Herkese selam olsun… Yine aylardan Kasım… Hoş geldin sonbaharın son ezgisi… Hoş geldin bana yeni yaşımı teslim edecek ay. Zira bu ayın 27’sinde 40 yaşına basacak olmamın mutsuzluğu içerisindeyim. Bir kez daha bu yaşam denilen yolculuğun, dur durak bilmeden hızlıca geçtiğini fark ediyorum. Bu da bana garip bir acı ve ıstırap veriyor.

Pek kitabi cümlelerle başlamış oldum yazıma. İçimdeki kaotik havadan olsa gerek… Gazze’nin durumu, göz göre göre giden hayatlar… Rabbim hepsinin yar ve yardımcısı olsun inşallah…

Geçen haftamız epey sıkıntılı geçti. Kızım Masal Ebru’nun kolu, 12 Ekim 2023 Perşembe günü, voleybol dersinde kırıldı. Alelacele önce Esenyurt Devlet Hastanesi’nin ardından Beylikdüzü Devlet Hastanesi’nin acil birimine gittik. Çekilen film neticesinde kırık olduğu tespit edilip, kolunu alçıya aldılar. 10 gün sonra da alçının çıkartılacağını belirttiler. 10 gün sonrasında gittiğimiz özel hastane doktoru sayesinde, kolunun yanlış kaynadığını ve acil ameliyat edilmesi gerektiğini öğrendik. Meğerse Beylikdüzü Devlet Hastanesi’nde çalışan acil doktorları, önce bir ortopedi doktorunun desteğini almaları gerekiyormuş ve önce kızımın kırığının yerine oturtulup, öyle alçıya almalılarmış. Alçıdan sonra da tekrar röntgen çekilmeliymiş. Elbette ilk kez böyle bir durumla karşılaşınca, olaylara bir vakıfiyetimiz yoktu. Ezcümle, özel hastane doktorunun tavsiyesiyle, hemen Başakşehir Çam Sakura Hastanesi’nin aciline gittik. Ameliyatının acil olmadığını, daha sonra da yapılabileceğini ifade edip, bizleri uğurladılar. Ki oradaki ilk doktor, ilk gün çekilen röntgen filmine bakıp, bu kaynamaya başlamış diye de bir yorumda da bulundu. Beni azarladıktan 1 dk sonra…

Bu olanlardan sonra, Beylikdüzü Devlet Hastanesi’ne tekrar müracaat ettik. Bize şikâyet edin dediler… Evet, şikâyet edin. Ee, kızımın kolu… Randevu alın dediler… Şikâyet edelim, etmesine, eyvallah ama kızımın kolu (!). Nihayetinde anladım ki, orada bize yardımcı olacak kimse yok. Ben de sosyal medyamdaki arkadaşlarımdan medet aradım. Zira randevu sırasının gelmesi için 1 aya yakın beklememiz gerekiyordu. Ama bizim daha fazla zaman kaybetmemiz gerekiyordu. Değerli ilkokul arkadaşım Demir sayesinde, çok kıymetli bir doktorla tanıştım: Doktor Ömer Ayık… Ömer hocam tanıştığımız akşam bize ivedilikle destek oldu, 1 gün sonra ameliyatını yaptı. Hakkını ödeyemem, asla! İşte bu ülke böyle. Çok iyi doktorlarımız varken, diğer yandan bizleri mağdur edip, yanında olmayanlar da. Ama Doktor Ömer Ayık gibi hocalarımızı el üstünde tutmalı, değer gösterip, baş tacı etmeliyiz… Zira, yüce önder Atatürk’ümüzün, beni Türk hekimlerine emanet edin dediği nadide doktorlardan biri: Ömer Ayık… Kendisine minnettarım… Her şey için çok ama çok teşekkür ederiz. İyi ki varsınız…

Bu hafta değerli bir isimle güzel bir röportaj yaptım.

Keyifli okumalar…

HAFTANIN KEŞİF KİŞİSİ: FELSEFECİ, EĞİTİMCİ – YAZAR, SOSYAL BİLİMCİ- PSİKOTERAPİST – FİLOLOG ‘ŞÜKRÜ ALKAN’

Sizi tanıyabilir miyiz? Şükrü Alkan kimdir?

