(CUM’A HUTBESİ İRÂD OLUNURKEN SUSMAK VE DİNLEMEK FARZ’DIR!...) 

Cum’a günü, Hatib’in, Hutbe-i ülâ’da (birinci hutbe’de) Allahu Zülcelâl Hazretlerine Hamd-ü Senâ etmesi farzdır. Yine Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimize de Salât-ü Selâmı da farz’dır. Hatîp birinci hutbe’de, Tahmîd ve tasliye’den sonra, en az üç âyet okuyacak kadar veya teşehhüd miktarı “et-Tahiyyât,” du’âsını, “Abduhû ve Resûluhû,” kelimelerine kadar, yâni sonuna kadar okuyacak kadar hutbe irâd eder. Hatip, Arapça hutbe irâd etmeye muktedir olsa dahî, hutbe’yi Arapça olarak irâd etmesi şart değildir. Hutbe’nin, hitabet ve va’z kısmının, hutbeyi dinleyen cemaatin anlayabileceği bir lisan ile olması evlâdır. –Osmanlı Devlet-i Âliyye’miz dönemlerinde, hutbeler, çok kısa ve Arapça lisan ile okunurdu. Cemaatin ekserisi, ilim, en azından, irfan sahibi oldukları için Arapça da okunsa, yine de, anlardılar. İstanbul-Beyoğlu, Karaköy’deki Yeraltı Camii İmamı, Merhûm, Hacı-Hafız, Reisü’L-Kurrâ, Ali Üsküdarlı, Cum’a Hutbe’lerini çok kısa ve Arapça okurdu.- Bu Hutbe: Hamd, Salât-ü Selâm’dan sonra: 

- “Emmâ Ba’dü, Feyâ İbâdellâh-i! Ûsîküm ve Nefsiye’l-âsiyete’l-Müznibete bi’takvallâhi ve taâtih. İnne’llâhe Maâllezine’t-Takav ve’llezînehûm Muhsinûn.” 

(“Emmâ Ba’dü, “(bundan sonra) Bu telaffuz, bizzat Sevgili Peygamber’imizin Fem-i Saâdet’lerinden sudur ettiği için, Cum’a ve bayram hutbe’lerinde, Tahmîd Tasliye ve Teslimiyye’den sonra, hutbeye başlanırken “Emmâ Ba’dü” (bundan sonra) diye başlamak sünnettir. “Ey Allah’ın kulları! Size ve hep ısyân ve hata halindeki Nefsime, Allah’dan korkmayı (takvayı) ve Allah’a itaat etmeyi tavsiye ederim. Şüphesiz, Allah, Allah’tan korkanlar (takvâ sahipleri) ve iyilik (güzel işler) yapanlarla beraberdir.” 

Hatip birinci hutbe’de minberde çok kısa oturur, gizli kısa bir du’â’da bulunur. İkinci Hutbe’de, Tahmid ve Tasliye’den sonra, Ahzâb Sûresi, 33/56.âyeti Kerimesi ki, meâl-i Âlisi, şöyledir. “Allah ve melekleri Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey Mü’minler! Siz de ona salevât getirin ve tâm bir teslimiyetle selâm verin.” Sonra, Sall-i Bârik du’asını okur. 

İkinci hutbe sırasında, Hulefâ-i Râşidin, Hazarât-ı, Ebî Bekr ve Ömer ve Osman ve Alî (rıdvânü’llâhi aleyhim Ecme’în)’nin isimlerinin zikri mendûp olup, zaman içinde tevâlî edip gelen, Abbâsî, Karahanlı’lar, Büyük Selçûki, Anadolu Selçûkî, Osmanlı Devlet-i Âliyye’miz’den Cumhuriyetimize, bir mirastır, ehl-i Sünnet akidesinin hükümfermâ olduğu ülkelerde, aslâ, terkedilmeyen, “Müstahsen” bir gelenektir. 

Hulefâ-i Râşidîn ile birlikte, Sevgili Peygamber’imizin iki amcası, Haz.Hamza ve Haz.Abbâs hakkında da, “Allah’ım! Senin Nebiyyin, Muhammed-Mustafa’nın iki amcası, Hamza ve Abbas’dan, Hamza’nın âlinden râzî ol,” diye, du’â’dan sonra, Aşere-i Mübeşşere, ensâr ve mühâcirîn ve diğer bütün sahâbe, Tâbiîn, te’ba-i Tâbiîn ve bütün mü’minler hakkında du’a eder. 

