Herkesin bayramı farklıdır!

Hastane kapılarında şifa bekleyene; sağlık haberi, asker yolu gözleyen anneye; evladının terhisi, hamile bir kadının bebeğini kucağına alışı, sevdiğine kavuşmayı bekleyene düğünü, madende göçük altında kalmış canlarından gelecek müjdeli haber de bayramdır.

Maşuka her sabah sevgilinin yüzüyle uyanışı bayramdır.

Bana göre; çocuklardan yapılmıştır bayram.

Bir arife günündeyim, ertesi sabah kurban bayramı. Çocuğum ve şımarıklığım babamın ellerinde, yüzümde beliren güllerle bayram öncesi telaşlardayım. Biz, Beş kardeşiz hepimizin gözleri ışıl ışıl parlıyor. Annem, saç tokalarımızdan saçlarımızın modeline, minik bedenlerimize uygun elbiseye ve olmazsa olmaz bayramlık ayakkabılarımıza kadar inceden düşünüp ve her şeyimizi hazırlamış. 

Yatağımızın başucuna kırışmasın diye özenle katlayıp, bıraktığımız kıyafetlerimizden gözlerimizi alamadan, sabah gireceğimiz kılığın hayaliyle yorgun düşen göz kapaklarımıza yenilerek uykunun kollarında sızıp kalırdık. Sabah doğan Güneşi bayramlıklarımızla selamlardık. Babam bayram namazından gelene kadar kahvaltı sofrası hazırlanırdı. Babam sıcacık gülümsemesiyle kapı arasında belirir ve bizlere yeşil ışık yakardı. Biz koşarak dağımızın yamacına dizilir bayramlaşma faslını başlatırdık. Tabi ki yaşa göre sıralanırdık ve harçlıklar yaşımıza orantılı dağıtılırdı.

Kalabalık olmanın tadı bir başkaydı o zamanlar. Babamın küçücük avuçlarımdan öperken nefesinin dokunması bayramdı mesela. Yüzlerimize takılan güven duygusu, dilsiz bir mutluluktu adeta.

Gözlerimin önünde rengârenk şekerler. Güneşten çocuklardık o vakitlerde.

Sofraya geçer, bir bir izlerdi hepimizin cici elbiseleriyle sofraya dizilişini.  Uzun uzun bakar kendi aramızda konuşmalarımıza bıyık altı tebessüm ederdi. Cümlelerimiz sevinç doluydu zira. Kahvaltı sofrasından kalkılır, kurban kesimine geçilirdi. Ve ben adını ‘’Masal’’ koyduğum inek kesilmesin diye babama saçma sapan şeyler söyleyip durdurmaya çalışırdım. Durduramadığımda unutsun babam diye dua üstüne dua okurdum. Sübhaneke, Fatiha, İhlâs surelerini okur senkronize bir şekilde ‘’âmin âmin âmin’’ deyip Allaha sözler verirdim. ‘’Ağaca çıkmayacağım, tavukları kovalamayacağım, en önemlisi kurbağa öpmeyeceğim’’ diye. Malum sekiz yaşında ilk okuduğum masalın kahramanıydı öpünce prens olan kurbağa.

(Kafamda milyon kareye flaş patlıyor şu an aaah)

Bu arada ben, Çocuk aklımla bahçedeki ağaca bağlı ve kesilecek olan kurbana her sabah gidip ninniler söylüyordum. ‘’Anneni, babanı, kardeşlerini özlüyorsun biliyorum.’’ Diye Masal’ı teselli edecek cümleler sıralıyordum. Masal’ın mahzun bakışları,  canımı yakıyordu. İpini açmayı denemişliğimde olmadı değil hani, anneme yakalanırken, şirinlik yapıp “onu gezdirecektim” diye aklıma ilk gelen masum yalana inanmasını bekliyordum. Kulağım çekilene dek.

Aklımda “acaba kesileceğinden haberi var mı” diye düşünceler sıralanıyordu. Babama ‘’kesmeyelim ne olur, bizimle yaşasın ben bakarım’’ diye yalvardığım gün bana Hz. İbrahim’in hikâyesini anlattı. Kalbim sitemini o gün yitirmişti. Bir çocuk kurtulmuştu çünkü.

Ben her bayram akranlarım gibi kapı kapı gezip bir ağızdan “bayramınız mübarek olsun” demek istemişimdir. Annemin işaret parmağı bu isteğime asla yol vermezdi. Oysa toplu halde gelen çocuklara ayrılan şekerlik gün içerisinde defalarca dolar ve tükenirdi. Babam “sen bayramlaşmaya gidersen, kim kapımıza gelen çocuklara şeker ikram edecek. Annen arkadaşlarına şeker ikram etmen için gitmeni istemiyor” diyerek beni ikna ederdi. Ve bir görev bilinciyle kendimi önemli hissederdim.

Şimdilerde o şevk, o heyecan kalmadı artık. Bayramlık heyecanından uzak beton duvarlar arasında büyüyen çocuklara üzülüyorum şahsen.

Anlıyorum ki, Ecesiydim babamın ve onun gözleriyle dünyayı tanımıştım. Sesi seraptı duyularıma, varlığı hudutları olmayan gökyüzünde bol güvercinleri olan bir ülkeydi. ‘’ELLERİN İYİLİKLE DOKUNSUN BAŞKALARINA’’ derdi. Ötesiydi anlamanın. Bu yüzden yaşama hakkımı, başkasının yarasına merhem olma hazzıyla pekiştirdim. Büyüdükçe anladım ve o gidince yerini maalesef harfler aldı. Bulutlandı gökyüzüm, kuşlar hudutları aşıp başka diyarlara göç etti. Dünya’ya ve insana inanan yaşlarda olmaktı çocukluk. Suçsuz, günahsız uyanmaktı sabaha.

Şimdi gidenler çoğaldı hikâyemde 

Annem eski zaman masalında nine 

Babam soğuk sütunlarda

Harflerden yapılmış bir anı 

Sükûn halinde boylu boyunca yattığı yerde

Ve kaç bayramdır görmüyorum yüzünü

Nakış nakış çoğaltıyor hüznümü

Seni ne çok özledim bir bilsen 

Bir bilsen

Bu bayramda seninle uyandım baba

Avuçlarımda öpücüklerin sıcacık hala.