Türkiye, 29 Ekim 1923 yılında başlattığı modernleşme projesi ile alternatif bir modernleşme projesi olarak algılanan Avrupa Birliği'ne katılmayla sorunlarını aşabileceğini düşünmekle beraber, belirginleşen ilginç nokta, Türk ve Avrupalıların modernleşmeden farklı şeyler anlıyor olmalarıdır. Türkiye modernleşmesini, ulus-devletini geliştirmek ve güçlendirmek olarak görürken, Avrupalı için modernleşme ulus-devlet kalıp ve kısıtlarından sıyrılmaktır. Ayrıca Avrupa müktesebatının getireceği sivil disiplinli bir toplum performansı ile aslında, Türk halkından çok şey beklenmektedir. Bu disiplini göstermekte her zorlandığında, güncel sorunlarının çözümleri müktesebat engellerine takıldığında, tepki duyulmaya başlanacaktır. Bu da AB projesine, hem Avrupa cephesinde hem de Türk tarafında karşı çıkılmasını arttırıcı sebepler olarak gösterilecektir.  

            Tam  üyelik  görüşmelerinin  açık  uçlu  olması,  1982  Anayasası'nın  Avrupa  Birliği hukukuna uyumlaştırılması konusunda gerekli siyasal motivasyonu yakın dönemde azaltacak niteliktedir. Doğrudan ve dolaylı  anayasal aykırılıkların, en geç katılım öncesinden kısa bir süre önce (2010'lu yılların başında) uyumlaştırılması gerekmektedir.  

            Türkiye kamuoyu, giderek AB üyeliğinden soğumaktadır. Sebepleri; AB camiasında Türkiye'nin üyeliği konusundaki isteksizlik; Kıbrıs, Ermeni sorunu, Kürt Hakları, Ortodoks Patrikhanesi'nin Statüsü gibi "hassas sorunlar"da oluşan kuşkular; AB Anayasası ve bütçe krizleridir.  

            Siyasi ve hukuki kimliğimiz olan "TC. Vatandaşlığı" da bu paralelde anayasal tanıma gidecek kadar sığlaştırılmıştır. Üst kimlikteki "Türklük"ün yerine "Türkiyelilik"i geçirirsek, içi boşaltılmış kuru bir pasaport ve ırkçılık peşindeki milyonlarla karşı karşıya kalırız. Kimliği meydana getiren asıl harç; din, dil, vatan, kültür, tarih, tasa ve kıvanç birliğidir. Temel sorun, insan topluluğunun hangi koşullarda ulus'u oluşturduğudur.  

            AB'ne hakim olan norm ve değerler göz önüne alındığında bir çok ulusçu yaklaşımın oldukça sulandırılması gerekecektir. Bu etkilerin soğukkanlılıkla ele alınıp, objektif bir şekilde irdelenip, gerekli düzenlemelere bu günden başlanılması gerekmektedir.  

            Türkiye, 25 Üye  ve  diğer iki Aday Ülkenin yaşamış olduğu tecrübelerden  yararlanarak Anayasasında son derece başarılı değişiklikler yapabilir. Bu değişiklikleri yaparken, eski üye ülkeleri örnek almak yerine, yeni üye ülkelerin açtığı yoldan giderek Anayasasına, Avrupa Birliği'ne özgü hükümler koyabilir. Bu da; Türk anayasası'nın değiştirilemez çekirdek hükümlerine dokunulmadan, AB müktesebatının getireceği yenilikleri içselleştirebilmesine bağlıdır.  

            Bununla birlikte, Türkiye'nin en kısa zaman içerisinde yapması gereken değişiklik, kırk yıldan fazla bir süredir süren bir hatanın giderilerek, uluslararası antlaşmaların anayasal denetimini yasaklayan Anayasa'nın 90/5. maddesinin ikinci tümcesinin kaldırılmasıdır. 1982 Anayasasında  da   uluslararası   antlaşmaların   Anayasa'ya   uygunluğunun   denetlenmesine yönelik   benzeri   bir   değişikliğe   gidildiği   takdirde,   bütün   uluslararası   antlaşmaların üstünlüğünün tanınmasının getireceği sakıncalar bir nebze olsun giderilebilir.           

            Şu anda, mevcut AB ilişkileri günübirlik gelişme ve çıkışlar içinde magazin programlarla incelenmeye çalışılmaktadır. İstekler hep AB tarafından gelmekte, Türkiye ise bunlara cevap verebilme telaşında bulunmaktadır. Alternatif çözüm yolları üretilememekte, üretilse bile dinletilememektedir.  

            Türkiye, AB'nin zayıf karnı olan; sınır sorunlu Rum Kesimi'ni neden içine aldığı, Batı Trakya Türk azınlığına yapılanların neden engellenmediği, verilmesi gereken fonların neden açılmadığı veya kısıtlı kullandırıldığı, OGSP kapsamında NATO'ya tam üye olan Türkiye'nin imkânlarının kullandırılmasındaki şartlar, yabancı işçi statüsündeki yabancı ve göçmenlerin raporlarla da tescil edilen haklarının gaspı gibi hususları işleyebilmelidir.  

            Angela Merkel ve onun gibi düşünen bazı şahinler, Türkiye'ye AB Anayasası'ndaki ifade ile "güçlendirilmiş işbirliği" gibi bir özel statülü ilişki önerse de, stratejik seviyede kaybedeceklerini göze alabilme cesaretini gösterememektedirler.  

            AB Anayasasının reddi yahut Türkiye'nin AB dışında kalması, dünyanın sonu değildir. Türkiye "siyasi" Avrupa'nın zaten üyesidir ve şu andaki tek ihtiyacı da Avrupa ortak pazarı içinde yer almaktır. Esas olan, bunu hukuki olarak nasıl tanımlayabileceğidir.  

            Aydın kalın!