Geçmişten günümüze, sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına cevap vermek için uğraşan, ter döken birçok meslek erbabımız var. Onlar görevlerini yapmasalar, yaşamak bizim için çekilmez olur.
Eğer işler yolunda gidiyor ve herhangi bir aksaklık olmuyorsa, çoğumuz bunu hiç farketmeyiz. Ancak bir terslik olduğunda durumu anlarız ama, buradaki tavrımız da yine olumlu çalışmaları takdir etmekten çok, olumsuzluğa isyan şeklindedir.
Küçük bir arıza yüzünden sularımız kesildiğinde, elektriğimiz yanmadığında basarız feryadı... Oysa onların sürekli bize ulaşması için gece gündüz çalışan bir ekip vardır.
Sayılamayacak kadar çok meslek sahibi, ekmek parası kazanmak için çalışırken, aslında bir taraftan da bilerek ya da bilmeyerek ülkeye hizmet eder. O yüzden her mesleğe saygı duyulması ve onu yerine getirenlerin takdir edilmesi gerekir.
Bu bağlamda ülkenin ihtiyaçlarını gidermek için bir bütün olarak her işi yapan insana ihtiyaç vardır. Meslekler de zaten bu ihtiyaçlardan doğar. Ancak bunların içinde bir tanesi var ki, bu çok zor ve çok önemli işi yapanların hepsini minnetle anmalı, el üstünde tutup onları lâyık oldukları en yüksek mevkiye oturtmalıyız: Onlar, öğretmenlerdir.
Küçük yaştan itibaren hepimizi yetiştiren, bize bilgi veren, bizi birey yapan, insan oluşumuzun gayesini bize öğreten, bizi topluma kazandıran, bizi yoğurup şekillendiren, ailemizden sonra, öğretmenlerdir.
“İnsan yetiştirmek” toplumun en zor işidir. Bu apayrı bir bilgi ve beceri ister. O yüzden öğretmenlik kutsaldır. Diğer meslekleri icra edenler olmasa, yerine başkasını bulmak, yenisini koymak daha kolaydır ama, öğretmenlik sanıldığı gibi basit bir meslek değil. O daha çok sabır, metanet, gayret, çalışma, azim isteyen ve “idealist” olmayı gerektiren bir iştir.
Gerçi bütün öğretmenlerimiz istenilen ideal seviyede midir, sorusunu da, açık yüreklilikle olumlu olarak cevaplamak pek mümkün değildir. Böyle bir mesleğin elemanlarını da çok özel şartlarda yetiştirmek gerekirken, öğretmenliği kendisine tek gaye olarak seçen ve bunu başaracak özelliklere de sahip olanlar arasından tercih yapma hakkımız hiç olmadı.
Başka bir fakülteye girmeyi isterken, puanı yetmediği için öğretmen olmak zorunda kalanlar da, bu mesleğin mensubu olarak arada yerlerini aldılar.
Oysa toplumun eğitim ve kültür düzeyi yükseldikçe, medeniyet ve çağdaş anlayış da o topluma hakim olur. Günlük hayatımızda şikâyetlerimizin temelinde yatan sebep, insanımızın maalesef yeterince eğitim ve kültürden nasibini almamış olmasıdır.
Öğretmenlerimizin sırtına bu anlamda ne kadar ağır bir yük bindiğini söylemeye gerek bile yok. Ne var ki, taşıdıkları bu sorumlulukla eşdeğer olarak onlara gereken önemi de veremiyoruz, onların en basit ve en doğal ihtiyaçlarını bile karşılayamıyoruz.
Öyle görünüyor ki, onlar da bu şartlar altında görevlerini tam olarak yerine getiremiyorlar.
En başta bir öğretmen, aldığı maaşıyla “bir öğretmen gibi” yaşayamıyor. Zannetmeyiniz ki bu sadece günümüzün sorunu... Simit satan, gece taksi şoförlüğü yapan, akşamlar işportada tezgah açarak geçimine katkı sağlamaya çalışan öğretmenlerin hikâyesi, gazetelerin magazin köşelerinde yarım asırdır yer almaya devam eder.
Durumun vahametini ve ciddiyetini bildikleri halde, hiçbir hükümet döneminde de bu sorun nedense bir türlü çözülmez. Asgari bir standartla yaşamaya çalışan, sosyal hayatı bile doğru dürüst takip edemeyen bir öğretmenin kendini öğrencilerine adaması herhalde beklenemez.