Eski asırlarda, zâlim ve fâcir olmayan devrin hükümdarlarına da, du’â edilirdi. Osmanlı Devlet-i Âliyye’miz devirlerinde, sultanların şahıslarına değil ama, Saltanat Makamında bulunanlara, “Zıllü’llâhı Fi’l-Âlem (Yer yüzünde Allah’ın Kudretinin gölgesi,) “Sultânü’L-Berrîn ve’l-Bahrîn,” (Kara’ların ve denizlerin hükümdarı), “Hâdimü’L-Harameyni’ş-Şerîfeyn,” (Haram-i Şerif’lerin, -Mekke’nin-Medîne’nin-hizmetkârları) diye, du’â edilirdi. 

Hatîp, Hutbe’nin sonunda, aslâ Cemaati, “Âmiiin,” diyerek ellerini kaldırmak suretiyle du’â’ya, du’â’lara, “Âmiiin,” demeye, da’vet etmeden, gizlice-kesinlikle açıktan okumadan, ba’zı du’â’lar okur. “Allahümme E’ızze’l-İslâma Ve’l-Müslimîn ve Kahhiri’L-Fecerate Ve’l-Fecerate Ve’L-Mülhıdîn,” (Allahım! İslâmı ve Müslümanları aziz ve şerefli kıl, kâfirleri, fâcirleri ve dinden dönmüş olan mülhîdleri ise, kahreyle!) 

“Allahümme’nsûr Men Nasaraddîn Vahzül Men Hazale’L-Müslimîn,” (Allahım! Dine yardım edenlere yardım et! Müslümanları rezil-rusvâ etmek isteyenleri de sen rezîl-rusva eyle.) 

“Allahümme Eyyid Kelimete’L-Hakkı Ve’d-Dîn, Allahümme’nsur Cüyûşûnâ Cüyûşe’L-Müslimîn ve Asâkir’el-Müvahhidîn.” (Allahım! Kelime-i Hakkı, Kelime-i tevhîd ve Kelime-i Şehâdeti kuvvetlendir. Ehl-i Tevhid’in askerleri olan bizim askerlerimize yardım et!...) 

Daha sonra, “Rabbenâ Âtinâ,” ve “Rabbenâ’ğfirlî,” du’âlarını gizlice okur. 

“Muhakkak ki, Allah, âdaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenâlık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Meâlindeki Nahl Suresi, (16/90) âyet-i Kerimesini okur ve minberden iner. Son zamanlarda, bu âyet-i Kerime’nin tercüme ve meâlini de verme bid’ati başlatılmıştır. Lüzûm yok, cemaat, ehl-i İrfan anlar. 

HUTBE’LER NASIL HAZIRLANMALI, NASIL OKUNMALIDIR? 

Tevhîd-i Tedrisât Kanunu ile medreseler kapatıldıktan sonra, aynı tarihte, Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti de lağvedildiği için, doğan boşluğu doldurmak zımnında, Diyânet İşleri Reisliği kuruldu. T.C. (Türkiye Cumhuriyeti)’nin, ilk, Diyânet İşleri Reisi, Merhûm, Rıfat Börekçi idi. Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde, Türkçe Kur’ân Meâli, Türkçe Tefsir ve Kütüb-ü Sitte, mu’teber, altı Hadis Külliyatında en mu’teberi, Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarîh’in, Türkçe’ye tercüme ettirilmesi faaliyetleri yapılıyordu. 

Söylendiğine göre, Devrin Cumhurreis’inin ta’limatı-talebi üzerine, devrin Diyânet İşleri Reisi, aynı zamanda, Ankara Meb’usu da (Milletvekili) olan, Merhûm Rıfat Börekçi, 51 haftalık nümune hutbe’ler hazırlamıştır. 

17 Şubat 1927 tarihli dibâce’den anlaşıldığına göre, 1927 yılında bastırılan ve Diyânet İşleri Reisliği arşivlerine giren bu nümûne hutbelerin okunması-okutulması, mecbûrî değil, isteyenler, bu hutbe’leri imtisâl ile kendi hazırladıkları hutbe’leri irâd ederlerdi. 

Temmuz 1965 yılında, me’iyyete alınan, 633 Sayılı kanun mer’iyyete alınmadan evvel, sadece, Cum’a ve bayram hutbeleri irâd eden hatipler vardı. Bunlardan ba’zıları yalnız bir camii’de hutbe okudukları için, o camii’n ismiyle birlikte zikredilirlerdi. İstanbul Müftülüğü de yapmış olan, Merhûm, dostum, Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hocamız, İstanbul-Fatih Camii Hatibi idi. Nezâketi, zarâfeti fesahat ve belâgatiyle, te’sirler bırakan hutbeler irâd ederdi. 

