Kazasız belasız bir bayrama daha kavuştuk. Son yıllarda terör yüzünden çok acı bayramlar yaşamıştık. 2016, terörün en çok can aldığı yıllardan biri olmuştu. 2017’ye de Reina baskınıyla girmiştik. Gerçi ülkemizde ve dünyada her şey güllük gülistanlık değil ama, en azından o günden beri şükürler olsun toplu bir facia yaşamadık. Bundan sonra da inşallah yaşamayız. Bu durumun gerçekleşmesini sağlayan güvenlik güçlerimize teşekkür borçluyuz.

Terör örgütü üzerine eskisinden daha farklı yöntemlerle gidilmesi, asayişin sağlanması konusunda daha ciddi tedbirler alınması, istihbarat birimlerinin birbiriyle daha uyumlu ve koordineli çalışması, OHAL dolayısıyla bazı farklı uygulamalar yapılması, olaysız yaşadığımız günlere etki eden faktörler…

Evet, bu bayramın sağladığı böyle bir güzellik varken bir de özelliği var. Bayram ertesi Türkiye çok önemli bir sınava giriyor. Birçoğumuz belki olayın ciddiyetinin farkında bile değiliz ama ülkemiz bu bayram tarihi bir dönemecin eşiğinde…

Yüz yıl önce her tarafı işgal edilmiş bir memleketin güçsüz ve çaresiz mensubu olarak sıkışıp kaldığımız Anadolu toprakları, bu kez daha farklı yöntemlerle elimizden alınıp vatanımız bölünmeye, milletimiz bölük pörçük yapılarak Ortadoğu cehenneminde oradan oraya sürüklenen kişiliksiz bir topluluk haline dönüştürülmeye çalışılıyor. 

Bu planı bozmaya ve hiç umulmadık biçimde dünyaya kafa tutmaya çalışan bir Türkiye’nin varlığı, dost düşman herkeste bir şaşkınlık yarattı. Bugüne kadar yaşadığımızın aksine gösterilen bu tavır, içeride bile kuşkuyla karşılandı. “Hiç sesimizi çıkarmasak, ne istiyorlarsa yapsak, rahatımızı bozmasak” diye düşünenlerin sayısı da az değil.

Bilmedikleri bir şey var ki, sessiz kalarak bertaraf edilecek bir felâket karşısında değiliz. 1948’de kurulan İsrail devletinin haritasıyla bugünkü İsrail devletinin haritasını yan yana koyarsak, belki bunu biraz daha iyi anlayabiliriz. Bu arada zaman zaman değişik mecralarda çıkan farklı Türkiye haritalarından da mı ibret almıyoruz?

*****

24 Haziran seçimleri işte bu yüzden çok önemli. Erdoğan’ın gayretiyle getirilen ve Cumhurbaşkanlığı sistemi diye adlandırılan yeni bir uygulamaya şahit olacağız bu seçimde. Herkes biliyor ki durum, “Cumhurbaşkanı kim olursa olsun, bir şey değişmez” dediğimiz günlerden bir hayli farklı.

Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulunu kendisi seçip ülkeyi yönetecek. Şimdiye kadar kitaplarda teorisini okuduğumuz kuvvetler ayrılığı tam olarak uygulanacak. Yasama tamamen Meclise ait olurken, yürütme ayrı bir erk olarak yerini alacak.

Teorinin pratiğe dökülmesi anlamında doğru ve yerinde bir uygulama gibi görünmesine rağmen, bizdeki siyasi anlayış, ülke çıkarından çok, birbirine zıt görüşleri olan siyasi partiler üzerinden yürüdüğü için, Türkiye bir dar boğazın sıkıntısı içinde.

Bir tür başkanlık sistemi olarak algılayabileceğimiz Cumhurbaşkanlığı sistemi, Tayyip Erdoğan imzasını taşıdığı ve onun gayretiyle hayata geçirildiği için içeride ve dışarıda karşı çıkanları çok fazla. İktidar partisinin 16 yıllık süreç içerisinde doğal olarak yaptığı bazı yanlışlar, bazı vatandaşları partiden soğutmuş durumda. 

FETÖ mücadelesi başta olmak üzere, her konuda âdeta tek başına mücadele veren Erdoğan’ın, bürokratik kesimde oldukça yalnız bırakılması, en basit sorunların çözümünün bile Tayyip beye bağlı olduğu gerçeğini ortaya koyarken, her ayrıntıda bizzat kendisinin rol almak zorunda kalışı, âdeta insanlarda bıkkınlık yarattı.

Sabır ve sebat gibi sözcüklerin anlamını bile bilmeyen, hele uygulamasına hiç tahammül gösteremeyen, her şeyden çabuk bıkan, sürekli fikir değiştiren, monotonluktan sıkılan,  olumlu da olumsuz da olsa değişiklik seven günümüz gençliği, gözünü açtığından bu yana iktidarda gördüğü Tayyip Erdoğan’a pek sıcak bakmıyor.

Aşırı bir özgürlük taraftarı olan, bunun için başkalarının özgürlüğünün kısıtlanmasına bile aldırış etmeyen bir nesil yetiştirdik. Elbette bunda dış dünyanın, internetin, kolay erişimin ve ulaşımın, sosyal medyanın, globalleşmenin, dünyaya açılmanın, Türkiye’ye karşı uygulanan kasıtlı hareketlerin de önemli etkisi var.

