Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizi korumak için takip etmemiz geren politikaları çeşitli nedenlerle yerine getirememiş olmamızdan dolayı, son çare olarak (Köprüden önce son çıkış olarak nitelendirdiğim) Libya’daki Sarraj Yönetimi’yle yapmış olduğumuz Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması, geçerliliğini korumaktadır. Ancak Libya’daki durum sıkıntılıdır. BM’nin de kabul ettiği Sarraj yönetimi zor durumdadır. Hak ve menfaatlerimizi korumak için ilave girişimlerde bulunmaya ihtiyaç vardır.

Libya’da istikrarsızlık ve kargaşa devam ediyor 

Bilindiği üzere Libya’da durum uzun süreden beri istikrara kavuşamamıştır. Aşiretler ve kabileler etkili durumdadır. Batıda Sarraj’ın lideri olduğu ve ülkenin yaklaşık %20’sini kontrol eden ancak nüfusun çoğunluğunu teşkil eden Trablus yönetimi, doğuda da %60’ını kontrol eden, liderliğini de Hafter’in yaptığı Tobruk yönetimi bulunmaktadır. %20’si ise güneydeki bazı aşiretlerin kontrolündedir.

Trablus’taki Sarraj hükümeti (Ulusal Mutabakat Hükümeti “UMH”) BM tarafından kabul edilen yönetimdir. Türkiye’nin avantajı, anlaşmayı bu hükümetle yapmış olmasıdır. Hafter yönetimi resmen tanınmamaktadır. Üstelik darbeci, isyancı, hatta terörist olarak nitelendirilmektedir. Fakat askeri açıdan güçlü olan taraf Hafter yönetimidir. Ayrıca bu yönetim başta Rusya olmak üzere, Mısır, S.Arabistan ve BAE tarafından desteklenmektedir. Fransa da Hafter’e avantajlar sağlamaktadır.

Sarraj güçleriyle Hafter güçleri çatışma halindedir. Tarafları destekleyen ülkeler, stratejilerini kendilerine menfaat sağlayacağını düşündüğü taraftan yana geliştirmektedir. Hafter güçleri, hava gücünün de etkisiyle durum üstünlüğüne sahiptir.

Trablus işgal tehdidi altında

Çatışmalar devam ederken, Hafter güçleri, kendisini destekleyen diğer ülkelerin illegal güçleriyle birlikte Trablus’un doğusundaki sahil kenti Sirte’ye yoğun bir saldırı düzenlemişler ve kenti ele geçirmişlerdir.

UMH hükümeti ise bir açıklama yaparak, kendi güçlerinin kenti savunma imkânı olduğunu, ancak kentteki 120 bin sivilin can güvenliğini göz önünde bulundurarak kontrollü bir şekilde geri çekildiklerini ifade etmişlerdir. Diğer taraftan bazı aşiretlerin çatışmada saf değiştirmesinin de Sirte’nin kaybedilmesinde rol oynadığı söylenmektedir.

Hafter, Türkiye’nin UMH’yle anlaşma yapmasına tepki göstermiş ve aşiretleri Türklere karşı çatışmaya çağırmıştır. Hafter, Türkiye’nin UMH’yle yaptığı Deniz Sınır Anlaşmasını takiben Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması yapması ve UMH’nin çağrısıyla TBMM’nin Libya’ya asker gönderme karını alması karşısında daha da hırçınlaşmış ve UMH’ye saldırılarını yoğunlaştırmıştır.

Türkiye’nin UMH’yle yaptığı Deniz Sınırı Anlaşmasının yürürlükte kalması, bu hükümetin ayakta kalmasına bağlıdır. Türkiye’nin Libya için yapacağı askeri düzenlemelerin, fiilen çatışmaya girmeden kısa sürede etkisini göstermesi zarureti vardır. 

Bu nedenle başta hava savunmasını sağlayacak ekipman, danışmanlık, organizasyon ve diğer askeri desteklerin doğrudan çatışmaya girmeden harekete geçirilmesinde çabuk hareket edilmelidir. Diğer taraftan da çok taraflı diplomasinin yürütülmesi gereklidir. Aksi taktirde Trablus’un her an için işgal edilerek Sarraj yönetiminin düşürülmesi, yapılan kuvvet mukayesesinden çıkan sonuca göre güçlü bir ihtimaldir.

Libya’da ateşkes çağrısı

08 Ocak 2019’da Rusya Devlet Başkanı Putin’in, Türk Akımı boru hattı törenine katılmak maksadıyla Türkiye’ye yaptığı ziyaretin diplomasi açısından önemli gelişmelere fırsat yarattığı görülmüştür.

Yapılan ikili görüşmelerde ve ortak açıklamada Suriye konusunda mevcut mutabakatların uygulanmasında kararlılık gösterilmesi ifade edilirken, Libya konusunda önemli bir adım atılmasına da şahit olunmuştur. Bu adım Libya’da 12 Ocak 2020 saat 00.00’dan başlamak üzere ateş kes çağrısı yapılmasıdır. 

Rusya’nın Hafter’le olan ilişkisi, Türkiye’nin de Sarraj’la mutabakat içinde olması ve ona olan desteğinden dolayı bu çağrının arkasının dolu olduğu ve uygulanabilir olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuya ilgili ülkelerin de destek vermesinin, bu ay sonunda yapılacak olan Berlin görüşmelerinde olumlu sonuçlar alınmasına yardımcı olacağı düşünülmektedir.

ABD-İran gerginliğinde Türkiye’nin konumu önemlidir. Küresel güçler ve bölge ülkeleri nezdinde harekete geçilmesi olumludur. Burada takındığımız tutum ve taraflara itidal çağrılarımız gerginliğin azaltılmasında etkili olmaktadır. 

Alternatif anlaşmalar için çaba sarf edilmeli

ABD-İran gerginliğindeki davranışlarımızın, Rusya’yla olan mutabakatlarımız ve çağrılarımızın Libya konusunda da etkili olması beklenmektedir. Bu atmosferden istifadeyle Türkiye’nin ve KKTC’nin hak ve menfaatlerinin korunması için, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle süratle temasa geçilmeli ve anlaşma zemini oluşturulmalıdır. 

Bu anlaşmalarda, kıyı itibariyle etkin olan ve yeni bir anlaşmanın kendisinin de menfaatine olan Mısır öncelik almalıdır. Takiben, hatta eş zamanlı olarak Suriye, İsrail ve Lübnan’la yapılacak Deniz Yetki Alanları Anlaşmaları (Kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge kapsamında), hak ve menfaatlerimizin korunmasını pekiştirecektir.

Bu girişimler için geç kalınmamalıdır. Durum her an değişebilir. Bu ülkelerle anlaşmak için ideolojik ve duygusal düşünceler geride bırakılmalı, real politik ön planda tutulmalıdır. 

Libya’ya olan desteğimizin doğalgaz ve petrol için yapıldığına ilişkin açıklamalar uygun değildir. Açıklamalarımızda desteğimizin asıl amacının, deniz yetki alanları konusundaki menfaatlerimizi korumak ve aynı zamanda bu ülkeye istikrar sağlanmasına katkı sağlamak olduğu vurgulanmalıdır.