Çılgın günlerin ortasındayız. Çılgınlık sınırını çoktan aşmış varlıklar. Yaşamlar adeta şiddet üzerine sürdürülüyor. Her yaştaki canlı, şiddet sergiliyor. Öyle ki öğrenci yumruğu ile bir öğretmen hayatını kaybediyor, korna çaldı diye bir sürücü bıçaklanıyor.
Daha pek çok vahim örnek sıralamak olasıyken nokta koymakta fayda var. Varlıkların acımasızlığa alıştığı bir toplumda cinnet ehlini fütursuzca öyle kolay yazamıyor bazı eller.
Ülkenin birinde üç buçuk dakikada bir hırsızlık yaşanırken bizde beş dakikada bir. Yok aslında kimsenin birbirinden farkı ama cehalet açısından bizden iyisi yok.
Yaşanan her olay insan kalmanın sınırını zorlarken her olumsuz tutum cehaletten ileri geliyor. Asıl önemlisi asla değişmeye yanaşmamaları, kendilerinin doğru olduklarını düşünüyor olmaları. Haksız olduklarını kuş beyinlerine sığdıramıyor olmaları.
Belki de sistem ya da kurulu düzen; onları bencilce, hayâsızca bir yaşama yönlendiriyor. Peki diğer insanlar bundan neden etkilenmiyor? Hoş görüsüne sığınıp sabır orucunu bozmuyor, tevekkül içinde eyvallah deyip geçiyor?
Her sabah ceketini giyip, boyunbağını bağlayıp atık kâğıtları toplamaya çıkan bir insandan katil ya da hırsız olabilir mi?
Ekmeğinin derdinde olan onun gibileri barbar olmaz. Kendisini yetiştiren anasına laf söyletmez, laf cambazlığı bilmez, yığınları kışkırtmaz, fırsat kollamaz, her olaydan kendilerine pay çıkarmaz, olayları saptırmaz, iftira ile işi olmaz. İnsanlığını bozmaz.
Gerçeğin yolu yoktur ve gerçeğe bir yolla varılmaz. Gerçek, vicdanın sesiyle bilerek yaşanır. Kişinin aldığı terbiye veya eğitimde yaptığı şey olduğu şey değil midir?
Bu karanlık ve karamsar tablo; cehaleti, bencilliği, bağımlılığı doğurmaya devam eder. Özdeyişteki gibi “yararlı bir nimete benzetmek olmasın” ama ‘Üzüm üzüme baka baka kararır’dan misal, şiddet sergileyen varlıklar hem kendi hem de masumların hayatını karartmaya devam eder.
Bizler de bunca kelamın boşuna yazıldığına hayıflanır …’nin 68.ayetini hatırlayıp nedamet duyarız.