AB’nin Türkiye’ye bakış açısını konuştuğumuz röportajın ikinci ve son bölümünde Milletlerarası ekonomik ve siyasî ilişkiler uzmanı Prof. Dr. OYA AKGÖNENÇ  Diyor ki:
‘Bir ülkenin bağımsızlığı ve egemenliği, o ülkenin var oluş sebebidir. Asla vazgeçilemez.’

Oğuz Çetinoğlu: Serbest dolaşım hakkı?
Prof. Dr. Oya Akgönenç: ‘Kalıcı İstisnalar Prensibi’ başlığı altında kısıtlama getiriliyor.
Raporlarda dikkatle işlenen diğer bir konu da sermaye, mal ve kişilerin serbest dolaşımı konusudur. AB ülkelerinden mal, hizmet ve kişilerin Türkiye’ye gelmeleri tavsiye edilirken, aynı serbestîden Türkiye’nin de yararlanmasında kısıtlamaların olacağı tekrar, tekrar vurgulanmaktadır. Türk İşçilerinin serbest dolaşımı ötelenmiş olup, diğer Avrupalı işçilerinki gibi olamayacağı da belirtilmiştir. Kısacası, sadece Türk işçilerinin serbest dolaşımı değil, Türk işverenlerinin ve Türk kapitalinin de dolaşımı kısıtlanmıştır. Bu yasaklar ve kısıtlamalar, ‘daimî istisnalar’ olarak nitelendirilmektedir.
Çetinoğlu: Malî yardım konusunda ne tür düzenlemeler yapıyorlar?
Akgönenç: Serbest dolaşım kısıtlamasının yanı sıra, AB fonlarından geçiş dönemi yardımları olarak verilen malî yardımların da 2013 yılı sonuna kadar yapılmayacağı açıkça ifade edilmiştir. Diğer aday ülkelerin, AB giriş süreçlerinde, fon yardımlarında böyle bir sınırlama olmadığından daha önce AB’ye giren adayların, mevcut AB fonlarından en geniş şekilde yararlanmış oldukları bilinmektedir.
Şu andaki kaynaklar kısıtlanmıştır. Yani, artık AB’de malî sıkıntı yaşanmaya başlanmıştır. Kaynaklar eskisi kadar bol değildir ve tabiatıyla de bolca dağıtılamayacaktır.
O zaman, bu aşamada şöyle bir analiz yapmak gerekmektedir: ‘Ülkeler bir ekonomik birliğe, bazı ekonomik çıkarlar elde etmek ve kendi ekonomilerinin ve insanlarının faydalanmasını sağlamak amacıyla, daha iyi bir hayata erişmek için girmek isterler. Üyelik için gerçekçi ve makul olan temeller de bunlardır. ‘Eğer, beklenilen veya ümit edilen malî ve ekonomik yararlar gerçekleşemeyecekse, o zaman üyeliğin getirisi nedir?’ Diye düşünmek gerekmektedir.
İlerleme Raporlarına bakıldığında şu hususlar özellikle dikkatle irdelenmelidir. Rapor’da ifade edilen hususlar özetle şöyledir:
a- Türk işçilerinin serbest dolaşımının kısıtlanacağı ve bu hakkın öteleneceği,
b- Geçiş yardım fonlarının 2014 yılından itibaren verilebileceği o zamana kadar fonların aktarılamayacağı belirtilmektedir. 2014 yılında da o zamanki imkânlara ve mevcut ihtiyaçlara göre bir pay tâyin edileceği de ilave söylemler arasındadır.
Çetinoğlu: Tarım sektörünün sübvansiyonu konusunda dayatmaları var…
Akgönenç: Evet! Dünya Ticaret Teşkilatı (DTT) kararlarına göre 2014 yılından itibaren tarım destek fonlarının çok büyük ölçüde azaltılacağı ve hatta tedricen kaldırılacağı karar altına alınmış bulunmaktadır. Yani 2014 yılı geldiğinde, Türkiye’nin, AB’den fon desteği alma hakkı doğsa bile, DTT kararları icabı AB yardım veremeyecektir. Bu hususlar tam olarak Türk halkına anlatılmamıştır. Millî çıkarların ne kadar zedeleneceği hususu dikkatle hesaplanmalıdır.