Merhûm Rıfat Börekçi, İmtisâl Hutbelerinin dibâcesinde: 

“Ey iman edenler! Cum’a günü namazı çağrıldığı (ezân okundu) zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun,” (Cum’a 62/9), âyeti Kerime’sindeki “Zikru’llâh,” Muhakkîk Müfessirlerin ve fakih müçtehidlerin ekserisine göre, hem Cum’a Namazına hem de, hutbeye delâlet eder. Namaza da “zikrullah” denilir, hutbe’ye de “zikrullah” denilir. Cum’a namazı nasıl farz-ı ayn ise, Hutbe de farz-ı ayn’dır. Cum’a Namazından önce farz olan Hutbe irâd olunmadıkça Cum’a Namazı da sahih olmaz. 

Cum’a Namazının şartları, farz’ları olduğu gibi, Hutbe’nin de şartları ve farzları vardır: 

1) Öğlen vakti girdikten sonra ve Cum’a namazından evvel okunması. 

2) Hutbe’ye “Elhamdüli’llâh veya Nahmüdühû,” cümleleriyle başlamak. 

3) Zât-ı Ecell-i â’lâ’nın, vahdâniyyetine ve Peygamber’imizin O’nun Peygamberi olduğuna şehâdet etmek. 

4) Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine salât-ü Selâm’da bulunmak. 

5) Mü’minlere Takva’yı tavsiye etmek. 

6) Mü’minlere nasîhat ve tezkere’de bulunmak.  

7) Hutbeyi ikiye ayırmak, birinci hutbe’de hamdele ve salvele’den sonra en az, üç âyet-i Kerime’nin okunması veya meâlinin anlatılması. Kısa bir oturuştan sonra, ikinci hutbe’de, yine hamdele ve salvele’den sonra, Hulefâ-i Râşidin, aşare-i Mübeşşere, âl-i Ecvâc-ı Tâhirat, ashab-ı Güzin, ensâr-mühâcirin Tâbiîn, tebe-i Tâbiîn ve bütün Müslümanlara du’â etmek. 

Hutbe’lerin kat’iyyetle uzun tutulmaması: 

Resûl-i Ekrem Efendimiz, hâlin iktizasına göre, hutbe irâd buyurur, aslâ hutbelerini uzun tutmazdı. “Bir adam’ın namazı uzatması ve hutbeyi kısa irâd etmesi, zekâsının, dinî hükümleri bildiğinin delilidir. Buna göre namazı (Cum’a Namazını) uzatınız, hutbeyi kısaltınız,” buyurmuştur. 

İmam Ahmed İbn-i Hanbel, Müslim ve Câmiu’s-Sağîr’in rivâyet ettikleri bir Hadis-i Şerif’te, Sevgili Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem:  

“Şüphe yok ki, bir kimsenin namazının uzunca olması, hutbesinin de kısa bulunması, onun fakâhetinin=İlim ve irfanının bir alâmetidir. Artık, namazı uzatınız, hutbeyi de muhtasarca yapınız ve şüphe yok ki, ba’zı ifadeler sihir kabilindendir, -sihir gibi rûha te’sir eder.”

Cum’a hutbesini okuyan zât, cemaatin halini dikkate almalıdır. Onların arasında mâlûller, ihtiyarlar, iş-güç sahipleri vardır. Onları Camii Şerifte uzunca bir zaman tutmak çoğu zaman muvâfık olmayabilir. 

Hutbe çok kısa hazırlanmalı, cemaat için lüzumlu mes’eleler seçilmeli, seçilen mevzu’lar selis bir Türkçe ile ve açıkça cemaate kemâl-i Nezâketle telkîn edilmelidir. Belîğ, müfîd hitâbe cemaâtin ruhuna te’sir eder, onların istifadesine ve uyanmalarına vesiyle olur. Hutbelerin uzunca olması ise, cemaate üzerinde iyi bir te’sir bırakmaz, aksine hatibe karşı muğberliklerini celpeder. Fayda yerine zarar verir. 

Hazreti Ömer radiya’llâhu anh, kumandanlarına gönderdiği bir emirnâme’de, “İrâd edeceğiniz nutuk, müfîd ve muhtasar (kısa) olsun, sözlerinizin sonu, evvelini unutturmasın. “Yâni, uzunca, usandırıcı bir mahiyette bulunmasın. Ne güzel bir tavsiye!... 

Artık irâd edeceği bir hutbe’nin kıymetini, kendisinin şerefini muhafaza etmek isteyen bir zât, bu hususlara riâyet etmelidir. Hutbesini uzatarak kendisini dedikoduya hedef etmemelidir, cemaat-i Müslimîn’in hâlini nazara almaktan geri durmamalıdır. Dinî ve içtimâ-î hikmet ve maslahat bunu icab eder,” diyor. (500 Hadis-i Şerif, Müellifi ve Mütercimi, Şârihi, Merhûm, Ömer Nasûhî Bilmen)...