Gayet tabii. 5-6 yaşlarında Pangaltı’da yaşadım. Sonra Sivas’a döndük ve orada Köy Enstitüsü mezunu çok değerli bir ilkokul öğretmenim oldu. Bu yüzden Cumhuriyet’e çok saygım var. Liseyi bitirdikten sonra 1981 yılında Almanya’ya gittim. Cunta ve koşullarında Türk halkı çok zarar gördü. Türkiye’nin kapitalistleşmesi için yapılan bu tür darbeler cumhuriyeti ve ilkelerini temelinden sarsmıştır. Siyasal zeminde de düşündüğümde Türkiye halkı 12 Eylül’den ötürü birçok değerini kaybetmekle karşı karşıya kalmıştır. Siyasal ve Cumhuriyetin devrimci rolünün ne olabileceğini Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk gibi yazarların köşe yazılarını takip ederek değerlendirmeler yapardım.

Elbette Uğur Mumcu’yu da takip ederdim. Ortaokul 2. Sınıftan itibaren Cumhuriyet Gazetesi okumaya başlayarak önemli yazıları arşivlerdim. Maalesef darbeyle beraber, bütün arşivlerimi annem yaktığını söyledi. Ve o günden itibaren Türkiye ile bağım pek zedelendi. Çok üzüldüm.

Almanya, Berlin’de. Alman sosyal demokratlar ve yeşiller hareketiyle çalıştım. Berlin Kreuzberg ilçesinde yabancılar konseyinde çalıştım.

Türkiye’ye geldikten sonra da birçok üniversitede konferanslar verdim. İstanbul da psikoterapi çalışmalarıma devam ettim. Aile ve çift terapisi derslerini de uygulama metotları ile birlikte çalışmalarımı sürdürdüm. Ek olarak oyun terapisi kurs ve derslerini de vermiş oldum.

Her hafta Yarınlar Dergisi’nde felsefe yazılarımı yazıyorum. Şu anda Yeşil Zara Gönüllüleri derneğinde Zara’nın yeşillendirilmesi ve ağaçlandırma çalışmalarına öncelikle manevi desteğimi sunmaktayım. Cumhuriyetin ilanının 100. Yılı için 100 bin ağaç dikildi. Cumhuriyetçi genç ve arkadaşlarla bir arada bulunmak beni çok mutlu etti.

1982'nin ocak ayından 2006'nın haziran ayına kadar Federal Almanya'nın Berlin şehrinde ikamet ettim. Alman Dil Okulu'nda Almanca dil eğitimini aldım. Ağustos 1983 ve Kasım 1987 tarihleri arası 4 yıllık Eğitmen Uzmanlığı ve Eğitsel Psikoloji Bölümü'nü bitirdim. İki yıl kadar Berlin Eğitim Senatörlüğü ‘ne bağlı devlet ilköğretim okullarında kadrolu eğitmen ve pedagog olarak çalıştım.

Ekim 1989 ve Temmuz 1995 tarihleri arası da (Freie Universitet Berlin) Berlin Hür Üniversitesi'nde Germanistik Fakültesi Alman Dili, Dilbilimi ve Alman Edebiyatı öğrenimi ile Sosyal ve Ruh-Bilimler Fakültesi Sosyoloji, Psikoloji ve Felsefe bölümlerini okuyarak Lisans ve Yüksek Lisans düzeyinde master M.A programlarını tamamladım.

1989 - 2006 yılları arası farklı gelişimler için geliştirilen pedagojik ve eğitim yöntemleri konseptleri çerçevesinde Berlin Sosyal Hizmetler ve Aile Eğitim Müdürlüğü'nün koordinatörlüğünde aile eğitim danışmanlığı olmak üzere çocuk ve ergenlik dönemleri ile ilgili gelişim sorunlarını kapsayan faaliyet ve çalışmalarda bulundum. Ayrıca psikoterapi devlet sınavına katılarak terapist olarak Berlin'de 7 yıl boyunca Praxis Medial kurumunda çalıştım.

1984 - 2004 yılları arasında Berlin'de 'Sistematik ve Entegratif Aile ve Çift Terapi Enstitüsü'nde eğitim ve öğretim görerek (Kolluquium) 14.09.2005 tarihinde yazılı, sözlü ve uygulamalı terapötik sınavlarını kazanarak yaklaşık 1000 saat teorik ve pratik uygulamalı ders ve ünitelerine katılıp Aile ve Çift Terapisti olarak mezuniyet sertifikasını aldım.

1999 - 2006 tarihleri arası iki farklı kurumda sunulan Aile Eğitim Danışmanlığı, psikososyal ve sistematik-terapötik hizmetleri departmanında hem gezici hem de yerinde Aile ve Çift Terapisti olarak çalıştım. 