Çetinoğlu: Mevcut şartlar ve raporlar değerlendirildiğinde, insanın aklına ‘acaba, yeni ve gizli adı konmamış bir kapitülasyon dönemine mi giriyoruz?’ sorusu geliyor.
Akgönenç: Haklısınız! Eğer ‘AB Türkiye’ye belli ekonomik kazançlar sağlamıyorsa ve Türk insanının hayatında bir iyileşme olmayacaksa, o zaman böyle bir birliğe girmenin ne anlamı kalmıştır?’ sorusu iyi cevaplandırılmalı ve bu cevapta, AB’ye üye olma isteği ile millî çıkarlar dengesi doğru tutturulmalıdır.
Çetinoğlu: Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) raporda yer alıyor mu?
Akgönenç: Alıyor. AB İlerleme Raporu kapsamında bulunan en tehlikeli maddelerden birisi de, AB Meseleler ve Etkiler Raporu içinde, ekonomi paketlerinin arasına sıkıştırılmış (veya saklanmış olan) bir maddedir. Bu konu, nedense henüz layıkıyla basında tartışılmamıştır.
Çetinoğlu: Konuyu açar mısınız Efendim?
Akgöneç: Konu şudur: Türkiye’nin AB adaylığı ve daha sonra da üyeliği ile birlikte, GAP bölgesinde bulunan 22 adet barajın ve çok zengin su kaynakları olan Dicle ve Fırat nehirlerinin ve su havzalarının, milletlerarası bir idare altına alınması konusunun da gündeme geleceğinin dile getirilmesi hususudur.
Raporda, suyun en az petrol kadar değerli bir meta durumuna gelmekte olduğu belirtilerek, ileriki yıllarda bu zengin kaynaklardan, su bölüşümünde İsrail ve komşularının eşitlik içinde yararlanmasının da adı geçen ‘milletlerarası idare’ tarafından gerçekleştirilmesinin isabetli olacağı tavsiye edilmekte ve bunun AB için önemli bir husus olduğu vurgulanmaktadır.
Türkçesini aktardığım bu tavsiyeyi içeren bölümün İngilizcesi aynen şöyledir: ‘Water in the Middle East will increasingly become a strategic issue in the years to come, and with Turkey’s accesion one could expect international management of water resources and infrastructures (damns and irrigation schemes in the Euphrates and Tigris river basins, cross-border vvater cooperation betvveen İsrael and its neighbou-ring countries) to become a majör issue for the EU.’
İngilizce metni, kendi yorumlarını yapmak isteyenler için, her iki dilde ki paragrafı vermeyi gerekli görüyorum.
AB’ye girme heyecan ve telaşı içinde hangi millî çıkarların elden çıkmakta olduğu sorusu burada birkaç defa sorulmalıdır. Kısacası, Türkiye’de ki duruma bakıldığında adeta ‘Halk habersiz, siyasîler tepkisiz’ demek icap etmektedir. Zira muhtemel zarar ve zaaflarına rağmen, bu rapor TBMM’de özellikle tehlikeli maddelerin üstünde durularak tartışmaya açılmamıştır.
Fırat ve Dicle nehirlerinin suyu konusu bölgemiz için son derece kritik ve önemlidir. Türkiye, zengin Dicle ve Fırat nehirlerinin suyu ve kendi gayretinin ürünü olan GAP bölgesi projeleri ile dışarıdan birçok gurubun dikkatini ve hasedini üstüne çekmektedir.
Bunun yanı sıra, AB Türkiye İlerleme Raporu’nda her nedense ‘İsrail ve etrafındaki komşularının su bölüşümü konusu’ dile getirilmiş olup, Türk suları ve barajları hedef gösterilmiştir. Bu konularda, aydınlarımızın ve siyasîlerimizin Türkiye çapında, büyük ve ciddî fikir tartışmaları olmalıdır. Hâlbuki henüz hiçbir platformda bu konu gerektiği gibi tartışılmamaktadır.
