Türkiye ve Türk insanı olarak büyük acılar yaşadık. Sarsılan insanların acılarını yürekten paylaştık. Özellikle her zaman, hatta her an beklenen, geldi, gelecek denilen onunla yaşamayı öğrenmemiz her an vurgulanan ama Taktir Allah’ın deyip, tedbiri her ertelenen depremi tüm şiddetiyle defalarca yaşarken, birlikte getirdiği felaketlere de yine birlikte göğüs gerdik. Son zamanlarda bazı illerimizde hafif de olsa yaşanan depremler yüzünden, gündem yine geldi gelecek denen Marmara depremine kilitlenmiş durumda. Bu nedenle de dualar ve umutlar fay hatlarına bağlanmakta ve az da olsa yaşanan her sarsıntı da dualar yükselmekteyken, umutlar ise sismik dalgalanmaların azalmasından yana medet ummakta. Kıyamet misali görüntüler, yaşanılan acılar, enkazlar, feryatlar ve gözyaşlarının sel olup aktığı ve umutların da gözyaşlarıyla beraber sele karıştığı o dram dolu sahneleri defalarca yaşadığımız halde, alamadığımız dersler yüzünden bir türlü akıllanamıyoruz. Mesela, Bingöl; daha önce de 1971 yılında büyük bir deprem yaşadığı halde o tarihten sonra da çürük yapılaşma hızla devam etmiş, daha sonra yaşanan depremlerle de çok canlar yanmış, acılar çekilmiş ve halen bile çürük yapılaşma hızla devam ederken gelinen nokta içler acısı. Bizler Erzincan, Dinar, Gölcük, Düzce gibi can alıcı depremlerle kahrolurken halen bile yaşanan acılar ders almaya değil can almaya devam ediyor. Deprem bahane aslında. Türkiye Cumhuriyeti sınırları dâhilinde binlerce, yüz binlerce dayanıksız bina pusuda can almaya hazır halde beklerken depremin değil, asıl binaların öldürdüğüne defalarca şahit olduk. Her yaşanan felaketle acılarımız depreşirken, her birinin ardından günlerce önlem denildi fakat alınmadan, deprem yeni kıyımlara doğru yol aldı. Deprem hatırlattıkça bizler önemsemedik, deprem hatırlattıkça bizler omuz silktik, o hatırlattıkça bizler unuttuk ve acılar sadece düştüğü yeri yakmakla kaldı. O nedenle acıları çekenler unutmasa da seyredenler çok çabuk unuttular. Ölenler Allah’tan rahmet, kalanlara baş sağlığı yeterliliğiyle acılar lafta paylaşıldı. Daha ne kadar felâket, daha ne kadar kurban lazım bilemiyorum ama bildiğim tek şey Türk insanının hak ettiği ilgi ve değeri görememesi. Bu sorumsuzluğun suçlu ya da suçlularının bu günah ve vebal içerisinde yeterince ceza çekmemesi. 17 Ağustos depremi tarih sayfalarına silinmez acılarla kazınırken; sebep olanlar serbestçe dolaşarak yeni kazanç plânları içerisinde yeni kıyımlara doğru rota çizmekte… Bizim ülkemiz ne yazık ki küçük suçlara büyük ceza, büyük suçlara küçük cezalar ülkesi… Affedici sebepler ise büyük suçların, büyük koruyucu limanı durumundayken her gün topluma kazandırılan suçlular sayısı için, hangi vicdanlar vebal büyütüyor? Düşünmek lazım. Sanırım asıl suçlular insanlardan öte, köhne zihniyet.. Asıl depremi onların küf tutmuş beyinlerinde yaşatmak lazım ki belki bu ülke huzura ersin. YETER ARTIK! Felaketler hatırlatıcı olmasın. Çünkü asıl unutulmayacak acıları millet olarak çokça yaşadık, yaşıyoruz. Acılara doyduk artık, tıkandık. Kader adı altında her yaşatılan felakete boyun eğdik. Önlemler…Önlemler denildi ama önlemler kimilerinin cüzdanlarında nakite dönüştürülerek es geçildi..Hükümet, siyasiler, bürokratlar, yetkili herkes bu yazgıya el atmalı. Benim elimden bir şey gelmez demeyin. Her şeyin gittikçe birbiriyle bağlantılı hale geldiği bu dünyada sen, ben, o el ele vererek; kendimiz için asla istemediğimiz şeyleri başkalarına da layık görmekten bir an önce vazgeçmek, yapabileceklerimiz için bir başlangıç sadece. Sağlam bir Türkiye için, sağlam bir temel için kenetlenmeli eller. Her an beklenen deprem için en fazla yapılan şey yaşanacak büyük bir deprem sonrası yapılması gerekenler adına organize edilen tatbikatlar. Enkazların altından kurtarılacak insanlardan öte, binaları enkaza dönüştürmeyecek projeler üstünde ehemmiyetle durmak gibi bir çabaya öncelik vermek daha doğru bir adım olsa gerek. Bizim ülkemiz insana değer vermekten öte cüzdanı değer verenlerin bol olduğu bir ülke olması bakımından dikkat çektiği için, görünen o ki, ticari kazanç adına çürük yapılaşmalar da artık şaşırtmamak ta kimseyi. Oysa umutlar enkaz altlarında kalsa dahi vicdanların sesi yeni umut arayışları adına bas bas bağırmakta… Yeter ki vicdanları da enkaz altlarında öldürmeyelim.. Âşık Maksudi şöyle der: “Hayalimde bir dünya var, her günü bayram ola, hayalimde insanlar var vicdanları tam ola.” Vicdanlarınızın tam olması dileğiyle…