Yeni yıla girerken yazdığım yazıda Türkiye’nin durumu için siyasetçilere göre,  “Tünelin iki ucu da karanlık…” Bu açıdan 2020’ye bakarsanız çok şey görünüyor ama, net bir şey görünmüyor demek daha doğru olur” demişim. Biz tabii hep Türkiye açısından, ülkemiz açısından olaylara bakmaya çalışıyorduk, doğrusu hayatımızdan pek de memnun değildik. Bizim dışımızdaki ülkelerin durumu hep iyi, bizse hep kötü diyorduk, öyle görüyorduk.

Çin’den yayılan bir virüs dalgasıyla şok olduk. Bütün dünya küçücük gözle görülemeyen, hatta mikroskopla bile zor görünen mini minnacık bir canlının ortaya çıkmasıyla, ölü toprağına bürünmüş gibi sessizleşiverdi. Hayat durdu âdeta. İnsanlık minsanlık yok oldu. Herkes kendi derdine düştü. İstese de kimse kimsenin yardımına koşamıyor.

Eskiden pek aklımıza gelmezdi yardım etmek. Ama yardım istemek zorunda kalınca dostluklar, arkadaşlıklar, verilen sözler, yapılan anlaşmalar falan hepsi çöp oldu.

Bir Avrupa Birliği vardı biliyorsunuz, yıllardır bizi kapısında süründüren. Girsek mi girmesek mi, alırlar mı almazlar mı, alsınlar mı almasınlar mı falan diye kendi aramızda boş yere bizi çok tartıştırdı.. Yunanistan batarken milyon avro yardımlarla desteklenince hani ağzımızın suyu akmadı değil. Demek ki biz de bu birliğin içinde olsak bize de yardım ederlermiş baksana diye hayıflandık

Zaten buraya girmemizi isteyenlerin en büyük hayali, hani girersek biz de onlar gibi gelişmiş ülke olacağız, ilerleyeceğiz, medenileşeceğiz, modernleşeceğiz, daha güzel, lüks ve rahat bir hayat yaşayacağız zannıydı.

Ama gel gör ki kazın ayağı öyle değilmiş. Katolik hıristiyanların yönetim merkezi olan Papalığın da içinde bulunduğu İtalya’da, corona virüsü yüzünden her gün yüzlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan bir felaket yaşanırken kimse dönüp yüzüne bile bakmadı. Belki de bakamadı desek daha doğru. Neden? Çünkü herkes kendi derdine düştü.

Şaşılacak şekilde gördük ki, bizim Sağlık Bakanlığımız bu konuda bayağı iyi hazırlanmış. Kendi hastalarına şifa dağıtmaya çalışırken karınca kararınca yardım isteyen diğer ülkelerin imdadına bile koşmaya çalışıyor.

Sağlık bakanlığının tedbirlerine ve tespitlerine rağmen durumumuz maalesef o kadar da iyi değil. Neden? Vatandaşın bu tedbirleri delmeye çalışmasından.

Önce bu hastalığın yurt dışından gelenlerden bulaştığı anlaşılınca “karantina” uygulaması başladı. Ne kadar güzel ve yerinde bir tedbir. Ancak Batı’dan gelenler için düşünülen bu uygulama doğudan (umreden) gelenlere ilk başta uygulanmadı. Anadolu insanının hali malum, Kutsal topraklara gidenleri ziyaret etmeye bayılır, gidip elini öper, hurmasını yer, zemzemini içerse kendisi da sanki oralara gitmiş kadar olur.

Tez zamanda anlaşıldı ki bu ziyaret trafiği Anadolu’ya virüs yayıyor. Hemen karantina uygulamasına geçildi ama biraz geç kalınmıştı.

Yeri geldiğinde yüzde şu kadarı Müslüman bir ülke diye bahsettiğimiz memleketimiz insanının bu kutsal ziyareti yapması güzel bir şey. Ama keşke “umreden gelenler coronayı yaydı” dedirtmeseydik.

Dindar kesimin eğitim seviyesinin düşük oluşu hep tenkit edilen bir durumdur. Hatta bu yüzden pek çok insan o insanların yaptıklarını “din” olarak algıladıklarından inançlarını bile terk etmişlerdir.

****** 

Yine de biraz alışkanlık, biraz mahalle baskısı, biraz vicdanın etkisiyle, Ramazanlar farklı bir şekilde karşılanır bizde. Diğer zamanlarda camiye gitmeyenler teravihe giderler. Dindarlığı pek benimsemeyenler oruç tutarlar, içki içmekten vazgeçerler. Değişik bir atmosfer yaşanır yani.

Bu yıl Ramazana çok farklı şartlarda gireceğiz. Camiler kapalı corona virüsü yüzünden. Teravih falan yok yani…Bu virüs daha çok bağışıklık sistemi zayıf olanları etkilediği için, “oruç tutmak acaba bağışıklığı zayıflatır mı” gibi bir soru da takıldı kafalara.

Kimileri belki bu fırsattan istifade dini konulara şüphe sokmak, vatandaşın beynini bulandırmak da istemiş olabilir ama, “orucun ertelenmesi” gibi bir teklif getirmek de gerçekten akıllara ziyan.

Biz hâlâ ibadetlerin özünü, nedenini, hikmetini kavramış değiliz. Körü körüne bir emirle sanki askeri komuta edasıyla “oruç tutulacaaak…tut” denmiş gibi olaya bakıyoruz. Oysa oruç tutmanın bir amacı var. Sağlığı elverenler için konulmuş bir ibadet. Hastalar için zaten söz konusu değil. Sağlığa tekrar kavuşulduğunda telafisi mümkün. Ya da böyle bir imkân yoksa her oruç için bir fakirin doyurulması gerekiyor.

