Doç. Dr. BİLGEHAN ATSIZ GÖKDAĞ ile röportajın 3. bölümünde Balkanların mazlumları ile zâlimlerini konuşuyoruz.  


Oğuz Çetinoğlu: Pomaklar ne durumda?
Bilgehan Atsız Gökdağ: Avarlar’ın torunları olarak bilinen Pomaklar, Makedonya’da ‘Torbeş’ diye adlandırılmakta ve Pirin ile Vardar Ovası’nda yaşamaktadırlar. Makedonya, bunların Müslüman Makedonlar olduğunu iddia etmektedir. Kelimenin kökeni, bazılarına göre ‘dört‐beşler’ şeklinde açıklanmaktadır.
Kumanlar, Balkanlar’a ilk gelişlerinden Osmanlı sonrasına kadar (hatta günümüze kadar) saflarını dört‐beş defa değiştirmeye zorlanmışlar ve bundan dolayı da ‘dört‐beşler’ olarak anılmışlardır. ‘Torbeş’ kelimesinin de buradan çıktığı düşünülmektedir. Fakat Osmanlı arşivlerinde bu adlandırma yer almamakta; bunlar aslen ‘Türkbaş’ olarak nitelendirilmektedirler.
Makedonya’daki önemli bir azınlık topluluğunu da Sırplar oluşturmaktadır. Bu nüfus, başlangıçta Sırbistan ile Makedonya arasında bir problem iken, iki ülkenin Arnavut karşıtlığında birleşmeleri sebebiyle problem şimdilik askıya alınmıştır.
Çetinoğlu: Tarihimizde, kültürümüzde ve gönlümüzde ayrı bir yeri olan Bosna-Hersek ne durumda?
Gökdağ: Bosna Hersek, 1992 yılında bağımsızlığını ilân etmesine rağmen ülkedeki Sırplar tarafından tanınmamış ve bu durum, 1995 yılına kadar sürecek bir savaşa yol açmıştır. Fakat savaş sonunda imzalanan Dayton Barış Antlaşması ile bağımsızlık, resmen ilân edilmiştir. Ülkede üç ayrı millet; üç ayrı dinî anlayışın etkisi hüküm sürmektedir. Bunlar Ortodoks Sırplar, Müslüman Boşnaklar ve Katolik Hırvatlardır. Ancak bu üç millet de ülkede çoğunluk konumunda değildir. Dolayısıyla her halk, kendi azınlık psikolojisini yaşamaktadır. Hırvat ve Sırplar, Hırvatistan ve Sırbistan’daki soydaşlarından ayrı olma, Müslüman toplum ise diğer iki toplum arasında yalnız kalma ve kuşatılmışlık psikolojisi içindedir.
Meselâ duvarlara biz ‘Kızılderili değiliz!’ diye yazan Mostarlı Hırvat’ın hareketi, bu psikolojinin bir göstergesidir. Ülkede, etnik kimlik göz önünde tutulmadan bütün halka ‘Bosnalı’ denilmektedir. Ancak Yugoslavya döneminde sadece Müslüman Slavları ifade etmek için ‘Boşnak’ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla Sırp ve Hırvatların çoğu, Müslümanları çağrıştırdığı için ‘Bosnalı’ adını kabul etmemektedirler.
Sancak Müslümanları ise farklı bir coğrafyada yaşamalarına rağmen kendilerini ‘Boşnak’ olarak adlandırmaktadırlar.
Bosna’da dil, aynı zamanda Eski Yugoslavya’nın da resmî dili olan Sırp‐Hırvatça adını taşırken, parçalanmanın ardından Sırpça, Hırvatça ve Boşnakça olmak üzere üçe ayrılmıştır. Sırplar, bu dillerin üçünü de Sırpçanın birer ağzı olarak kabul etmektedir.
