Bu hafta sizlere tarihte kaybolmuş mesleklerden, biri olan Dalkavukluk mesleğinden bahsedeceğim. Dalkavuk, halk arasında bilinen unvanları ile Padişah ve devlet adamlarının kavuklarını tutan ve şaklabanlık yaparak neşelendiren onlara olmadık övgüler düzen kişidir. Bu iş için genelde kısa boylu olanlar seçildiğinden dinlenme anında kavuk ve sarıklar çıkarıldığı zaman onları askı veya da dal yerine kullanıldığından, Dal-kavuk denmiştir. Doğrusu ise Dalkavuk; kendisinden çıkar sağlamayı umduğu, özellikle de güçlü ve imtiyazlı gördüğü kimselere; aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek, yaranmak isteyen kişileri tanımlamak için kullanılan bir sıfattır. Kendilerini ilgilendirmeyen konulara karışmaları, menfaat ve dolayısı ile entrika peşinde koşmaları, ikiyüzlü, arabulucu ve arabozucu olmaları dalkavukların en belirgin özellikleridir. Osmanlı İmparatorluğu'nda Tanzimat Dönemi'ne kadar saraylarda ve konaklarda dalkavuk tutma geleneği vardı. Dalkavukların işi ise devlet büyüklerini ve varlıklı kesimi, eğlenmek istedikleri biçimde eğlendirmek ve onları alabildiğine övmekti.
Bazıları kendi isimleriyle anılsalar da, dalkavuklar ekseriyetle takma isim kullanırdı. Şapur Çelebi, Letaif Çelebi, Kahkaha Molla, Süğlün Bey, Çıplak Kadı, Kız Pehlivan, Hacı Fışfış, Hacı Samandıra bilinen dalkavuk isimlerinden sadece birkaçıdır. Dalkavuklar maaşa bağlanmasalar da, dalkavukluğun bir tarifesi vardı. Burnuna fiske vurma, fiske başına 20 Altın idi. Mesela suratına tokat atma, tokat başına 30 Altın, yüzüne kömür veya mürekkep sürme ise 37 Altın. Şiddetin dozu arttıkça tarife yükseliyordu. Ellerini ve ayaklarını domuz topu bağlama 40 Altın’a, merdivenden aşağı yuvarlama 180 Altın’a, bostan dolabına bağlayarak bostan kuyusu içine indirmek 600 Altın’a denk geliyordu. Bu son “şaka da” dalkavuk ölürse, cenaze masraflarını “şakayı” yapan üstleniyordu. İşkence bedeli de yüksekti: Kuyruğu dışarıda kalmak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatmak, tam 400 Atın ediyordu. Dalkavukların padişahın karşısında nasıl davrandıkları hakkında en iyi örnek olay şöyle dile getirilir.
Son dönem Osmanlı Padişahları’ndan birisi yemeğin yanında yeni kırılmış çiğ soğanı görünce tepesi atmış ve büyük bir hiddetle soğanı ayağının altına alıp başlamış ezmeye, hem ezip hem de beddualar ediyormuş;    
-Bu soğanı ekenlerin elleri kırılsın, yerin dibine girsin de çıkmasın, bu soğan ekenleri derhal gebertmeli!
Padişah sözünü daha bitirmeden, soğanı padişahın ayağının altın da büyük bir çeviklikle alan Dalkavuk hemen başlamış soğanı ezmeye ve üstüne üstüne tükürmeye, hem ezip hem de, ağza alınmayacak küfürler ediyormuş. Arada birkaç ay geçmiş Padişahın canı taze soğan çekmiş ve sofraya çok lezzetli soğan getirmişler. Padişah başlamış uzun uzun soğanı övmeye, o sırada olayı pür dikkat izleyen Dalkavuk’ta soğana övgüler düzmeye başlayınca; Vezirlerden biri dayanamayıp, Dalkavuk’un kulağına eğilerek sormuş:
-Hani sen birkaç ay önceye kadar soğanı acaip küfürler etmiştin, nasıl olur da bugün soğanı övüyorsun deyince, Dalkavuk hemencecik tıkamış cevabı Vezir’in ağzına:
- Unutma ki haşmetli vezirim, ben soğanın değil de padişahın Dalkavuğuyum. O neleri severse ben de onları sevmek zorundayım. O nelerden nefret ederse bende onlardan nefret etmek zorundayım.
Neyse ki; bugün bu mesleği yapanlar yok çok şükür!?