En büyük endişe konusu da bu ‘tepki yokluğu’ dur. Zira bu konu, AB devletlerinin ileriye dönük düşünce ve niyetlerinin önemli bir ön belirtisidir. Gözden kaçmamalıdır.
GAP ve su konuları ve onlara ilaveten, özellikle AB İlerleme ve AB Meseleler Raporlarında ısrarla vurgulanan ‘azınlıklar konusu’, birlikte ele alındığı zaman, Türkiye için ne kadar kritik bir durumun ortaya çıkmakta olduğu görülebilmektedir.
Çetinoğlu: Efendim, sonuç olarak da bir genel değerlendirme istirham etmeden önce, Avrupa’daki ekonomik kriz ve ‘Arap Baharı’ olarak anılan gelişmeler hakkındaki yorumlarınızı alabilir miyim?
Akgönenç: Dünya Arap Baharı ve onun getirdiği dalgalanmalarla meşgulken, onun etrafındaki coğrafî bölgelerde oluşan stratejik değişiklikleri yeterince analiz edemedi. Halbuki aynı dönemlerde ve hatta az öncesinden itibaren, Avrupa devletlerinin ekonomik ve sosyal yapısında tehlikeli gelişimler başlamış olup, Avrupa devletlerinin dış stratejileri de bunlara paralel olarak değişmeye başlamıştı.
 Libya’daki halk hareketlerinin garip bir şekilde aniden Bingazi’de başlayıp, gelişmesi ile Fransa, İngiltere ve İtalya’nın Libya’ya karşı uyguladıkları saldırgan tutum ve bu ülkeye silahlı müdahaleleri, nedense milletlerarası toplumda yeterince sorgulanmadı. Böylece Avrupa devletlerinin dış politika ve stratejilerindeki tehlikeli değişimler gözden kaçmış oldu.
Çetinoğlu: ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan gelişmelerle Avrupa’daki kriz arasında ilinti olduğunu söylüyorsunuz…
Akgönenç: Avrupa devletleri son aylarda kritik bir ekonomik dönem içinden geçmektedirler. Özellikle, AB ülkeleri arasında Kuzey ve Güney farkı ortaya çıkmış olup, Avro, merkez ve çevre ülkeler arasında farklı uygulamalar sebebi ile dalgalanmalar ve sarsıntılara maruz kalmıştır.
Avrupa ülkelerinin hayal ettiği üstün hayat seviyesi adeta hızla kademe kaybetmiş ve AB ülkeleri arasında adı konmayan sınıflar ve hayat farkları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Görünüşe göre şu anda 3 gruptan bahsetmek mümkündür.  
Çetinoğlu: Hangileri Efendim?
Akgönenç: Birincisi sağlam Avro kullanımlı ekonomileri ile güçlü, merkez devletler (Almanya, Hollanda, Belçika, Danimarka, Avusturya, İsveç, Finlandiya gibi. Bunlar 7 ülkedir.
Çetinoğlu: Fransa yok mu?  
Akgönenç: Fransa birinci grupta olması gerekirken, burada olması gerekirken, özellikle bankacılık sektöründe sıkıntı yaşamaktadır. Bu sebeple O’na birinci grupta yer veremiyorum.
İkinci gruptaki devletler Avro kullanımında zorlanan, ekonomik disiplinleri zayıf çevre ülkelerdir:
Yunanistan, İtalya, İrlanda, İspanya, Portekiz gibi… Bu grupta 10 ülke var.
Üçüncü grupta özellikle son genişlemede AB’ye katılan eski Sovyet devletleri ile Güney Kıbrıs ne olacağı belli olmayan bir durum içinde bulunmakta ve ikinci grubun civarında kabul edilmektedir. Bu grupta da 10 kadar ülke vardır.
Bu gelişmeler, Türkiye içinde, AB’ye üye olmayı adeta bir ‘medeniyet projesi’ olarak kabul edenler veya ‘Biz ancak onların baskısı ile kendimize çeki düzen verebiliriz.’  Diyenler için hayli büyük bir hayal kırıklığına sebep olmaktadır. Ne var ki gerçek bu yönde şekillenmektedir.
