyla dünya kamuoyunu kandırmaya çalışanların öte yandan da Türk ve Müslümanlara yapılan gerçek soykırımları  gözardı ettiklerini biliyoruz. Bugün tamamlayacağımız yazı dizimizin atalarımızın yaşadığı acılar hakkında az da olsa bir fikir verdiğini zannediyorum.

Algı yönetimiyle belki aleyhimizde bir kamuoyu oluşturabililer ama güneş balçıkla sıvanamıyacağı için asla gerçekleri unutturamazlar. Batı Dünyasında da sağduyu sahibi akademisyelerin varlığı tarihin aydınlatılması adına bir şanstır. Bu çerçevede elimizdeki en büyük kaynak, Amerikalı tarihçi Prof. Justin McCarthy'nin belgelere dayanarak hazırladığı kitabında esas tehcirin Avrupa kitaplarında yer almayan, tarihin en büyük soykırımlarından birisi olduğunu ve Müslümanlar'a yapıldığını gösteriyor.

Osmanlı Müslümanlarının yaşanan trajediler, ne yazık ki günümüzde halen yeterince bilinmiyor.

O dönemin Avrupalı konsolosları kendi günlüklerinde Müslümanların öldürüldüklerini, yapılan zulüm ve katliamları,  Müslümanların ev ve tarlalarının yakılıp yıkıldığını, kadınlara tecavüz edildiğini ve işkenceler yapıldığını açık bir şekilde yazmışlardı. Balkan Savaşları öncesinde 3 milyon 242 bin nüfusla bölgenin yüzde 51'ini Müslümanlar oluştururken; Yunanlılar 1 milyon 558 bin nüfusla bölgenin yüzde 25'ine, Bulgarlar 1 milyon 220 bin nüfusla yüzde 19'una, diğerleri ise 333 bin nüfusla yüzde 5'ine tekabül ediyordu. Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ tarafından Osmanlı İmparatorluğu'ndan koparılan Balkan topraklarındaki 2 milyon 315 bin Müslüman'ın yüzde 27'si (632 bin), bu savaşın kurbanları oldu. Çoğu göç sırasında hastalık, açlık veya saldırılar sonucunda; Selanik limanına varabilenlerin ise önemli bir bölümü gemi beklerken hayatını kaybetti veya katliama uğradı. Savaş sırasında evlerinden, yurtlarından ayrılmak zorunda kalıp, yollara düşen Müslümanların ancak yüzde 33'ü (813 bin) Anadolu topraklarına ulaşmayı başarabildi. Balkanlar'daki Müslümanların sadece yüzde 38'i (870 bin), korku ve acılarla yüzleşerek yurtlarında kalabilmeyi başardı...”

Göç ettirme, Hristiyanlaştırma, işkence ve cinayetle yapılan SOYKIRIM sonucunda Balkanların etnik ve dini haritası kökten değiştirilmişti. Balkan Savaşları öncesinde  Arnavutluk hariç  Osmanlı'nın Avrupa'daki topraklarında 2.315.293 Müslüman yaşıyordu. Balkan Savaşları sonrasında ise  632.408 sivil Müslüman  katledilmiş,  nüfus %62 oranında azalarak  870.114 ‘e inmişti.

Bulgaristan’ın 1885’de Doğu Rumeli’yi, Avusturya’nın da 1908’de Bosna-Hersek’i ilhakı üzerine, Hıristiyanların yönetimi altında bulunmayı kabul etmeyen Müslümanlar dalgalar halinde Türkiye’ye göçtü. Karadağ’da neredeyse tek bir Müslüman kalmadı.

Öte yandan Ege adalarındaki Türkler de bir daha dönmemek üzere Anadolu’ya taşınıyordu. Örneğin Girit’te, 1821’de Türklerin sayısı 160 bindi. Bu sayı 1876’da 95 bine, 1897’den sonra 33 bine düştü. (Onlar da mübadelede göçmek zorunda kaldı.) Sonuçta bütün

Osmanlı Avrupası'ndan koparılan topraklardaki Türk ve Müslümanların yüzde 27'si Balkan savaşları neticesinde hayatlarını kaybettiler ki, bu modern Avrupa tarihinin şahit olduğu en yüksek ölüm oranını teşkil etmektedir.

Bulunduğumuz coğrafya, Asyaya giden ön kapı olduğu için,dünya nezdinde çok önemli bir stratejik merkezi oluşturmaktadır. Bu yüzdende, bu coğrafya dünyadaki hegemonya mücadelelerinde, her uluslararası ve bölgesel güç için; ekonomik, siyasi, askeri, kültürel cazibe ve mücadele merkezi halini almıştır. Her uluslarası güç şunu iyi bilmektedirki, bu coğrafyaya şu yada bu ölçüde etkisi ve hakim olan dünya stratejik ilişki trafiğinde önemli avantaja sahiptir ve olacaktır. İşte bu yüzden, üzerinde yaşadığımız topraklar, çeşitli tazyiklere uğramakta ve Türk ülkeleri olarak bizi avantaja sahip ettiği gibi malesef tehditlerede maruz bırakmaktadır. Birtakım emperyal amaçlı güçler, kendilerinin güdümündeki yerel güçlerle birlikte bugünü halletmek için yani ülkelerimizdeki çeşitli yer altı ve yerüstü değerleri ele geçirmek, gütmek, kullanmak için, dünümüze yani tarihte yaşanan çeşitli olayları bahene ederek bizlere ülke ve millet bazında doğrudan yada dolaylı olarak saldırmakta ve her türlü baskı altına almak (psikolojik, siyasi, ekonomik, askeri vs.) isteyerek kendi amaçları doğrultusundaki tezleri dayatmaktadır.(1)

Bugüne kadar soykırım yalanlarıyla Türkiye’ye iftira atılmasına rağmen, sadece haklılığımızı savunmaya çalıştık. Bunun yerine proaktif bir diplomasiyle, Türk ve Müslümanlara soykırım yapanların yargılanması, tazminat ve toprak taleplerini dile getirmek daha anlamlı olmazmıydı. Bundan sonra,

-          26 ŞUBAT 1992 – Azerbaycan Hocalı Soykırımı anma günü,

-          14 Temmuz 1959 - Irak Türkmen soykırımı anma günü,

-          08 EKİM 1912- BALKAN SOYKIRIMI anma günü ve

-          21 KASİM 1963 Kıbrıs Türk Soykırımı anma günü olarak ilan edilmeli ve tüm Dünya’da tanınması için çalışılmalıdır.(2)  Ayrıca İstanbul ve İzmir  başta olmak üzere halkın sürekli bulunduğu , yaya olarak gelip geçtiği uygun meydan-veya park alanı gibi yerlere “BALKAN SOYKIRIM ANITI” yapılarak geçmiş acıların tekerrür etmemesi amacıyla gençlerimizin aydınaltılmasını sağlayacak bir zemin oluşturulmalıdır.

KAYNAK................:

(1)    Sefa Martin Yürükel, Etnograf ve Sosyal Antropolog Soykirim ve Terörizm Arastirmacisi
Iskandinavya Türki Dil ve Komsu Ülkeleri Arastirma Enstitüsü Direktörü, Oslo, Norvec
Türklere Soykirimlari Arastirma Vakfi Baskani, Lahey, Hollanda

A.g.e