Bugünlerde toplumumuza bir haller oldu deniyor. Bakın eskiden nasıldık? Mahallelerde yaşayanlar olarak komşuluk ilişkilerini kaybetmezdik. Aynı il ve ilçede yaşayanlar olarak birbirini tanımamazlık etmezdik. Birisi hastalansa, birisi ölse günlerce evinde kalıp kokmasına duyarsız olmazdık. Biri yolda düşüp kalırsa bakıp geçmezdik. Komşumuzun mutluluğunu paylaşmaktan vurdumduymaz, dostumuzun başarısını kutlamaz değildik. Hatta vicdansızlık o kadar ileri gitti ki sürücüler olarak yolda çarptığımız kişiye bakmadan bırakıp kaçmazdık. Daha Pazar akşamı haberlerde izledim. Durakta bekleyen iki üniversiteli gence çarpan sürücü hiç hız kesmeden zalimce kaçıp gitmişti. Oysa daha yüzyıl öncesinde bile ne güzel hasletlerimiz vardı. Bir zamanlar; kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdık. Tembellik nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik. Bu nedenle dünya bizi örnek alır, bizi anlatır, bizimle ticaret yapar hatta Fransa başta olmak üzere İngiltere’si, Amerika’sı, bizden yardım ister bizden medet umardı. İşte onlardan birkaç güzel davranış örnekleri.
Dürüstlülüğümüz örnek alındı: Hatta bizim için Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerinde şu anlama gelen bir tavsiye levhası asılıydı; “-Türklerle alışveriş et, yanılmazsın.”
İtibarımız örnek alındı: Hollanda Ticaret Odası'nın toplantılarında oylar eşit çıkınca Osmanlılar’la alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu.
Temizliğimiz örnek alındı: Yere bile tükürmezdik. Hatta Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor; “-Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür.”
Çevreciliğimiz örnek alındı: Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki büyük ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için Cami minare şerefelerine, duvarlarına ve saçak altlarına –Serçe-Kuş-Sarayları yapardık. Bilhassa İstanbul’da bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez.
Kimsenin malına el sürmememiz örnek alındı: Fransız müellif Motray, 1700'lerdeki halimizi şöyle anlatıyor; “-Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir”.
Medeni oluşumuz örnek alındı: Bakınız İngiliz sefiri Sör James Porter ise, 1740'ların Türkiye'si için neler söylüyor; “-Gerek İstanbul'da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır.”
Dosdoğru olmamız örnek alındı: Fransız generallerden Comte de Bonneval bu konuda şöyle diyor; “-Haksızlık, murabahacılık, inhisarcılık ve kolay kazanma gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır.”
Birbirimize güvenir olmamız örnek alındı: Fransız yazar Dr. Brayer, 1830'ların İstanbul'u için büyük bir övgü ile şöyle diyor; “-Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânlarının çoğunlukla genel ahlaka güvenle açık bırakıldığı İstanbul'da her sene ençok beş-altı çalma olayı görülür.”
Dükkânlarımızın kapısına anahtar vurmamamız örnek alındı: Ubicini Dr. Brayer'i bizi şöyle doğruluyordu; “-Bu muhteşem başkentte dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört çalma olayı vakası bile olmaz. Halkı sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu'nda ise çalma ve cinayet vakaları olmadan gün geçmez.”
Nazik oluşumuz örnek alındı: Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880'lerin bizi şöyle anlatıyor; “-İstanbul Türk halkı Avrupa'nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi tek-tük işitilir. O kadar müsamahakârdırlar ki ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilirsiniz ve kimse karışmaz, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz.”
Ahlak anlayışımız örnek alındı: Türkiye Seyahatnamesi'yle meşhur Du Loir'un 1650'lerdeki hükmü şöyle; “-Hiç şüphesiz ki, ahlak bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün dünyaya örnek olabilecek vaziyettedir.”
Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu.
Hayvanlara karşı saygılı olmamız örnek alındı: Bu konuda dilerseniz Elisee Recus'u dinleyelim, bize 1880'lerdeki halimizi anlatsın; ”- Türkler’deki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılırdı. Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir.”
Hayırsever oluşumuz örnek alındı: Comte de Marsigli'yi tekrar dinleyelim; “-Yazın İstanbul'dan Sofya'ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin yolculara bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum. Aynı yazar, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor;”- Fakat şunu da itiraf etmeliyim ki, bu dindarane hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve hatta bitkilere bile kapsardı.”
Şefkatli oluşumuz örnek alındı: Başka bir Avrupalı ünlü hukukçu Avukat Guer, bu konuda hayretini şöyle dile getiriyordu; “-Türk şefkati hayvanlara bile şamildir dedikten sonra şu örneği zikrediyor; Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar... Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür... Kaçıklığın kaynağını da veriyor adam; birçokları da sırf özgür bırakmak için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk'e bir gün yaptığı işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi;”- Allah'ın rızasını tahsile yarar.”
Kısacası: Yahu sahi bize ne oldu! Allah aşkına bize ne oldu da, toplumumuzun bazı kesimlerinde; doğayı korumaz, hayvanları sevmez, kitap okumaz, tarih bilmez, Allah korkusu düşünmez, merhamet göstermez, şefkat vermez birbirimizin gözünü oyar, rızkını çalar, namusuna göz diker, büyüğe saygı duymaz, küçüğe sevgi vermez, vatanımızı bize hediye eden gazilerimize saygı duymaz, şehitlerimizi anmaz mı olduk? Hekimlerimizi sopayla döver, öğretmenlerimizi bir yumrukta öldürür mü olduk? Engellilere acımaz, yaşlılara, hamilelere, karşı umursamaz mı olduk? Üç kuruş fazla kazanmak için hileli gıdalar üretir mi olduk? Hatta bu kalpazanlık ve hilekârlığı bir marifetmiş gibi anlatır mı olduk? Yapmayana da enayi gözüyle bakar mı olduk? Kadınlarımız için canımızı verirken şimdi onların da gırtlağını keser durumlara mı geldik? Bir zamanlar Avrupa bize hayran olurken, biz AB için onların kapısında beklemeyi görev sayar mı olduk? Vallahi ben bu olumsuz soruları sormaktan saymakta bıkar oldum. Bu yazıyı yazarken, bu gazete basılırken ve hatta siz bu yazıyı okurken bile kuralsızlıkta ısrar eder mi olduk? Bence biz bunları yapmadık yahu! Evet, Allah aşkına diyorum. Kanun yapıcıları ve kanunları uygulatanlar ve de biz kanunlara uymak zorunda olanlar; benim gibi düşünenler bu kötü gidişata ne zaman dur diyeceğiz diye doğrusu onu da çok merak eder mi olduk?