Boşnakçada çok sayıda Türkçe kelime ve ifade kalıbı bulunmaktadır. Bu durum, Boşnakların Müslüman olmalarıyla ve Türklerin uzun yıllar bu topraklarda hâkimiyet sürmeleriyle ilgilidir. Ülkedeki Boşnaklar, genelde Latin ve nadir olarak da Kiril alfabesini kullanırlar. Dinî alanda Arap alfabesi hâlâ geçerlidir. Sırpların alfabesi Kiril’dir; Hırvatlar ise Latin harfleri ile yazmaktadırlar. Fakat bu dillerin ve alfabelerin kullanımı, resmî olarak eşit statüdedir.
Çetinoğlu: Karadağ hakkında da bilgi lütfeder misiniz?
Gökdağ: Yugoslavya’nın kurucu cumhuriyetleri dağıldıktan sonra, önce Yugoslavya Federal Cumhuriyeti; daha sonra da Sırbistan‐Karadağ adı altında varlığını sürdürmüş bir devlettir. Sırbistan ile meydana getirdiği bu iki birleşme de Yugoslavya’yı yaşatma çabasının bir yansımasıdır. Aslında bu çabadaki ana rol Sırbistan’a aittir, çünkü Yugoslavya ülkelerinin dağılmasını asıl istemeyen devlet Sırbistan’dır. Ancak bu amaçla kurulan son birliktelik, 3 Haziran 2006’ya kadar devam edebilmiştir. Karadağ bu tarihte resmen Sırbistan’ tan ayrılmış ve bağımsız bir ülke olarak Balkan coğrafyasındaki yerini almıştır. Bu bağımsızlık, ‘Büyük Sırbistan’ hayalini ortadan kaldırdığı düşüncesiyle özellikle Hırvatistan ve Bosna Hersek gibi komşu ülkeler tarafından sevinçle karşılanmıştır. En çok sevinenlerden biri de Kosova olmuştur. Çünkü bu durum, Kosova’nın bağımsızlık yolunu açan önemli bir gelişme olarak görülmüştür.
Karadağ’da Sırpçanın İjekav lehçesi konuşulmaktadır. Kiril ve Latin alfabelerinin kullanımı eşit statüdedir; ancak Latin alfabesi daha yaygındır. Millî ve etnik azınlıkların yoğun yaşadıkları yerlerde onların dilleri ve alfabeleri resmî olarak kullanılmaktadır.
Ekim 2007’de yürürlüğe giren yeni anayasa ile ülkede yaşayan bütün milletler Karadağ vatandaşı kabul edilmiş; dolayısıyla nüfusun % 43’ünü oluşturan Karadağlılara herhangi bir ayrıcalık tanınmamıştır. Bu anayasada devletin resmî dili, Karadağ dili olarak belirtilmiş; ancak Sırpça, Boşnakça, Hırvatça ve Arnavutça da resmî diller olarak kabul edilmiştir.
Çetinoğlu: Yugoslavya’nın vârisi olduğunu iddia eden Sırbistan’ın etnik yapısı nasıl?
Gökdağ: Sırbistan, 3 Haziran 2006’da Sırbistan‐Karadağ birliğinin resmen sona ermesiyle tek başına bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. Nüfusunun % 82’si Sırp’tır. Geri kalan % 18’lik kısım ise Macar, Boşnak, Roman ve diğer azınlıklardan oluşmaktadır.
Eski Yugoslavya Federasyonunun en kalabalık nüfusunu oluşturan Sırplar, bugün Sırbistan, Hırvatistan, Bosna‐Hersek, Kosova başta olmak üzere Balkanlarda yaygın olarak yaşayan bir topluluktur.
Çetinoğlu: Konuşulan dil açısından durum nasıl?
Gökdağ: Ülkenin resmî dili, Slav dillerinin güney koluna mensup olan Sırpçadır. Anayasanın 8. maddesinde bu dille ilgili şöyle bir tanımlama yapılmaktadır: ‘Sırp linguistik vurgularını ekav ve ijekav olarak temsil eden dile Sırp dili denir.’ Sırpça konuşanların büyük çoğunluğu Sırbistan dışında
Hırvatistan, Bosna‐Hersek ve Karadağ’da yaşamaktadır. Hem Kiril, hem de
Latin alfabesinin kullanıldığı bu dilde her ses için bir harf seçilmiştir. Bu yüzden de yazıldığı gibi okunan bir dildir.