Dolayısıyla her insan kendi durumunu belirleyecek ve kararını verecek durumda. “Bu sene oruç tutulmayacak” diye toptan bir karar vermek mümkün mü? O zaman hangi sene tutulacağının veya  ne zaman tutulacağının kararını da o merci verebilir. Oysa ibadet dediğimiz şey tamamen kul ile yaratıcı arsındaki bir bağdır.

Bu konudaki laçkalığımızı gösteren en bariz örnek, her yıl “sakız çiğnemek orucu bozar mı” diye sorulmasıdır.

***** 

Evet, her şey aklımıza gelirdi de bu yıl böyle bir Ramazan geçireceğimiz aklımıza gelmezdi. Yarının ne olacağını hatta iki saniye sonra ne yaşayacağımızı bilmeden hayata sımsıkı sarılan, ölümü hiç hatıra getirmeden sanki sonsuza kadar yaşayacakmış gibi hareket eden bir canlıyız. Her şeye pamuk ipliğiyle bağlı olduğumuzu unutuveriyoruz.

Oysa er geç herkes öleceğini biliyor. Kimse sonsuza kadar yaşamaz ki… Bu gerçeği bilmek bazı insanları korkutuyor. Hatırlarsınız, tabutun üstüne konan örtüden ve Zincirlikuyu Mezarlığının kapısının üstünden “Her nefis ölümü tadacaktır” âyetinin kaldırılmasını isteyenler olmuştu. Korkutuyormuş onları. Korkunun ecele faydası yok diye bir atasözümüz var. Korkmak yerine tedbirli davransak, ona göre hareket etsek daha iyi olmaz mı?

Her gün trafik kazalarında yüzlerce kişi ölüyor. Ama biz arabaya binmekten korkmuyoruz. Neden? Kendimize göre tedbirimizi aldığımızı düşünüyoruz ve en önemlisi de bu tehlike ile birlikte yaşamaya alışmışız.

Corona virüsü için de uzmanlar öyle diyorlar. Bu salgın bir şekilde atlatılsa bile o tamamen aramızdan ayrılmayacak, bizi terk etmeyecek, biz bir şekilde onunla birlikte yaşamaya alışacağız diyorlar. Tıpkı kansere, ülsere, kalp krizine, şekere, tansiyona alıştığımız gibi. Ölüm duygusuyla birlikte yaşamaya da alışmak zorundayız, korkmaya değil. 

Coronayla birlikte dünyanın her yerinde insanlar, manevi duyguları bir kere daha hatırladılar. Dinler arasında yüzyıllardır o kadar sürtüşme varken, çaresiz kalanlar, bir destek gelir umuduyla her dinden her inanıştan medet umuyorlar. Meydanlarda  kılınan namazlara abdestsiz abdestsiz uyarak birlikte yatıp kalkanları gördükçe bazılarımız, herkes hemen Müslüman oluverecek zannediyor. 

Aslında gerçekten Müslüman olduklarını zannedenler Müslüman gibi yaşasalar, bu olmayacak bir şey değil. Ancak zaten öyle bir durum olsa belki bu felâketler de başımıza gelmezdi. Nitekim bazıları, insanların kendilerine, topluma ve doğaya yaptıkları kötülükler yüzünden bu felaketin başımıza geldiğini düşünüyorlar.

Olabilir de, aksini iddia edemeyiz. Ancak burada kendilerini garantiye almış gibi davranmaları ilginç. Bu felaket aramızdan bir kısmını alıp götürecekse, o kötülükleri yapanları teker teker seçerek cezalandıracak değil. Sonuçta hepimiz aynı gemideyiz. Gemi battığı zaman hep birlikte boğulacağız.

Dualarımız elbette bu zor durumdan kurtulmak için. Ama unutmayalım ki dua sadece sözlü olarak “Allahım şu coonayı bizden uzak tut” demek değildir. Gerçek dua fiili duadır. Yani coronanın tehlikesini azaltmaktır, gitmesini sağlayacak şeyleri yapmaktır. Dikkatli olmak, temizliğe riayet etmek, İlaç bulmak, aşı keşfermek gibi…

Biz her konuda elimizden gelenin en iyisini yapmak zorundayız. Takdir elbette Allah’ındır… Hiçbir şey yapmadan O’ndan bir şey isteyemeyiz. Dolayısıyla kuru kuruya yalvarmakla hiçbir belâdan kurtulma şansımız yok.

Ramazan ayı, bereket ayıdır, ibadet ayıdır, rahmet ayıdır, mağfiret ayıdır diye hep anlatılır. Duymayanımız yoktur. Ama o rahmet, o bereket, o mağfiret kendiliğinden gelmez. Hak etmek lazım. Çalışmadan, uğraşmadan kimse kimseye beş kuruş vermezse, gayret göstermeyen kimseye Allah ne versin, niye versin.

Dünyayı kasıp kavuran bir felâketle boğuştuğumuz şu günlerde Ramazanı da, dini de, inancımızı da akılla, mantıkla sorgulayarak, yaptıklarımızı niye yaptığımızın, yapmadıklarımızı niye yapmadığımızın bilincinde olalım. Önce insan olalım ki, Müslüman olmaya yüzümüz olsun.

Bu Ramazan camiler kapalı, evlerdeyiz. Kâbede kuşlar tavaf edebiliyor ancak. İslâm tarihinde bir ilk yaşanıyor belki de…Bazı şeyleri biraz daha derin düşünsek mi?

Hayırlı Ramazanlar….