ZİKR-İ HAFÎ, TARÎKAT-İ NAKŞİBENDİYYE-İ ÂLİYYE’NİN ESÂSÂTI-DÜSTÛRLARI!...

Zikr-i hafî yolunun birinci ve en ehemmiyetli düsturu, “Allah” ism-i celâliyle zikirdir. Zirâ, ”Allah” ism-i celâli bütün esma ve sıfatı müstecmî’dir. (Cem eder toplar, ifade eder.) Tek müsemmâ-i celili ise zât-ı ahadiyyettir. Sorulsa ki, rahman kimdir? Allah’tır, kahhâr kimdir? Allah’tır, Celil kimdir? Allah’tır, Cebbâr kimdir? denilse, Allah’tır cevabı verilir. Hal böyle iken, zât-ı bârî’yi ism-i zât ve celâliyle zikreden, nâmütenâhî esma ve sıfat celâl vev cemâliyle zikretmiş, icmâlen bütün esma ve sıfat-ı hak ile zikirden hasıl olan faziletlere ve feyz’e nailiyyet elde etmiş olur.

İsm-i zât zikri ile meşgul olanlar, esma ve sıfât zikri ile meşgul olanların elde edecekleri, semeratı ve neticeleri Allah’ın fazl-u keremiyle elde ederler. Fakat, esma ve sıfât zikriyle meşgul olanlar muamelât-ı zâtiyye ile meşgul olanların elde edecekleri semerat ve zâtî neticeleri elde edemezler. Bu itibarla, ism-i zât ve celal ile iştigal; ism-i zât ile sülûk ve teslik tarikı, bu tarıkın mürşid ve mesleklerinin şanı celîl ve azîm’dir...

Bu sebelle, her talip ve salik zât-ı hak için saâdât-ı celilemiz yanında yapılagelen ve bilinen ism-i zât zikriyle meşgul olmanın keyfiyetini (nasıl yapılacağını) çok iyi bilmek meşgûliyetini izin verildiği vakit ona göre ifa eylemek lazımdır.

İSM-İ ZÂT İLE MEŞGUL OLMANIN KEYFİYYETİ:

Talip-Salik: Boş ve temiz bir mekanda oturur, gözlerini yumup ağzını kapayarak dilini damağına yapıştırır. Tevbe-i istiğfâr ile kalbini çeşitli hatırattan ve mâsivâdan hâlî kılar (temizler). Bu hususta mürşidine muhabbet bağıyla rabıta eyleyerek ruhaniyyetin-den istimdad eder. (yardım ister) - Ki, bu istimdad-ı has, mürşidi vasıtasıyla bütün silsile-i saâdâtın ruhlarına ve ruhaniyyet-i mukaddese-i Muhammediyye’ye ve hak süphanehû ve teâlâya râcî ve müntehî’dir...

Daha sonra, sol memenin iki parmak aşağısında olan, hakîkî kalbin has aynası makamında bulunan, muzga-i kalbiyye-i sanubrîsine (vücud-u insandaki kalbin şeklinin tarifidir.) Ondan da hakîkat-i camia-i kalbiyesine bütün kuvevet ve hisleriyle müteveccih olarak (gerek vücudumuzdaki et parçası kalbimize ve gerekse hakîkî kalbimize her hangi bir şekil ve suret vermeksizin, kalbin atışlarıyla ve nefeslerimizin girip-çıkmasıyla alakadar etmeksizin) kalben, kalbimizle, lisanımızla değil, Allah, Allah, Allah zikrine memur ve mezun olduğu veçhiyle devam eder; Allah ism-i celili müsemmâsının zât-ı ahadiyyet olduğunu mülahaza eder. Pek çok faideler için iki kaşının arasından bir nuranî zinciri de kalbine uzatmış olması lazımdır.

Zikir esnasında takat ve kudreti nisbetinde kalbine bazı havatîr ve mâsivâ’nın varid ve dahil olması halinde yukarıda yazılı rabıta ve istimdad ile onları defettikten sonra tekrar zikre başlar. Her halde zikri imkanlarının tahammül derecesinde hatırasız ve huzur ile yapmaya çalışır...

Zikir, yukarıdaki şartlar müvacehesinde yapılır-sa neticeleri gelmeye başlayarak devamlı ve tedricî olarak (adem, yokluk) ve vücud-u adem, (ademin varlığı) tabir edilen zühûl ve gaybiyyet ve ciheti cezbenin fena ve bekâsı meydana gelir. “Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı zikret! “ (Kehf 18/24) âyet-i kerimesinin natık olduğu esrar yüz gösterir. Ve “ O gün, ne mal fayda verir ne de evlâd.” “ Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur.” (Şuarâ 26/88,89) Nass-ı Kur’ânîsinin müşir bulunduğu fena ve selamet-i kalp devletiyle müşerrefiyyet tahakkuk eder ki, bütün daha yüksem kemâlât ve saâdâtın temel ve esası bu fena ve selâmet-i kalpdir. İnsar için son nefeslerinde neşe-i ahirette bundan başka hakîkî menfeat ve esasiyye verecek başka bir şey yoktur...

İşte, zikru’llâh’ın en kadim ve ilk esaslı semere ve neticesi budur...

Zikr-i Hafî, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âlî’nin birincil ve en mühim düstûr-u esâsî’si, resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimizin hicret-i nebeviyye esnasında, Sevr mağarasında bulunduklarında, Sıddık-ı Ekber radiya’llâhu anh Efendimize tarif ve talim buyurduğu üzere, ferden yapılması gereken, Rabbimizin bütün esma ve sıfâtını müstecmî, ism-i zât’ın, kalben, sadece kendi duyacağı kadar bir sesle, sessizlikle “Allah, Allah, Allah” zikridir.

