Bazan incir çekirdeğini doldurmayacak kadar gereksiz konulara öyle kafayı takıyoruz ki, günlerce tartışıp duruyoruz. Bu arada önemli konular arada kaynayıp gidiyor. Bu kendi özel hayatımızda olduğu gibi, toplum hayatımızda da böyle.

Son yılların gazetelerini açıp bir bakın, tamamen magazin ağırlıklı haberlerle dolu. Okuyucu magazini mi seviyor, magazin okuyucuyu mu celbediyor, orası yumurta tavuk hikâyesi.

İlk kez ne zaman hayatımıza girdi tam hatırlayamıyorum ama, bayram tatillerinin 9 gün olma meselesi, senede iki defa gündemimizi hayli meşgul ediyor. Olacak mı olmayacak mı tartışmaları, beklentileri, heyecanı, üzüntüsü, sevinci… Karmakarışık…

Kim haklı kim haksız, kim mutlu kim mutsuz hiç düşündünüz mü?

Resmî tatil bir kere sadece kamu görevlilerini etkileyen bir karar. Özel sektörde çalışanlar ne yapsın! Sadece çalışanlar değil, çalıştıranlar da dertli. Adam işçilerine izin verse bir türlü vermese bir türlü. Ha, bu arada işçilerin hepsi de dokuz günlük tatilden memnun mu sanıyorsunuz.

Gerçi tatil tatildir, işe gitmemek de tembel milletimiz için sebebi bilinmeden sevinçle karşılanan bir durum. Bu alışkanlık taa ilkokuldan başlar. Boş geçen bir ders bile çocukları öyle sevindirir ki… Evet konuyu dağıtmayalım, diyelim ki dokuz gün tatil oldu. Sadece işe gitmemek yeter mi? Yetmez.. Şöyle bir sahil beldesine gidip deniz, kum, güneş, doğanın nimetlerinden faydalanamıyacaksak  tatil ne işe yarar?

Deniz, kum, güneş aslında bedava. Ama bunun oteli var, yol parası var, mayosu var, bronzlaşması var, kremi var, falan filan… Öyle valizini alıp tatile çıkmak her babayiğidin harcı değil, sizin anlayacağınız. Unutmayalım, işte bu dokuz günlük tatillerde eve hapsolmak zorunda kalan boynu bükük vatandaşlarımız da var. Neyse ki devletimiz bu bayram onlara acıdı ve tatili dokuz güne çıkarmadı.

Gerçi gerekçesi bu değil, siz de gazetelerden okumuşsunuzdur, Bodrum’da oteller dolu olduğu için, tatil dokuz güne çıkarılmamış… Ne acayip bir gerekçe… Demek ki bugüne kadar otelleri doldurmak için resmen tatil yapıyormuşuz.

Meseleye tersten bakarsak bunda da bir gariplik var. Memleket battı, ekonomi kötüye gidiyor diye feryat figan bağırılırken, otel doldurmak için resmi tatile bile ihtiyaç kalmaması size de anlamlı ya da anlamsız gelmiyor mu?

***** 

Tatil denince bizim çocukluğumuzda akla Bodrum, Kuşadası gelirdi. Çünkü zengin tayfanın yaz sıcağında soluğu aldığı yer sadece buralardı.

Üstelik o zamanlar Bodrum ve Kuşadası, kıvrım kıvrım yollardan otobüsle saatlerce gidilen avuç içi kadar bir yerdi. Şimdi maşallah ikisi de devasa şehir olmuş. Bunun yanına da Bodrum’u, Kuşadası’nı katbekat geçen yüzlercesi eklenmiş. Sahillerimiz boydan boya dolup taşıyor. Yollar dersen kaymak gibi. Otobüs ne ki, otobüs fiyatına hatta daha ucuz uçak var, zaten herkesin altında da arabalar son model.

Araba ve yol deyince geçtiğimiz günlerde açılan İstanbul-İzmir otoyolundan bahsetmemek olmaz. Yiğidi öldür, ama hakkını yeme demiş ya atalarımız, Ankara’dan sonra İzmir de İstanbul’a otobanla bağlandı. Osmangazi köprüsüyle yolu bir hayli kısaltmak da mümkün olunca artık üç buçuk saatte İstanbul’dan İzmir’e gidiliyormuş.

Memnun muyuz, mutlu muyuz? Yoo… Bunun için bir otomobil 256 lire ek ücret ödüyormuş. Hani bir deyim vardır ya, hem şoför mahalli, hem pencere kenarı olmaz diye. Hem hızlı gideceksin, hem bedava gideceksin, bu da olmaz değil mi?

Otomobil aslında pahalı bir araç. Bu yüzden zengin işi, yani lüks diyebiliriz. Ama öte yandan da bir ihtiyaç. İnsanın ailece huzurlu bir seyahat edebilmesi için gerekli bir alet. Eskiden herkesin bir atı-eşeği olurmuş ya, şimdi de bir arabası olmalı diye düşünüyor insanlar.

