Ene, Ben ve Benliğin bir yönünü din tutmuş gidiyor. 

     Diğer tarafını menfî, inançsız, dinsiz felsefe tutmuş gidiyor demiş. 

     İki taraflı Ene’yi tahlile / incelemeye tâbi tutmuş. 

     Somut örneklerle iki tarafın içeriğini gözler önüne sermeye çalışmıştık. 

     Bu yazıda ise, iki tarafı tekrar, fakat özlü olarak ele almaya çalışacağız. 

     Ene’nin bir yönü olan menfî felsefenin bozuk esaslarının; 

     Sebep olduğu bazı sonuçlarına değineceğiz. 

     Ene’nin öteki veçhi / yönü olan dinin; doğru ve müspet Ene’nin; 

     Esas ve temellerinin ortaya koyduğu bazı örnekleri nazara vereceğiz.

     Ene’nin dine bakan yönü; İlâhî ahlâkı öngörüyor. 

     Zaten Hz. Peygamber de: 

     “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” demişti.

     Din: Kul; Allah karşısında aczini, fakrını, kusurunu bilmeli. 

     Bu vasıflarla gerçek bir kul olmaya lâyık bir durum almalı, diyor.

     Oysa Ene’nin öteki yanı olan menfî felsefe ise, 

     İnsanın Allah’a benzemek istemesinin; en büyük amacı olması gerektiğini söylüyor!

     Evet, sonsuz acz, zaaf, fakr ve ihtiyaçla yoğrulan insanın mahiyeti nerede?

     Nihayetsiz kadîr / güçlü, kavi / kuvvetli, gani / son derece zengin ve müstağni / minnetsiz,

     İhtiyaçsız olan Vacibü’l-Vücud / varlığı zorunlu olan, 

     Var olmak için hiçbir sebep ve nedene ihtiyaç ve gereksinim duymayan Allah’ın; 

     Mahiyeti / nitelik, özellik ve esası nerede?

     Dinin sosyal hayattaki düsturî neticelerinden; 

     Şems / güneş ve kamer / aydan tut, tâ nebat ve bitkilerin;

     Hayvanların imdadına / yardımına koşması, 

     Hayvanların da insanın imdadına / yardımına yetişmesi, 

     Hatta zerrat-ı taamiye / yiyecek zerre ve parçacıklarının; 

     Hüceyrat-ı beden / beden hücrelerinin imdadına / yardımına 

     Ve muavenetine / yardımlaşmasına koşturulmasını sağlayan; 

     Düstur-u teavün / yardımlaşma prensibi, kanun-u kerem / ikram kanunu 

     Ve  namus-u ikram / ikram âdet ve prensibi nerede?

     Menfî, inançsız, dinsiz felsefenin toplumsal hayattaki bir kısım 

     Zalim ve canavarlaşmış insanların, vahşi hayvanların yaratılışlarını; 

     Kötüye kullanmalarından doğan düstur-u cidal / mücadele prensibi nerede? 

     Evet, düstur-u cidali / mücadele prensibini o kadar esaslı, 

     Küllî / umumî ve genel kabul etmişlerdir ki, “Hayat bir cidaldir.” / 

     “Hayat / yaşam bir mücadele, bir kavgadır.” diye, eblehâne / ahmakça hükmetmişler.

     Evet, Ene / Ben ve Benliğin dine bakan yüzünün tevhid-i İlahî / 

     Allah’ın birliği hakkındaki netaic-i âliyesi / yüce netice ve mükemmel sonucundan 

     Ve düstur-u galiyesi / değerli prensibinden yani:

     “Her birliği bulunan yalnız birden sudûr eder / ortaya çıkar. Madem her şeyde 

     Ve bütün eşya ve tüm şeylerde bir birlik var, demek bir tek zatın icadıdır.” 

     Şeklindeki tevhitkârâne / tevhide yaklaştıran düsturu / prensibi nerede?

     Eski felsefenin bir düstur-ı itikadiyesinden / inanç prensibinden olan 

     “Birden, bir sudûr eder. Yani bir zattan, bizzat bir tek sudûr edebilir / meydana gelebilir. 

     Sair şeyler / diğerleri vasıtalarla  ondan çıkar.” diye Ganiy-yi Alelıtlak’ı / 

     Her cihetle sonsuz zenginlik sahibi olan Allah’ı ve Kadîr-i Mutlak’ı / 

     Her şeye mutlak kadir olan Allah’ı âciz / güçsüz ve vasıtalara muhtaç göstermek nerede?

     Bütün  sebep ve nedenlere ve vasıtalara;

     Rububiyette / terbiye, tedbir ve idarecilikte bir çeşit ortaklık vermek nerede?

     Hâlık-ı Zülcelâl’e / celâl ve azamet sahibi Yaratıcı’ya; 

     Dine muhalif felsefenin Allah’a nispet ettikleri sıfat olan Akl-ı Evvel namında bir mahlûku / 

     Yaratılmışı vererek; diğer mülkünü sebeplere ve  vasıtalara paylaştırarak, 

     Allah’a eş koşmak gibi büyük bir şirke yol açmak nerede?  

     Dalâlet ve sapıklığı meslek ve yol hâline getiren; o felsefenin düsturu / prensibi nerede?

     Hükema / felsefe hocaları ve filozofların yüksek kısmı olan İşrakiyyun mensupları; 

     Yani bilginin kaynağının; manevî aydınlatma, sezgi ve ilham olduğunu savunanlar; 

     Böyle halt etseler / karıştırıp hata etseler; 

     Materyalistler ve her şeyi maddeye bağlayan maddiyyun, 

     Tabiatçılar, yaratıcı olarak tabiatı kabul edenler; 

     Yani tabiiyyun gibi aşağı kısımlarının; her şeyi ne kadar karıştıracaklarını kıyas edebilirsin.

     Çünkü:

     “Her şeyi maddede arayanların akılları, gözlerindedir. Göz ise, maneviyatta kördür.”