Çetinoğlu: Dağılan Federasyonun en az problemli ülkesi Sırbistan olsa gerek…
Gökdağ: Sırbistan’ın en önemli problemlerinden biri, Kosova idi. Kosova’nın bağımsızlık ilânıyla iki özerk bölgesinden birini kaybeden Sırbistan’ın elinde sadece Voyvodina kalmıştır.
Osmanlı döneminde ‘Banat’ olarak bilinen Voyvodina, Sırbistan’da etnik çeşitliliğin en yoğun olduğu bölgedir. 2 milyonluk nüfusun büyük bölümünü Sırplar oluştururken; en fazla etnik azınlığı ise Macarlar meydana getirmektedir. Bunlar dışında Ruthenler de bölgede kamuoyu oluşturabilen bir halk topluluğudur. Ancak Voyvodina’daki azınlıklar, özellikle 1990 sonrasında çeşitli baskılarla karşılaşmışlardır. Meselâ 1989’daki anayasa değişikliğiyle dönüşümlü parti ve vilayet meclisi hakları ellerinden alınmış, bölgedeki okullarının sayısı azaltılmış ve kapatılan okulların yerlerine Sırp akademisinin şubeleri açılmış; başta Macarlar olmak üzere devlet kademelerinde görev yapan memurlar görevlerinden alınmıştır. Ayrıca bölgeyi terk etmeye zorlanmışlar; kimi zaman da şiddete maruz kalmışlardır.
Hırvatistan ve Bosna’daki savaş sırasında on binlerce gencin silah altına alınmak istenmesi ise özellikle pek çok Macar’ın bölgeden ayrılmasına sebep olmuştur.
Çetinoğlu: Balkanların en yeni ülkesi Kosova?
Gökdağ: Fiilen Birleşmiş Milletlerin himayesinde, resmen Sırbistan idaresinde bulunan Kosova, 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlığını ilân ederek Sırbistan’dan ayrılmıştır. Kosova’yı ilk tanıyan devlet ABD, daha sonra Arnavutluk olmuştur. Türkiye, İngiltere, Almanya ve Afganistan da ülkeyi ilk tanıyanlar arasındandır. Kosova’yı hâlâ Sırbistan’ın özerk bir bölgesi olarak gören Sırbistan ve Rusya ise bu bağımsızlığı tanımayacaklarını duyurmuşlardır.
Çetinoğlu: Kosova’nın nüfus yapısı hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Gökdağ: 2 milyonluk nüfusun % 88’ini Arnavutlar, % 8’ini Sırplar, geri kalanını ise Türkler, Boşnaklar ve Goralılar oluşturmaktadır. Fakat çoğunluğu teşkil etmelerine rağmen Arnavutlar, bağımsızlığa kadar ülkede azınlık muamelesi görmüşlerdir.
Sırplar ve Arnavutlar, yıllarca aynı toprakları paylaşmalarına rağmen birbirlerine düşman iki toplum gibi yaşamışlardır. Aralarındaki problemlerin ana kaynağı, Kosova’nın en eski sâkinlerinin kimler olduğu meselesine dayanmaktadır. Bu sebeple taraflar, birbirlerine karşı üstünlük elde etme çabası içinde bulunmuş; dil, din, kültür bakımından da farklı yaşadıkları için aralarında daima bir kopukluk ve soğukluk hâkim olmuştur.
Arnavutlar, köklerinin İlliryalılara dayandığını ve daha antik dönemlerden itibaren Kosova’da yaşamaya başladıklarını; Sırpların bu bölgeye sonradan geldiklerini söylemektedir. Sırplar da benzer bir şekilde Kosova’yı kendi toprakları olarak görmektedir. Onlara göre Sırp kimliğini şekillendirmede önemli bir yeri olan kilise ve manastırların en büyükleri Kosova’da inşa edilmiştir. Meselâ Sırp Ortodoks kilisesinin patrikhanesi 1219 yılında Kosova’da yapılmıştır. Dolayısıyla bu bölgenin gerçek sahipleri Sırplardır.