Eğer bu bayram tatile değil de köyünüze giderseniz, etrafınıza bir bakın bakalım, yirmi otuz sene evvel hangi evin önünde araba vardı, şimdi kaç evin önünde var. Ülkemizdeki trafiğe kayıtlı araç sayısı tam 22 milyonmuş. Artık hesabını siz yapın, ben ne diyeyim.

***** 

Yaz geldi, pazarlarda ucuzluk başladı. “Her şey bir lira” diye bağıran pazarcıları görünce insan sevinmeden edemiyor. Hatta bazı pazarcılar “her şey güzel olacak” diye bir yerlere gönderme bile yapıyorlar. Bununla bir bağlantısı var mı yok mu doğrusu ben bilemiyorum. Keşke olsa da işler tersine dönse…

Peki pazarda bir liraya satılan mal, acaba üreticiden kaç kuruşa alınıyor? O zavallı insanlar yıl boyunca çoğumuzun hiç de yapmak istemediği işleri yaparak o ürünleri yetiştiriyorlar. Karşılığını alamazlarsa seneye yine uğraşırlar mı?

Nitekim hep duyar biliriz. Patates soğan ucuz olunca köylü ekmez, böylece gelecek sene üretim az olduğu için pahalanır. Bu sefer iyi para ediyor diye herkes soğan patates eker, sonraki yıl da sudan ucuza gider, işin tabiatı bu.

Yine bildiğimiz bir şey varsa, köyündeki varını yoğunu bırakıp büyük şehirlere göç edenlerin gerekçelerinden biri de “yaz kış o kadar uğraşmaya değer mi, ihtiyacım kadarını pazardan alırım, geçinirim” felsefesidir.

Bunda doğruluk payı da yok değil. İnsanların sadece kendi ihtiyacını karşılayacak kadar tarım yapması, herkesi yıl boyu meşgul eden, ama karşılığı tam olarak alınamayan bir uğraştan öteye gitmez. Sanayileşmenin getirdiği imkânlarla, tarımda da verimli ve toplu üretim yapmak, birim fiyatını bu şekilde ucuza getirmek hem mümkün, hem gerekli.

Bu konularda neler yapılıyor, ne gibi gelişmeler var, hükümetimiz bu konularda bize hiç bilgi vermez. Sadece bu konularda mı, hemen hemen hiçbir konuda… Vatandaş memlekette ne olup bittiğinden hep habersizdir.

Kaz dağlarında binlerce ağaç kesilmiş, tepede cascavlak bir görüntü oluşmuş, bizim sonradan haberimiz oluyor. O da dış kaynaklardan verilen bilgilerle. Adamlar bize bu bilgiyi iyiliğimiz için mi veriyorlar, kötülüğümüz için mi, o da üzerinde durulması gereken ayrı bir konu.

Halbuki her şey şeffaf olsa, hükümet dese ki, ey vatandaş ben senin iyiliğin için şunu şunu yapıyorum. Bize şöyle fayda sağlayacak, ekonomimize böyle katkı yapacak. O zaman biz de hem insan yerine konmuş, hem de kaynağından doğru bilgiyi almış olmaz mıyız?

Hayatımızdaki problemlerin büyük çoğunluğu, bilgiyi saklamak, zamanında gereken kişilere veya yerlere ulaştırmamaktan kaynaklanır. Sonra da bizden duyulması gereken haberi karşımızdaki başkalarından alınca hem yıkılır, hem de bize olan güveni sarsılır. Sanırım bugünkü hükümetin durumu buna çok benziyor.

**** 

Diyeceksiniz ki hem magazin haberlerinden şikâyet ediyorsun, hem de o kadar ciddi konular varken eften püften şeylerden bahsediyorsun. S-400’ler, Amerika’nın tavrı, PKK terörü, Fırat’ın doğusu, Kıbrıs’ta petrol arama meselesi, Avrupa Birliği, Yunanistan… falan filan..

Bir bayram yazısında bu kadar da ciddi ve sıkıcı meselelerle canınızı sıkmak istemedim. Hem onlarla uğraşmak, daha doğrusu o problemleri çözmek üzere biz Cumhurbaşkanlığı hükümetini seçmedik mi? Herkes kendi işiyle uğraşır, işini tam yaparsa mesele kalmaz.

Ama seçtiğimiz kişiler de bizim toplumumuzun insanı olduğu için, kendi işlerinden çok başkalarıyla uğraşıyor derseniz, doğrusu size “haklısınız” demekten başka bir şey söyleyemem. Simitçi bile ben başbakan olsam diye söze başlar ya bizde. Gerçi başbakan da kalmadı artık ülkede ya.

Herkes kabul ediyor ki, sayın cumhurbaşkanımız gerçekten gece gündüz demeden çalışan,  her konuyla en ince ayrıntısına kadar ilgilenen, hatta ayrıntılara çok önem veren bir devlet adamı. Bir de   “Bay Kemal”le uğraşmak zorunda kalmasa her şey daha güzel olacak.

Hepinizin bayramını en içten dileklerimle kutluyor, daha güzel günlerde birlikte olalım inşallah diyorum. İyi bayramlar, iyi tatiller…