Çetinoğlu: En kritik durumda olan Yunanistan… Sıkıntıları nereden kaynaklanıyor?
Akgönenç: Yunanistan tam bir iflas durumunda olduğu halde, halkının büyük çoğunluğu hükümetin ‘kemer sıkma’ politikalarına karşı ayaklanmış ve sokaklara protesto için dökülmüş, greve gitmiştir. Bu tutumlarda her şeyden önce ‘alışılmış olan hayat tarzı ve alışkanlıklar etken olmuştur’ denebilir. AB fonlarından gelen bol kaynaklar rahatça kullanılarak ve az çalışıp, çok keyif ederek yaşanan bir hayatın getirdiği alışkanlıkları bozmak pek de kolay olmamaktadır. Sonunda Yunanistan,  çaresiz kalıp, AB merkez bankasından deneyimli bir iktisatçıya hükümeti teslim ederek kurtuluş yolu aramıştır.  Alacaklı durumda olan birçok Avrupa devleti, Yunan borçlarının büyük bir kısmını silmeye razı olmuşlardır.
Çetinoğlu: Acaba başka devletler Yunanistan’ın durumuna düşselerdi, benzer bir tolerans gösterilir miydi?
Akgönenç: Zannetmiyorum. Yunanistan Rönasans ve Reform dönemlerinden kalma bir kültürel hayranlık mirasının getirilerinden hâlâ yararlanmaktadır.
Çetinoğlu: Kıbrıs Rum Kesimi’nin durumu nedir?
Akgönenç: Kıbrıs Rum Kesimi de akılcı bir strateji kullanarak, Rusya Federasyonu’ndan yardım kredisi elde etmeyi başarmıştır. 8 milyar Avroluk kredi onaylanmıştır. Nasıl ödeneceğini görmek enteresan olacaktır.
Çetinoğlu: Kıbrıs etrafındaki petrol ve doğal gaz aramaları konusunda kopartılan fırtınanın, bu borçlanma ile bağlantısı olabilir mi?
Akgönenç: ‘Evet’e yakın ihtimaldir.  
Çetinoğlu: Bir de İtalya’nın durumu var…
Akgönenç: Güçlü sanayi temeline rağmen, finans kurumlarını iyi kontrol edememesi ve yine hayat tarzının verdiği dikkatsiz tutumlar içinde yönettiği ekonomisi çökecek duruma gelmiştir. Neticede, İtalya’da hükümeti de AB merkez bankasından, tahviller ve bankacılık kontrolü ve gümrük işlemleri üzerinde uzman olan bir kimseyi iş başına getirerek, kaderini ona teslim etmiştir.
Kısacası hem Yunanistan’da ve hem de İtalya’da siyasîler gitmiş, teknokratlar iş başına gelmişlerdir.
Çetinoğlu: Fransa’daki gelişmeler hakkında neler söylenebilir?
Akgönenç: Tehlike çanları çalmakta ve İngiltere başbakanı, bu Avrupa krizinin kendilerini de çok etkiliyeceği endişesini izhar etmektedir.  Fransa, İtalya ve İngiltere’nin neden Libya’ya saldırdıkları böylece daha iyi anlaşılmaktadır. Kaddafi ölmeden, O’nu devirenlerle, bu ülkelerin büyük petrol ve doğalgaz anlaşmaları imzalamış olmaları da esas maksadın ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Avrupa yeni bir sömürgecilik dönemine girmiş bulunmaktadır. Bu durum önümüzdeki aylarda daha da net görülecek ve daha da tehlikeli sonuçlar oluşacaktır.
Çetinoğlu: Kriz domino etkisi oluşturabilir mi?