Türkiye'ye 2006 yılında geldiğinde Sivas’ta Millî Eğitim Bakanlığı özel eğitim kurumunda ve dershanede Rehberlik ve Felsefe öğretmenliği yaptım. Ayrıca Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı engelli çocuk ve gençlerin ebeveynlerine sağlık, eğitim, sosyal ve engellilere yaklaşımlar sorunsallığında engellilerin farklı engellikleri konusunda aydınlatıcı ve yönlendirme, metot ve yöntemler kapsamında çalışmalar yaptım.

2015 - 2016 tarihleri arası İstanbul'da Haliç Üniversitesi Öğretim Görevlisi olarak psikoloji tarihi ve psikopatoloji dersleri verdim. 10 yıl kadar da İstanbul Yeniden Eğitim ve Sağlık Derneği’nde çeşitli alanlarda terapi dersleri vermiş olup; İstanbul Felsefe-Sanat ve Bilim Derneği üyesiyim.

2 adet kitabım var: Sosyo- Antro Psiko-Felsefe ve Antro Psiko Felsefe. Tüyap’ta imza günlerim var. 3. Kitabım da yolda. Almanya da yayımladığım Bilim Yayınevi’nde dil bilim kitabım var. Türkiye’de dil devrimi ve dilin gelişimi ile ilgili dil sorunu tezimden yola çıkarak bir kitap yayımlandı. 30 yılı aşkın oldu.

“Almanya’da hocalarım, Kant gibi Almanca makaleler yazdığımı söylerlerdi.”

Almanya’ya neden gittiniz?

Babam Türkiye’ye geldikçe Almanya’nın çok demokrat bir ülke olduğunu söylerdi. 9 yaşındayken köyün meydanında, bir Türk marşı söyleyerek, ben Almanya’ya gideceğim diye bağırmıştım. Babam 1970‘de Almanya’ya gitmişti. Ben de babama hep Almanya’ya gitmek istediğimi söylerdim. Ne yapacaksın burada derdi. Ben de üniversite okuyacağım derdim. Babam hep zor olduğunu söylerdi. 1979’da babama bir mektup yazdım: “Türkiye’de bu şekilde yaşamaya isteğim yok, kaotik bir ülke olmaya doğru gidiyoruz; ülkemiz toliter ve teokratik bir rotada maalesef ilerlemektedir”.

Babam, annemin de konuşması sonucunda ikna oldu ve beni Almanya’ya çağırdı. Sonra üniversite yaşantım başladı. Kafama koydum, Almanlardan daha iyi Almanca konuşacağım dedim. Dil felsefesi üzerine çalıştım. Hayallerime kavuştum. İnsan koşullarını kendi yaratacak. Ben kütüphanelerde geceler boyunca Hegel ve Kant okudum. Almanya’da hocalarım, Kant gibi Almanca makaleler yazdığımı söylerlerdi.

“Felsefe sadece bilgiyi sevmek değildir, kimi zaman egemen olan mekanizmaya kafa tutmaktır.”

 Neden felsefe?

Lisedeyken, Vahap Sümbüloğlu adında çok değerli bir felsefe hocam vardı. Çok iyi bir dinleyici, iyi bir sorgulayıcıydı. O beni çok etkiledi. Ayrıca, felsefe kitabının ilk sayfasını okudum. Resmen beni dağladı. Sokrates’in söylediği o cümle: “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir. “Ayrıca Aristotales’in: “Bir ülkede orta sınıf olacak ki, demokrasi olsun. “Bu cümleler beni çok etkiledi. Bu ülkede, bu mekânda yapmamız gerekenler neler diye düşünmeye başladım. Böylelikle felsefe benim için çok başka bir yere yerleşti. Felsefe sadece bilgiyi sevmek değildir, kimi zaman egemen olan mekanizmaya kafa tutmaktır. Eleştirel bakışla. Felsefe yapmak, felsefeyi eleştirmektir. Felsefe benim için bir hayat damarı gibidir. Hayat bulmanın damarı gibi. Çok seviyorum felsefeyi. Sosyolojiyi de seviyorum. İnsanı anlama, nereye doğru rota çizdiğini anlama, psikolojinin en temel ögelerinden biridir. Psikanaliz, bilinmeyenin bilimi olarak bir kültürel platform sunmaktadır.

Ülkede felsefe adına nasıl hamleler yapılmalı?