Çetinoğlu: Konuşulan diller konusuna bakarsak…
Gökdağ: Ülkede resmî olarak konuşulan diller Arnavutça ve Sırpçadır. Mahallî dil olarak kabul edilen Türkçe, sadece Prizren Belediyesi’nde resmî dil statüsüne sahiptir. Burada yaşayan etnik grupların dille ilgili hakları 2007 yılında hazırlanan Kosova Statüsü Genel Anlaşma Önergesi ile belirlenmiştir.
Buna göre Kosova’da Sırpça ve Arnavutça resmî dil olarak tanınacak; ülkede yaşayan herkes hiçbir ayrılık gözetilmeksizin kanunlar önünde eşit haklara sahip olacaktır.  Millî ve etnik azınlıkların kültür, dil, din ve kimliklerinin korunması garanti altına alınacak, topluluklar, temsil etme ve edilme haklarına sahip olacak, kendi eğitim kurumlarını oluşturabilecek; dillerini, yazılarını ve alfabelerini özgürce kullanabileceklerdir.
Türkler bugün Prizren Mamuşa, Priştine, Gilan, Dohırçan, Mitroviça ve Vıçıtırn gibi yerleşim merkezlerinde toplam 11 ilköğretim okulunda ve 6 lise ile Priştine Üniversitesinde eğitim görmektedirler. Ayrıca Türklere yönelik yayın organları da bulunmaktadır. Meselâ haftalık Tan Gazetesi ile Türk Demokratik Birliğine ait Sesimiz Gazetesi; Çevren, Çığ, Kuş, Bay, İnci dergileri; günde yarım saat haber yayını yapan Priştine Televizyonu ve mahallî radyolar bulunmaktadır. Kosova ve Sancak Türkleri, Balkanlardaki diğer Türk toplulukları gibi dil ve kültürlerine bağlı kalmaya çalışmakta; Türkiye’ye bağlılıklarını sürdürmektedirler. Kosova’da yaşayan Türklerin çoğu eski Yugoslavya dönemindeki haklarından daha geride olduklarını düşünmektedirler. Dinî bakımdan aynı inancı paylaşan Arnavut çoğunluğun arasında dillerini kaybetmenin daha kolay olacağını ileri süren Türk toplumu temsilcileri Türkçenin resmî dil statüsünde olmasını talep etmektedirler.
Din birlikteliğinin asimilasyonu hızlandıracağını belirten KDTP Prizren Şube Başkanı Orhan Lopar; ‘Biz Kosovalı Türklerin burada inandığımız, mücadelesini verdiğimiz bir davamız var: Kosova’da Türkçeyi yaşatmak için gerekirse savaşacağız. Bizi Sırplardan ayıran çizgi dilimiz ve dinimizin farklı olmasıdır. Ancak Arnavutlardan ayıran çizgide sadece dil farklılığı var din aynı. Bizim dilimiz ortadan kalkarsa ilerde bizim Arnavut’tan hiçbir farkımız olmayacak.’ Demektedir.
Kosova’da savaşın ardından bölgedeki Türklerin en önemli mücadelesi, 1974 Kosova Anayasası’ndan kaynaklanan Türkçenin resmî dil olarak kabul edilmesidir. Bu mücadele sonuçsuz kalmamış ve 22 Eylül 2006 tarihinde mecliste 59 kabul, 7 ret, 3 çekimser oyla Prizren’de Arnavutça ve Sırpça ile birlikte Türkçe de resmî dil olarak kabul edilmiştir. Ancak şu da bir gerçektir ki tek bir Sırp’ın bulunmadığı yerlerde Sırpça resmî dil olarak kabul edilmesine rağmen birçok Türk’ün yaşadığı bölgelerde Türkçe resmî dil olarak kullanılamamaktadır.
