Geçen gün  gazetede şöyle bir haber okudum 

Diyarbakır'da kayıp çocukları için HDP il binası önünde nöbet bekleyen acılı annelerden İstanbul'dan gelen Saliha Edizer, 5 yıl önce kaybolan oğlu Yakup (19) için ağıt yakarken fenalaşıp bayıldı. 

Bu haber bana- başka bir kayıp annesi olan Asiye Doğan'ı, hatırlattı. 

Asiye Doğan, yüzlerce kayıp annelerinden sadece bir tanesiydi. 

Bir sabah evinden alınan, son olarak bir kapı aralığından çırılçıplak bedeni baş aşağı asılmış olarak görülen oğlu Seyhan'ı aramakla geçti, geri kalan ömrü. 

Çalmadığı kapı, derdini anlatmadığı yetkili kalmamıştı. 

Çığlığını bir televizyon aracılığıyla dünyaya duyurmasının ardından gözaltına alınır. 

Anne Asiye ve baba Ramazan Doğan çifti 1997 yılında Evlatlarını  daha kapsamlı araya bilmek için  İstanbul'a göç ederler. Asiye ana'nın yüreğindeki ateş onu, 1998 yılında önce İnsan Hakları Derneği'ne, sonra da Galatasaray'a götürür. 

Orada kendisi gibi, evlatlarını, eşlerini, yakınlarını arayan başka kadınlarla tanışır. 

Cumartesi Anneleri denmektedir onlara. 

Artık o da  bir Cumartesi annesidir. Her hafta koluna giren biri yardımıyla Galatasaray'a gelir, on üç yaşında kaybedilen oğlu Seyhan'ı arar.

Ve Asiye ana 2000 yılında yüreği çektiği acıya ve yorgunluğa dayanamaz Seyhan'ına kavuşamadan hayata veda eder. Cumartesi Anneleri'nden Asiye Ana'nın boşluğunu bu sefer eşi Ramazan Doğan doldurur. Baba Ramazan, oğullarının hiç değilse bir mezarı olsun ister. Sonraki yıllarda da Galatasaray Meydanı'nı terk etmez, Cumartesi Anneleri'yle beraber olur. Ancak bu sabırlı bekleyiş 2010 yılında son bulur. Ve Baba Ramazan Doğan'da hayata veda eder. Eşi Asiye'nin mezarının yanına gömülür. 

Takvimler 2012 yılını gösterir. 

Mardin'nin Dargeçit ilçesi, Bağözü Köyü'nde kazı çalışmaları yapılır. Açılan çukurun içi taşlarla doludur. 

27 yaşında genç bir adam, çukurun içindeki taşları bir bir kaldırır, toprağı avuçlayıp içindekileri ayıklar. 

Taşların altından bir kemik parçası çıkar. Sonra bir kemik parçası, bir kemik parçası daha. Kemiklerle birlikte bir de kazak çıkmıştır. 

Genç adamın adı Hazni'dir ve elinde ağabeyinin kemiklerini tutmaktadır. Hazni ağabeyi Seyhan'ı kazağından tanımıştır. 

2013 yılında adli tıp kurumundan gelen rapor, yapılan DNA karşılaştırması sonucu kemiklerin Seyhan Doğan'a ait olduğunu söyler. 

Böylece Cumartesi Anneleri'nin ısrarla adalet arayışları bir kez daha sonuç vermiş olur. 

Gelelim günümüze. 

Dün anneler nasıl ağıt yakıyorsa, bugün de aynı şekilde ağıt yakmaya devam ediyorlar. 

Üstelik bu acılı anneler günlere, gruplara ayrılmış şekilde. Üzerinde düşününce ne kadar vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlayorum. 

İşte o gruplara ayrılan anneler. 

Cumartesi anneleri, Cuma anneleri ve Dağa çıkanların anneleri. 

Yani yüreğindeki acıyı yıllarca söndüremeyen ve çocukları bir gün olur da dönerse diye evlerini boyatmayan, camlarını açık tutan anneler. 

Cumartesi anneleri.

7 Eylül 2019 Cumartesi günü, onların 754'üncü oturma eylemi idi. 

Her Cumartesi olduğu gibi, Galatasaray Lisesi önünde sessiz çığlıklarla seslerini duyurabilmekti amaçları. 

Peki, kimdi bu anneler? ve ne istiyorlardı?

Onlar, 12 Eylül'ün karanlıklarında yok edilenlerin acısını yaşayanlardı. 

Onlar, gözaltında kaybolan oğlunu, kızını, eşini, kardeşini ve de faili meçhul cinayetlere kurban giden yakınlarını arayanlardı. 

Ve bu ülkenin Cuma anneleri. Yani şehit anneleri 

Oğullarını davul zurna ile askere gönderen ve bir gün şehit olarak cenazesini teslim alan anneler. 

Ve her Cuma mezar başında dua okuyan.

Seviyormuş gibi mezar taşını okşayan.

Ve bir gün gelecekmiş gibi umutla yaşayan anneler. 

Ne diyordu Cuma anneleri? 

Artık, analar ağlamasın diyorlardı.

Mezar başında ağıtlar yakılmasın diyorlardı. 

Ama onların da çığlıkları duyulmadı. Onların da gözyaşları görülmedi. Ve bu ülkede onların da sesleri dinlenmedi. 

Ve artık bu ülkede dağa çıkan çocukların anneleri de var. 

Yani hem dağdaki çocuğu için hem ovadaki çocuğu için ağlayan anneler. Artık onlar da çığlıklarını duyurmak istediler. 

Her şey 22 Ağustos günü başladı.

Hacire Akar, o gün HDP Diyarbakır İl Binası'nın önünde oğlu Mehmet Akar'ı istedi. İki gün, gece gündüz orada oturdu. Bunun üzerine güvenlik güçleri Mehmet Akar'ı kurtardı. Ve Hacire anaya teslim etti. 

İşte bu olay, oğullarına kavuşmak isteyen anneleri tetikledi. Ve Hacire ana, belki de bilmeden bir oturma eylemini başlatmış oldu. 

Yazımın kısaca özeti şudur! 

Bu ülkede anneler hep ağladı.Hala da ağlamakta. 

Yaşanan, yaşatılan her olayda en çok anların canı yandı. Hala da yanmakta. 

Ve ben içtenlikle şunu diliyorum. Tüm bu annelerin ağıtları, çığlıkları ortak bir sese dönüşsün, toplumsal vicdanın sesi olsun. Hiç bir anne ağlamasın.