Sayın Cumhurbaşkanımız, bunları bizden iyi bilmesine rağmen, şu anda yaptığı propaganda konuşmalarında, nedense bu konuya ilişkin bir söylem geliştirmiyor. Daha çok eski CHP’nin yaptıkları veya yapmadıkları, Ak Partinin yolları, köprüleri, sağlık hizmetleri, sosyal faaliyetleri gibi klasik yöntemlerle kitleleri etkilemeye çalışıyor.

Oysa en son, 1950’de iktidarı devreden, bir daha da yönetimin başına geçemeyen CHP’nin yaptıklarını hatırlayanların sayısı artık kalmamış gibi. Daha sonraki yıllarda 28 Şubat gibi süreçlerin zorluklarını yaşayanlar da belli bir yaşın üstündeler.

Söz gelimi başörtüsü meselesinden mağdur olan grup orta yaşı çoktan geçti. Şimdi onların kızları, başörtüleriyle en az başı açıklar kadar Z kuşağının yaşadıklarını fütursuzca taklit ederken, ne taktığı başörtüsünün anlamının bilincinde, ne de bunun bir nimet olduğunun farkında.

Halbuki Erdoğan, Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde durabilen bir ülke olması için büyük gayretler sarf ediyor. Türkiye gerçekten dünkü Türkiye değil. Yapabildiğimiz çok yeni ve farklı şeyler var. Türkiye dünyanın ilk on ülkesi arasına girme hedefinde. Silahımızı, gemimizi, uçağımızı, otomobilimizi kendimiz yapmaya çalışıyoruz, kendi enerjimizi üretmeye, kendi tarımımızla beslenmeye, kendi teknolojimizi geliştirmeye, üretimimizi çoğaltmaya, ihracatımızı artırmaya gayret ediyoruz.

Bu çabaların içinde gençlere hiç yer yok mu?

Bir işsizlik korkusu girdabına kapılan gençlerin ufkunu açacak gelişmeler, onlara neden sunulamıyor?

Küskün bir gençlik yaratmak yerine, Özal zamanındaki gibi, yarınına güvenen, kendinden emin, başarıya ve gayrete susamış, farkındalık yaratacak, ülkesine sahip çıkan bir gençlik için sağlanan imkânlar ortaya konmuş olsa, ülke için daha verimli bir iş yapılmış olmaz mı?

Erdoğan’ın bizzat kendisi tarafından ortaya atılan “metal yorgunluğu” bu seçimde sanki farklı bir sonuç ortaya çıkaracak gibi. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik derken, her şeyin tekrar eskiye dönmesi, bu millet için büyük bir talihsizlik olacaktır.

Devlette devamlılık esastır. Hangi parti iktidara gelirse gelsin, hangi hükümet kurulursa kurulsun, ülke menfaatleri ön planda tutularak başlanan işlerin devam etmesi, yapılanların üstüne yenilerinin ilave edilmesi gerekirken, Cumhurbaşkanı adaylarımızın hemen hepsi, bütün yatırımların durdurulacağı gibi bir vaat yarışı içindeler.

Oysa bugüne kadar muhalefet hep “ben daha fazlasını yapacağım” diyerek oy toplamaya çalışmaz mıydı? Bulduğu her çukura bir temel atarak hatıralarımızda iz bırakan Erbakan’ın ahfâdı bile, “bütün yatırımları durduracağız” diye feryat ediyor.

Aslında bu istekler bize yabancı değil. Türkiye’yi sadece bir “Pazar” olarak görenlerin arzusu da bu istikamette. Hepiniz hatırlarsınız ki, Taksim’de ağaçların kesilmesine tepki olarak başlayan Gezi olaylarının sonucunda da, 3. Köprü ve 3. Havaalanı inşaatlarının durdurulması gibi ilgisiz talepler vardı.

Bütün bu olup bitenleri üst üste koyunca, Erdoğan dışındaki cumhurbaşkanı adaylarının “Erdoğan karşıtlığı” anlamında örtüştükleri görüşleri, bazı dış mihrakların arzularıyla paralellik arz ediyor gibi. Bizim adaylarımız, belki sadece seçimi kazanmak için Erdoğan’a karşı çıkıyorlar. Ama dünyanın Erdoğan’a karşı çıkmasının altında ise “van minut” olayıyla “dünya beşten büyüktür” çıkışının rövanşı yatıyor.

***** 

Bir bayram yazısından daha çok siyasi tarafı ağır basan bir yazı oldu, biliyorum. Ama bayramdan bir hafta sonra gerçekleşecek seçim, Cumhuriyet tarihimizin en önemli seçimlerinden biri, belki de birincisi olacak. Beklentimiz, her şeyin olumlu yönde değişmesi.

Cumhuriyetin yüzüncü yılı dönemecine girerken Türkiye’nin dümeni ya bizim elimizde olacak ya da başkalarının. Seçimi kim kazanırsa kazansın, kaptanın “bizim kaptanımız” olmasını temenni ederek okuyucularımızın, tüm Basın camiasının Ramazan bayramını kutluyor, mutlu, huzurlu, sağlıklı bayramlar ve seçim sonrasında da ülkemize esenlik dolu günler diliyorum.