Çetinoğlu: Balkanlarda Rumca ve Ortodoks Hıristiyanlık etkili mi?
Gökdağ: Rumca, Ortodoksları birleştirmek için bir araç olarak kullanılmaktadır. Ortodokslar, aynı dili konuşan ve aynı kültürü paylaşan toplulukları birleştirmeyi amaçlamışlar ve bunu kilisenin yardımı ile gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Kilisenin hükümleri bütün Balkanlarda aynı olduğu için ilk olarak, Rumcanın çeşitli milletlerin ana dili olması gerektiği vurgulanmıştır. Böylece Bulgar, Ulah ve Sırp piskoposluklarına Rumca konuşanlar tâyin edilmiş; Rumca, dinî okullarda eğitim dili olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışmaların sonucunda da prestij kazanmış, kimi çevrelerde iletişim dili olarak yaygınlaşmaya başlamış; şehir üst tabakalarından bazı kimseler ve Rum olmayan bazı papazlar Helenleştirilmiştir.
Ancak Rumca konuşanların haricinde şehir dışı bölgeler, bu asimilasyon faaliyetlerinden çok etkilenmemişlerdir. Yine de Rumca, bu çalışmalar neticesinde diğer dillere göre bir başarı elde etmiştir. Fakat bu başarı, kilise dili olarak benimsendiği sürece mümkün olmuştur.
Millî diller fiilen icat edilmiş şeylerdir, bunu yaparken hangi lehçe seçileceği önemlidir çünkü Norveç örneğinde olduğu gibi bütün seçilmiş lehçeler halk tarafından millî dil olarak kabul edilemeyebilir. İtalyanca millî dil olarak seçildiğinde nüfusun sadece % 2,5’i gündelik hayatında bu dili kullanıyordu.
Baştan elit kesimin dili, kamu eğitimi ve diğer idarî mekanizmalar yoluyla modern devletin fiilî dili olmaya başlıyor. Dil ön‐millî kriteri olarak her yerde aynı önemi göstermemektedir. Bunun bir pratik tarafı vardır. Mesela Arnavutlarda dillin dışında her şey ayırt edicidir. Hatırlatacak olursak Arnavutlar üç rakip dine (İslamiyet, Ortodoksluk, Katolik) ayrılmıştır, böylece dil birleştirici rol üstlenmiştir. Hindistan’da İngilizcenin ikinci resmî dil seçilmesinin sebepleri Hindistan’da çok farklı dilleri konuşan etnik grupların varlığıdır. Bu şekilde gruplar arasında gerginlik azalmaktadır.
Bunun tersine iki dominant halk olan Habsburg İmparatorluğu’nda 1780’de 2. Joseph’ın Latinceyi Almanca ile değiştirmesi üzerine Macarların tepkisiyle karşılaşılmıştır ve bu süreç 1867’de İmparatorluğunun adının Avusturya‐Macaristan olarak değiştirilmesiyle sonuçlanmıştır. Yugoslavya’nın dağılmasıyla birbirine benzeyen dillerin arasında farkları büyütme çabaları yeni devletlerin uğraşı bu çerçevede değerlendirebilir. Mesela, bugünkü Bosna’da kurulan Sırp Cumhuriyeti’nin nüfusu Boşnaklarla ijekavica lehçesini paylaştığı halde resmî olarak kaldırıldı ve Sırpların ekavica lehçesi kullanıma girdi.
Dil ve din Balkanlarda etnik bilincin devamının sağlanmasında önemli etkenlerdir. Osmanlı döneminde halk, dine göre sınıflandırılıyordu, bu sebeple de Sırp milleti, Ortodoks din ve dil kriterine göre kendi kimliğini ifade ediyordu. Birinci kritere göre ‘Ortodoksluk olduğu her yerde Sırplar’, ikincisine göre ‘Sırplar her yerde ve hepsi’ anlayışı, ‘millî alanı’ birinci durumda doğu güneye ‐Makedonlar, ikinci durumda ise batıya‐Hırvat ve Boşnakları katarak genişletmektedirler.