Niçin felsefe yaptığını bilmeli kişi. Felsefe ile neyi çözeceğim? Felsefe beraberinde sorgulamayı getiriyor. Totaliter manada ele almadan, objektif bir şekilde ele almalı. Bu ne demek boğazdan bir yük gemisi geçiyor. Kaptan büyük bir dikkatle boğazdan geçmeli. Bak ve gör. Ben nasıl görüyorum, kaptan nasıl görüyor? Benim algıladığım senin çemberinde var mı? Kişi kendi fikrini oluşturmalı. Türkiye’de tartışmak denilince kavga anlaşılıyor. Tartmak anlaşılmalı. 100 yıl önce söylenen söz çok doğru diyerek yola çıkılmaz, onu da günümüze göre düşünmeli ve tartmalıyız.  Kent hayatı demokrasiyi getirir der Aristo. Köyde yaşadığınız zaman bunu yaşayamazsınız. Köyün kendi içinde bir yaşantısı ve ihtiyaçları vardır. Rutindir. Ama kentte bir iletişim dünyası vardır.

Yeni kuşağın aileleri tarafından gençler ve çocuklar fazla korunaklı bir çevrede büyüyor. Bu da gençlerin, çocukların düşünmesini engelliyor. Elbette sosyal medya da buna etki ediyor.

“Felsefe öğrenilmez, yapılır.”

Günümüzde gençler, çocuklar kitaptan çok uzaklaştı. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

Günümüzde acıdan uzaklaştığımızı düşünüyorum. Haz odaklı bir nesil oluştu. 12-13 yaşlarımda bodrum katında sabaha kadar Marx, Lenin, Atatürk’ün yazdıklarını okuyordum. Sabahleyin ise okula gidiyordum. Ülkemizin geleceği konusunda tereddütlü idim. Nazım Hikmet diyor ki, ‘Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa!’

1-      Acıyı duyumsamamak için hazzın öne geçip totaliter konum içinde yaşayan insan empatiden uzaklaştı. Ülkenin geleceğini düşünmüyor Genelini bir sepete koymuyorum elbette. Ama genelleme yapmadan da bilim yapılamaz. Yeni nesil, yeni giyimlerle, fast foodlarla iğdiş edilen bir nesil yarattı. Felsefe yapmayı da bıraktı… Sistem de bunu istiyor zaten.

2-      Bu kitabı okuma! Testini çöz. Dersine çalış. Tüm ebeveynlerin dedikleri sadece bunlar…

3-      Anne, baba da kitap okumuyor. Bir araya gelip, okumak lazım, tartışmak lazım. Felsefe öğrenilmez, yapılır.

Nazım Hikmet, Yaşar Kemal okuyacak. İlhan Selçuk çok önemli bir isim. Uğur Mumcu keza. Yakup Kefenek. Kemalizm budur. Laikliği koruyacak kitleler olmazsa, laiklik olmaz. Şu anda mutlu olmayan bir nesil var. Birçok ülkede de durum bu. Şu anda Gazze’de olan olaylar 1970’lerde olsa, tüm dünya ayağa kalkardı. Ama halklar ne hale getirildi. Deniz Gezmiş ve arkadaşları gidip, Filistin de savaşmışlar. Şimdi kim gidecek? Düşündüğünüzü yazabilmeniz lazım. Almanya’ya gittiğimde, Alman İçişleri Bakanlığı’na mektup yollayarak kanunlarının çok ırkçı olduğunu yazdım. Ayrıca bunu yayımlattım. Yanımda güçlü avukat ordusu vardı. Bana cevaben bir mektup geldi, bu tavrımdan vaz geçmemi istediler.

“Aşk baş döndürücüdür. Sevgi ise bütün dünyayı döndürür.”

Birazdan aşktan bahsetmek istiyorum. Aşka dair neler söylemek istersiniz?

 Aşk, bir ihtiyaçtır, duygudur. Sevgi eylemdir. Davranışlarımızda gösteririz. Aşkta şu var. Aşk baş döndürücüdür. Sevgi ise bütün dünyayı döndürür. Sevgiyle yapılan her eylem, çiftleri memnun eder. Aşk bitmiyor. Aşk yerini sevgiye bırakıyor. Aşk tamamen bitmiyor. Bir baraj görevi görüyor. Yüzde 15 de reelde devamda eder. Empati mekanizmasını hareket geçirince o ilişki devam eder.

Geçen sene Montreal’deki bir üniversiteden konferans vermek için davet edilmiştiniz. Bundan biraz bahseder misiniz?

