Nefret, kin ve sevgi söylemlerinin tümü dilden dökülen, fakat beslendiği kaynak aynı yer olmakla birlikte, ifade tarzımız nasıl bir kalpten geldiğini açığa vurmaktadır. Fikirler kalpte düşüncelere dönüşürken dilimizden cümleler halinde çıkan söylemlerin kendimizi ele vermektedir.  İnsan peki düşündüğünden farklı konuşamaz mı tabii ki konuşabilir yani takiyye yapabilir takiyye yapmakta bir düşüncenin ürünüdür sonuçta. Olduğundan farklı konuşmak gerçek niyetini saklamak. En tehlikeli insan tipide budur zaten  “Eylemleriyle konuşmaları birbirini tutmayanlar iğrenç İnsanlardır” Öfkeyi ve nefret söylemlerini hitabet sanatı olarak lanse etmek o kimsenin insani duygulardan ne kadar yoksun olduğunun belirtisidir.
Kendilerini Müslüman olarak lanse edenler veya Müslüman toplumlarda asla olmaması gereken şiddet ve kin gibi kötü duyguların barınmaması gerekirken,  maalesef gelinen noktada bugün Dünyada İslam ülkelerinde terör ve şiddetin korkutucu boyutlara ulaşmış olması üzülerek belirtmeliyim ki korkutucu boyutlara ulaşmıştır. Son peygamber HZ Muhammed’in ümmetü olmakla övünen İslam dünyası ne yazık ki en azından peygamber efendimizin hayatını okumuş veya bilmiş olsalardı yaptıklarında hicap duymaları gerekirdi.
Hz Muhammed bir peygamber olmasının yanında iyi bir yönetici, iyi bir lider, iyi bir baba olarak öncelikle kendisi örnek olmuştur. Ümmetine, onun yaşam tarzı, mütevazılığı,  hoşgörüsü, yumuşak huyu konuşurken sesini asla yükseltmemesi insanlara sevgiyle bakması, güler yüzlü oluşu, tüm insanlığa örnek olmuştur.  Sevgi, hoşgörü gibi insani duygulara öncelikle uyması gerekenler en tepedeki yönetim kadrosunda bulunanlardır.
Sevemezseniz sevilmezsiniz.
Hoşgörü göstermezseniz, hoşgörü göremezsiniz,
Adil olmazsanız, adaleti yayamazsınız. Şahsi kin nefretiniz ile yönetemezsiniz.
Peygamber Efendimizin davranışlarının ahlakî olarak dayandığı esaslar araştırıldığında bunların en başında; O’nun engin alçakgönüllülüğü, yumuşak huyla muamelede bulunması, cömertliği, sabrı, merhamet ve şefkati gelir.
Peygamber efendimiz insanlara çok değer verirdi. Onlarla birlikte iç içe yaşardı. insanlarla karşılaşınca ilk selam veren o olurdu.  Tokalaşır, hal hatır sorardı. Söylenenleri dikkatlice dinler muhatabı ayrılmadıkça, yüzünü ondan ayırmazdı. Peygamber efendimiz öncelikle insana insan olduğu için değer verirdi. En çarpıcı örneklerden bir tanesi. Bir gün Hz. Peygamber sahabeden bir grupla otururken yakınlarından bir cenaze geçmiş ve Peygamberimiz (s.a.v.) cenazeyi görünce ayağa kalkmıştı. Yanında bulunanlar, onun bir Müslüman cenazesi olmadığını, Yahudi cenazesi olduğunu söyleyerek, ‘ayağa kalkmanız gerekmezdi’ demek istemişlerdi. Onların bu sözü üzerine Hz. Peygamber: “Müslüman değilse insan da mı değil? Cevabını vermişti.
Peygamber efendimiz zengin fakir çocuk kadın köle yarımı yapmazdı. Peygamberimiz, o dönemde toplumda yaygın olarak bulunan köle ve cariyelere “kölem, cariyem” diye hitap edilmemesini, “delikanlım, gencim, oğlum” gibi ifadelerle hitap edilmesini istemiştir.
O nezaket ve incelik timsaliydi. Kimseyi incitecek söz kullanmazdı yumuşak huylu, misafirperver herkesi tanrı misafiri olarak kabul ederdi. Peygamber efendimiz tüm makamlarına rağmen sade bir vatandaş gibi yaşamış, alçak gönüllüğü ve sade yaşantısıyla gönüllerde kurduğu taht bugünlere kadar gelebilmiştir. Ve sonsuza kadar yaşayacaktır. Dünyalık saraylar ve köşklerde aramamıştır itibarı.
Yalanın dinimizde yeri olmadığı gibi, ahlaken de karaktersizliğin en belirgin özelliklerindendir. Bir hadisle özetlemek gerekirse yalanı.
"Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu vakit yalan söyler; vadettiğinde hulf eder (sözünden döner), emanet edilen şeye hıyanet eder."
ALLAH  (cc)  bizleri yalancılardan yalandan korusun.  Amin…