Bu günlerin en güncel konusu olan Libya meselesi, yanlış politikaların doğru kararlarla düzeltilmeye çalışılmasının son örneğidir. Bir noktada buna “köprüden önce son çıkış” da diyebiliriz. Ancak bu ve buna benzer konuların başarıya ulaşması çok zordur. Büyük fedakârlıklar ister bedeli yüksek olur.

Askeri literatürde “yığınakta yapılan hata, sonradan düzeltilemez” “stratejide yapılan hata taktiklerle düzeltilemez” diye tabirler vardır. Bu nedenle seçilecek politika ve uygulanacak stratejilerin başlangıçta doğru tespit edilebilmesi gerekir. Bunun için, gerçek verilere/referanslarla dayanan ve bu işi bilen kişilerce yapılan iyi bir durum muhakemesine ihtiyaç vardır.

Yanlış politikalar

Doğu Akdeniz’de etkili olabilmenin yolunun, buraya kıyıdaş ülkelerle iyi ilişki ve doğru diplomasi yürütülmesinden geçtiği öngörülememiştir. İlişkilerde ideolojik düşüncele ve duygusallığa ağırlık verilmiş, gerçekler görmezden gelinmiş, sonrasında da iş inada binmiştir.

Suriye

Suriye ile olan ilişkilerde, Esat’ın başarılı olamayacağı düşünülmüş, kontrolü kaybetmesinin sınır güvenliğimizi tehlikeye atacağı anlaşılamamış, ona olan Rusya’nın desteği görülememiş, ABD’nin teröre destek verebileceği hesaplanamamıştır. Daha sonra da kendi halkına verdiği eziyet ve zarar ön planda tutularak, ulusal çıkarlarımız geri plana bırakılmıştır. Yanlış politika ve stratejileri düzeltebilmek için, Rusya ve İran ile sağlanan mutabakatlar neticesinde, Suriye kuzeyine yapılan üç büyük harekâtla ve İdlip’teki uygulamayla durum kontrol altına alınmaya çalışılmıştır.

Bu kapsamda diplomatik ilişkilerimiz kesilmiş, Doğu Akdeniz’de Suriye’yle yapılması gereken yan deniz yetki alanı anlaşması gerçekleştirilememiştir.

İsrail

İsrail’le olan ilişkilerin kontrollü götürülememesi, ABD’deki Yahudi Lobisinin bugüne kadar Türkiye lehinde olan davranışlarının ve etkisinin tersine dönmesine neden olmuştur. Bu da, “sözde” Ermeni meselesinden yaptırımlara kadar uzanan konularda sıkıntıların ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir.

Bunların sonucunda İsrail’le diplomatik ilişkilerimiz kesilmiş, Doğu Akdeniz’deki Rum-Yunan ittifakıyla birlikte hareket etmesinin önü alınamamıştır.

Lübnan

Lübnan’la ilişkilerimizin kötü olmamasına rağmen onunla da zamanında deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması yapılamamıştır.

Mısır

Doğu Akdeniz’de geniş bir kıyısı olmasından dolayı deniz yetki alanları için önemli bir durumda bulunan Mısır’la da zamanında bu konuda bir anlaşma yapılması mümkün olmamıştır. Sonradan da dünyanın tanıdığı yönetime, “darbeci” sıfatıyla uzak durulmuştur.

Bu ülkeyle de diplomatik ilişkiler kesilmiş, çok önemli olabilecek deniz yetki alanları anlaşması zamanında yapılamamıştır.

Diğer

Bütün bunların yanında geçmişte, AB’den müzakere tarihi alabilmek uğruna Kıbrıs konusunda yapılan politik hatalar, Yunanistan’ın teşebbüs ve uygulamalarına ses çıkarılmaması ve iç politikada çeşitli ideolojik ve siyasi düşüncelerle, TSK’nın etkisizleştirilmesi başta olmak üzere, başka konulara odaklanılması, yönetimin asıl memleket meselelerine eğilmesini ikinci plana itmiştir. GKRY’nin deniz yetki alanları konusunda kıyıdaş ülkelerle yaptığı anlaşmalara ve kurduğu ortaklıklara seyirci kalınmıştır.

Köprüden önce son çıkış Libya

İşte böyle bir ortam içinde, kendimizin ve KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizi korumak, deniz üstü ve altı kaynaklarından hakkımız olanı alabilmek, etkinliğimizi kaybetmemek ve her türlü çıkarımızı gözetmek için, bu konudaki son nokta olan Libya’yla Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması yapılmıştır. Bu anlaşma, hataları düzeltebilecek doğru bir adım olarak nitelendirilmektedir.

Ancak Libya, “Arap Baharı” ile başlayan bir iç çatışma içindedir. Bu çatışma halen devam etmekte ve gittikçe artmaktadır. Çatışmada başlıca iki taraf vardır. Bunlardan biri Trablus merkezli ve “ihvan” görüşlü Sarraj Hükümeti, diğeri de Tobruk merkezli Hafter hükümetidir. 

Buradaki avantajımız, anlaşmayı BM’nin tanıdığı ve uluslararası kamuoyunun kabul ettiği Sarraj hükümetiyle yapmış olmamızdır. Hafter hükümeti yasadışı olarak görülmektedir. Ancak Rusya başta olmak üzere birçok ülke Hafter’i desteklemektedir. Hafter’i destekleyen ülkelerin, Doğu Akdeniz’de çıkar elde etmenin yolunun Sarraj hükümetini devirmekten geçtiğini hesapladığı ve stratejilerini buna göre yönlendirdiği anlaşılmaktadır.

Burada kritik olan husus, Hafter’in çok daha geniş bir alanı kontrol etmesi ve gücünün, aldığı desteklerin de katkısıyla daha fazla olmasıdır. Her an için Trablus hükümetini devirme tehlikesi mevcuttur. Bu nedenle Libya’yla yaptığımız anlaşmanın devamlılığının sağlanması Sarraj hükümetinin ayakta kalmasına bağlıdır.

Bu nedenle Askeri güvenlik ve işbirliği anlaşması yapılmış olup, şimdi de Libya’ya asker gönderilmesi için teskere TBMM’de oylanacaktır. Teskerenin kabul edilmesi beklenmektedir.

Türkiye’nin Libya’nın içinde bulunduğu bu çatışmada taraf olması, maalesef geçmişte yapılan politik ve stratejik hataların sonucunda karşı karşıya kaldığımız bir talihsizliktir. Ancak durumu kurtarmak için istemeyerek de olsa bir çare olarak görülmektedir. Diğer bir değimle “köprüden önce son çıkış” tır.

Türkiye’nin yapılan anlaşmayı ayakta tutabilmek için yapacağı askeri yardım ve vereceği desteğin boyutları çok geniş olabilir. Asker de gönderebilir. Ancak doğrudan bir çatışma içine girmekten mutlaka kaçınılmalıdır. Çünkü bu vatan savunmasından farklı bir durumdur. Türkiye caydırıcı hamleler yapmalı, diplomasiyi daima ön planda tutmalıdır.