Evet. Montreal’e giden birkaç öğrencim, Alman ekolünden psikanaliz eğitimi verdiğimi söylemişler. Bunun üzerine davet edildim. Beykent Üniversitesi’nden de onların önerdikleri kişi de ben olunca, beni çağırdılar. Psikanaliz dersini verdim. Eğitimi Türkçe verdim. Simultane çevirisi yapıldı. Benim için çok keyifli 3 ay oldu.

Bu sene kitap fuarında da imza günleriniz olacak. Hangi günler orada olacaksınız?

3 ve 4 Kasım tarihlerinde Tüyap Kitap Fuarı’nda olacağım. Ateş Yayınları standında saat 13-17.00 ye kitaplarımı imzalıyor olacağım. Herkesi bekliyorum.

"Günümüzde haz totaliter bir şekilde ilerliyor, duygu ve empati meselesi bir problem ancak rasyonel ve akıl yürütme becerisi de pek azaldı.”

 Günümüzde empati yok denilecek halde. Bununla alakalı düşüncelerinizi merak ediyorum doğrusu…

Büyük travmalar yaşayan toplumlar empati yapmakta zorlanırlar. Savaş mağduru olana siz empati yapmak zorundasınız. O olayı sizin duyumsamanız lazım. Bugün yaşadığım bir olay: Bir baba, çok yoğun çalışıyor. Kızı yanında. Baba terzi. Kızı düştü ve ağlamaya başladı. Babası kızına, ağlama seni yoksa döverim, zaten gerginim, diyor. Çocuğu anlamadan bunu söylemesinden acı duydum. Dayanamadım, babasını çektim kenara. Bunu yapmayın, çocuğun canı acıdı, dedim. Acısını ortak olacaksınız, dedim. Okşayıp, şefkat göstermelisiniz. Günümüzün sorunu bu. Herkes çok fazla çalışıyor. Maalesef her şey hızlıca halledilmeye çalışılıyor. Eskiden ebeveynler daha sevgi gösterebiliyordu. Günümüzde haz totaliter bir şekilde ilerliyor, duygu hissetmesini engelliyor.

“Bağ kurarak…”

Umut denen meşale içimde yanmıyor epeydir. Eminim toplumdaki birçok kişi maalesef benim gibi… Buna dair neler söylemek istersiniz?

Hayatı iyi yaşamak istiyorum diye ümit ediyorum. Peki bunun için ne yapabilirim? Günümüzde birçok kişinin umudu elinden alındı. Mesela iyi beslenemiyorum, yeme hakkım kalmadı. Bu da insanı çok kırıyor, yıpratıyor. Yaşadığı çevrede varlığı tehdit altında. Bireyi yaşadıkları dünyadan uzaklaştırdı. Neden bu dünyaya getirildim diye sorabilir. En iyi nasıl yapabilirim? Bağ kurarak. Sevdiğiniz insanlarla bağ kurarak. Yalnız kalmadan… İlişkileri bitirince ümit etmekten uzaklaşıyoruz. Ben şöyle diyorum, günümüz Cumhuriyet’i bize neler sunuyor? Nasıl bir Türkiye istiyorum, yaşadığım ülke nasıl olmalı? Bunun için var olmalıyım, mekânlarda bir şeyler üretmeliyim. Yapmak zorundayız. Yani bağ kurmak elzemdir. Bağı koparmak kolaydır. 20 yıllık ilişkiyi bitirebiliyoruz. Bağ kurabileceğimiz insanı iyi tanımak lazım.

Ülke olarak büyük bir depresyondayız. Kolay zamanlardan geçmedik. Çok acılar gördük maalesef. Bunun sonuçları neler sizce?

İnsanların kendi duygularıyla buluşamaması, şizofrenik bir yarılma yaratıyor. Empati yapamamalarının nedeni de bu. Daha önce yaşananları es geçmemek lazım. Öldürmek de bir haz.  Haz sporu. Öldürmeden rahatlayamıyor. Kendi haz duygularına kurban edecek bir hale dönüşüyor.

Günümüzdeki aşklar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aşkı günümüzde kadınlar metaya dönüştürdü. Bu bir ticarete dönüyor. Evlilik, ben senden bunu istiyorum, şunu istiyorum dönüştü. Aşk ve sevgi sizin için ne demek, iyi düşünülmeli. Aşk duygusu metaya dönüşünce, evliliklerin boşanmaya dönüşme riski büyük.

Şükrü beye bu keyifli röportaj için çok teşekkür ederim. Kendisiyle tekrar güzel bir röportaj da buluşmak umuduyla…