Zihni kendi iç dünyasıyla meşgul bir insanın, bildiklerini aktarması bile mümkün değildir.
Sadece geçim şartları değil öğretmenlerimizi tedirgin eden. Özellikle doğuda ve güneydoğuda, mal ve can güvenliği tehlikede olan kesimin başında da öğretmenler geliyor. Terör örgütü tarafından kaçırılan hatta öldürülen öğretmenler var.
Yetkililer sazı eline aldığında, şu kadar bin öğretmen açığı olduğundan bahsederler. Bir tarafta öğretmen açığı, bir tarafta atama bekleyen öğretmen adayları... Bu da sadece bizim ülkemize mahsus gariplikler zincirinin bir halkası olsa gerek...
Hz. Ali’nin, “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözü, dini literatürümüzde de eğitimin ne kadar önem taşıdığını vurgulamak adına hep söylenir durur. Ancak bugüne kadar bizim söylemlerimizle eylemlerimiz, bir türlü paralellik arzedemedi. Söylediklerimizi yapmıyoruz, yaptıklarımızı da söyleyemiyoruz.
Son yıllarda dilimize pelesenk olan “Eğitim şart!” deyimi, Cem Yılmaz’ın espri dağarcığından çıktığı için, gerçek anlamı düşünülmeden, sırf gırgır geçmek için kullanılsa da, eğitimin gerçekten insan hayatında çok büyük önemi olduğunu vurgulamalı ve bu yüzden bütün ciddiyetimizle hepimiz “Eğitim şart” diyebilmeliyiz.
Bunu gerçekleştirmek için de kendini mesleğine, öğrencilerine, çocuklarımıza adamış idealist öğretmenlere ihtiyaç var. Daha lise çağlarında “ben de öğretmen olup ülkeme hizmet edeceğim, çocuklara bilgimi aktarıp onların topluma yararlı bir birey olması için çalışacağım” diyebilen ve bilinçle bir tercihle öğretmenliği seçecek olan gençlere ihtiyaç var.
Bunun karşısında da hükümetlerin, her halükârda öğretmenlere sahip çıkacak güçlü, tutarlı, bilimsel ve özverili bir devlet politikasına ihtiyaç var.
Yirmi birinci yüzyılın bizim hakimiyetimize geçmesi için, ne kadar çok çalışmamız, çağdaş dünyanın gerisinden gelen bir toplum olarak ne kadar gayret göstermemiz gerektiği açıkça ortadadır. Bu gerçekler ışığında planlı bir çalışmayla öğretmenlere imkân sağlanmadığı, işini iyi yapan idealist öğretmenler yetiştirilmediği sürece, çocuklarımız eğitimlerini yarım yamalak almaya devam edecekler, toplumsal dertlerimiz de günden güne azalmak yerine, tam tersine giderek daha da artacaktır.
Âdet yerini bulsun diye her öğretmenler gününde, görevini usulen yerine getirmiş olmak için gazetecilerin öğretmenleri öven yazılar yazması da, devletin törenler düzenleyip plaketler vermesi de, maalesef yapmacıklıktan öteye geçmemektedir. Çünkü yılın geri kalan 364 günü kimse bu konuyu gündeme almamaktadır.
Problemler bir şekilde çözülmezse, kendiliğinden hiçbir şekilde ortadan kalkmayacağı gibi, başka problemleri de beraberinde getirir. Türkiye’nin kemikleşmiş dertlerinin başında, sorunları çözmeye çalışmak yerine, hep ötelemeye, geçiştirmeye, palyetif tedbirlerle günü birlik ondan kurtulmaya yönelik çalışmalar yapması gelmektedir.
Fazla ümitli olmamakla beraber, bu “Öğretmenler Günü”nde, hiç değilse bundan sonraki yıllarda öğretmenlerimize gereken önemin verilmesini, onların da öncelikle çocuklarımızı kendilerine gözü kapalı emanet edilecek şekilde yetiştirilmesini, sonra da öğretmenlik onuruna yakışır tarzda bir hayat yaşayacak ekonomik imkânlara kavuşturulmasını diliyorum.
Üzerimizde emeği geçen bütün öğretmenlerimizin bu özel gününü kutlarken, ölenleri rahmetle anıyor, yaşayanlara sağlıklı ve mutlu bir hayat diliyorum.
Biliyorum ki, ülkemizin geleceğini emanet edeceğimiz yeni nesil, ancak onların sayesinde yetişecek ve bu özlemini duyduğumuz çağdaş toplum, onların eseri olacaktır.