HATM-İ HÂCEGÂN-İ NAKŞİBENDİYYE :

Silsile-i Zeheb-Silsile-i Saâdât’ın 9.Halkası, birinci merkezi ve birinci kutbu’l-Aktab Abdü’l-Hâlık Gucdüvânî(k.s.) Hazretleri... Yanlış anlaşılmaya meydan vermemek üzere, tavzih edelim ki, Silsile-i Zeheb- Silsile-i Saâdât’ın birinci ve ikinci halkaları Ashab-ı Kiram’dandır. Silsile-i Saâdât’dan olsun veya bir başka tâbi’înder hiçbir kimse manevî derecesi ve mertebesi ne olursa olsun Ashab’dan her hangi birisinin mertebesine, derecesine vasıl olamaz. Onun için, Ashab-ı Güzîn’den her hangi birisiyle, derecesi ve mertebesi ne olursa olsun asla mukayese edilemez. Onun için, Silsile-i Zeheb ve Silsile-i Saâdât arasında merkeziyyet ve kutbiyyet izafesi ve teselsülünde, Sahabî olan birinci Halka Sıddık-ı Ekber ve Selman-i Pâk radiya’llâhu anhüma istisna edilerek yapılmaktadır. Bu izafet ve teselsüle nazaran, birinci merkez ve kutbu’l-Aktab, Abdü’l-Halık Gucdüvânî ( k.s.) ikinci, Muhammed Bahâüddin Nakşibend (k.s), üçüncü, İmam-ı Rabbânî Ahmed-i Farukî Sirhindî (k.s.) dördüncü, Ebu’l-Faruk Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Hazaratıdır.

Silsile-i Zeheb’in, Silsile-i Saâdât’ın birinci halkası, Sıddık-ı Ekber, an Zâtihi’l-Ethar, Ebu Bekr es-Sıddık radiya’llâhu anh, enbiya ve resûllerden sonra bütün alemde en faziletli,en bilgili, en marifetli, en büyük ve en ekmel beşerdir.

Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“ Bütün ehl-i arzın, (Peygamberlerden sonra yeryüzünde bulunan bütün insanların) imanı terazinin bir kefesine, Ebû Bekr es-Sıddîk’ın imanı tasdîki diğer kefesine konulup tartılsa, elbette Ebû Bekr’in imanı ve tasdîkı ağır basardı” buyurmuştur.

Bu husus böylece taayyün edince asıl meselemize dönelim;

Zikr-i Hafî, Tarîkat-i Nakşibendiyye’nin en mühim düstûr ve esâsâtından birisi de, Silsele-i Saâdât’ın 9. halkası, birinci merkez ve Kutbu’l-Aktab, Abdü’l-Hâlık Gucdüvânî (k.s.) Hazretlerinin, Hızır Aleyhisselâm’dan aldığı ilham ile tanzim ve tertip ettiği, Abdü’l- Halık Gucdüvânî Hazretlerinden itibaren, bütün Zikr-i Hafî Meşâyih’i tarafından bu yolun düstûr-u aslîsi kabul edilen, Hatm-i Hâcegân-i Nakşibendiyye’dir.

Hatm-i Hâcegân-Nakşibendiyye, aslen ve fer’an kitap ve sünnetten alınmış, iktibas edilmiştir. Tazammun ettiği hususlar ve umur, Allâhu Teâlâ’ya istiğfâr ve niyaz. Cenab-ı Peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellem’e salat ve selam’dan, tahmid ve tevhid-i Hüdâ’dan ve tilâvet-i Kur’ân-ı azîmü’ş-şân’dan ibarettir. Bunların yerine getirilmesi ve ifa edilmesi ise, teklifat dairesinde, İlâhî memûriyyet ve Nebevî emirlerdir. Bu cihetle, bazılarının iddia ettikleri gibi, Hatm-i Hâcegân-i Nakşibendiyye sonradan uydurulmuş bid’atlerden değildir. Aksine, kitap, sünnet ahkâm-ı ameliyyesinden olup, en faziletli ,Zikr-i Hafî Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’nin esas bir rüknüdür.

Hatm-i Hâcegân-i Nakşibendiyye, sakin ve temiz bir mekanda, abdestli, mümkünse gusl abdestli olarak, Peygamberimizin bütün Peygamberân-i İzâm’ın, bütün ruhânîlerin, Silsile-i Saîadât’ın ervahına,bir fatiha, üç ihlas-ı Şerif okunarak bağışlanır. Evvelinde 100 istiğfâr, 100 Salavât-ı Şerif’e, 7  Fatiha-i Şerif’e okunur. Sonra, 1000 İhlas okunduktan sonra, 7 fatiha, 100 Salavât-ı Şerife okunduktan sonra kısa bir aşr-ı Şerif okunur ve sonra dua...

Hatm-i Şerif, haftada bir gün, Çarşamba gününü Perşembeye bağlayan gecesi yapılır. Hatme katılanlar arasında, 1000 İhlas-ı Şerif taksim edilerek okunur. Hatme katılanlar iki kişiden fazla ise bir halka oluştururlar, manevî sirayet ve teselsülün tesisi için bir birlerinin dizlerini temas ettirirler. Hatim bitinceye kadar tam bir huzur-u kalp ile bütün Silsile-i Saâdât’ın ruhaniyyetlerinin hazır bulunduğunu mülahaza ederek, hatme devam eder...