Çetinoğlu: Sayın Gökdağ, Balkanlardaki karmaşanın kökenleri konusunda çok önemli ve detaylı bilgiler lütfettiniz. Çok teşekkür ederim. Sonuç olarak değerlendirmenizi alabilir miyim?
Gökdağ: Etnik köken, din ve dil farklılıkları gözetilmeksizin halkın refah seviyesinin yükseltilmesi ve eşit imkânlara sahip olmalarının sağlanması Eski Yugoslavya cumhuriyetlerinde yaşayan halklar başta olmak üzere bütün Balkan halkları için özel bir önem taşımaktadır. Bu halklara her bakımdan eşit muamele görecekleri ve eşit şartlarda yaşayacakları bir ortam sunulduğunda, aralarındaki farklılıklar giderek problem olmaktan çıkacaktır.

Doç. Dr. BİLGEHAN ATSIZ GÖKDAĞ
1963 Yılında Giresun’da doğan Bilgehan Atsız Gökdağ ilk ve ortaöğrenimini Giresun’da tamamlamıştır. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olan Dr. Gökdağ 1989 yılında Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalında ‘Atebetü’l-Hakayık Grameri’ başlıklı yüksek lisans tezini savunmuştur. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalında hazırlamış olduğu ‘Oğuz Grubu Türk Şivelerinde Sıfat-Fiiller’ başlıklı tez ile de 1993’te Türk Dili alanında doktor unvanını almıştır. Akademik çalışma hayatına 1987 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak başlayan Dr. Gökdağ,  Karadeniz Teknik Üniversitesinde öğretim görevlisi ve daha sonra da yardımcı doçent olarak görev yapmıştır. 2001 yılından bu yana Kırıkkale Üniversitesinde Yardımcı Doçent olarak çalışan Dr. Gökdağ 2007 yılında girdiği doçentlik bilim sınavında başarılı bulunarak doçent unvanını almıştır. Evli ve 3 çocuğu olan Dr. Gökdağ Kırıkkale Üniversitesi Türk Dili Bölüm Başkanlığını yürütmektedir.

Alanı ile ilgili yüze yakın makalesi ve 8 kitabı bulunmaktadır. Dr. Gökdağ Karadeniz Araştırmaları Merkezi (KARAM) Başkanlığını da yürütmektedir.

İLMÎ ÇALIŞMALARI 1-Yüksek Lisans Tezi: Atabetü’l-Hakayık Grameri, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ,1989. 2-Doktora Tezi: Oğuz Grubu Türk Şivelerinde Sıfat-Fiiller, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri,1993.   3- Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri, Derya Kitabevi Yayınları, Trabzon, 1999  4- Ed-Dürretü’l-Mudiyye Fi’l-Lugati’t Türkiyye (Eski Oğuzca Sözlük-Gramer Arası Bir Eser Seyfullah Türkmen’le birlikte),  Akçağ Yayınları, Ankara, 2004 5- Salmas Ağzı-Güney Azerbaycan Türkçesi Üzerine Bir İnceleme- Karam Yayınları, Çorum, 2006 6- Balkanlar El Kitabı, (Osman Karatay ile birlikte 3 cilt) Karam- Vadi Yayınları, Çorum-Ankara, 2006-2007. 7- Başlangıçtan Günümüze Türk Destanları: (Kemal Üçüncü ile birlikte), Akçağ Yayınları, Ankara, 2007 8- Makaleler; Orhan F. Köprülü,  Yayına Hazırlayan Bilgehan Atsız Gökdağ, Akçağ Yayınları, 2007 9- Birinci Uluslararası Kitle İletişim Araçlarında Türkçenin Kullanımı Bilgi Şöleni Bildirileri, Yayına Hazırlayan Bilgehan Atsız Gökdağ, Kırıkkale, 2011. 10- Qarşu Baluqqa Selam (Halaçça Metinler) Vizyon Yay. Ankara 2012.