Akgönenç: Gidişat üstünde uzman görüşleri farklıdır.  Birçok uzman Avrupa’nın durumunun sonunda ABD’yi ve Çin’i etkileyeceği görüşündedir.  Diğer bir grup ise yeni bir Finans grubunun oluşacağını ve bunun içinde Brezilya ve petrol zengini genç Arap ülkelerin olacağını iddia etmektedirler. Onların da isteği dünya ekonomisinde ve finans kurumlarının işleyişinde daha çok söz sahibi olmak ve saygınlık kazanmaktır. Buna ‘eski güçlerin’ razı olup, olmayacağı veya hangi şartlarda bir uzlaşma noktası bulunacağı yakın bir zamanda ortaya çıkacaktır. Dünya ekonomisi ve ona bağlı olarak siyaseti büyük bir değişim içine girmiş bulunmaktadır.
Kemal Derviş gibi tecrübeli uzmanlar ise, Avrupa krizinin kontrol altına alınabileceğini savunmaktadırlar. Ama verdikleri izahta çok önemli bir husus dikkatlerden kaçmamalıdır. O da Avrupa’daki krizin aşılabilmesi için ülkelerin arasında daha büyük bir bütünleşmenin olması gerektiği hususudur. Derviş’in sözleri ile: ‘Bu çok politik bir soru, teknik ve ekonomik sorunun çok ötesinde asıl soru Avrupa’nın ne ölçüde birleşmek istediği sorusudur... Ortak bir para birimine sahip olunca, ortak bir maliye politikası ve bölgeyi tümüyle koruyan bir Merkez Bankası ve para politikasına ihtiyaç vardır. Ve tabii ki ortak para olunca egemenlik de ortak oluyor. Kısacası, Avro Bölgesinin ortak parayı bir şekilde ortak egemenliğe çevirmesi gerekiyor.’ İşte dikkat edilecek en önemli nokta budur.
Kısacası, Avrupa Birliği içinde birey ülkelerin millî egemenliklerinin ortadan kalkacağı kesinleşmiş gibi görünmektedir.   Avrupa’nın yeni stratejileri işte bu nokta etrafında birleşmeye mahkûmdur. Ya bu kademeden öteye bir birleşme sağlayacaklar veya daha derin ekonomik sıkıntılara gömülecekler. Ya birleşecekler veya gittikçe gevşeyen bir konfederasyon haline gelip, yavaşça dağılacaklar. Dolayısı ile uygulanacak stratejiler dikkatle izlenmelidir.
Çetinoğlu: Türkiye açısından bu stratejilerden hangisi doğrudur?
Akgönenç: Bu sorunun cevabı, bir başka sorunun içindedir: ‘Millî egemenliğimizi ne kadar kaybetmeye hazırız?’
Çetinoğlu: Herhangi bir ekonomik kazanç, bir milletin millî egemenliğinden vazgeçmesine değer mi?
Akgönenç: Bu soruları ve ayrıca; ‘Kaybedilen bağımsızlık tekrar ve nasıl elde edilebilir?’ diye kendi kendilerine sorabilen yöneticiler, gereken stratejiyi belirleyebilirler.
Sonuç: Bir ülkenin bağımsızlığı ve egemenliği, o ülkenin var oluş sebebidir. Asla vazgeçilemez.
Çetinoğlu: Bunlar çok önemli konular. Durumu çok açık ve net olarak ortaya koydunuz. Teşekkür ederim. İzniniz olursa mülakatımızı, başladığımız konu hakkında lütfedeceğiniz genel değerlendirme sona erdirebilir miyiz?
Angönenç; Avrupa Birliği’nin Türkiye’den istekleri alt alta konunca, ortaya çıkan durum gayet vahimdir ve ciddî bir durumdur. Âcil müdahale ve tedbir alınmasını gerektirmektedir. Liderlerin düşünce önderlerinin, yazarların, aydınların ve sivil toplum kuruluşlarının, ilgili tüm kurum ve kişilerin, toplumu ve hükümeti yaklaşan tehlikelere karşı uyarmaları gerekmektedir.
Türkiye’nin bütünlüğü ve geleceği için bir Acil Eylem Planı’nın yapılması mecburî hale gelmiş bulunmaktadır. Unutulmamalıdır ki, ülkenin ve milletin bütünlüğünü ihlal eden konuların müzakere edilmesi dahi kabul edilemez. Bu ilkelere aykırı hususlar Rapor ve ekleri içinden çıkartılıncaya kadar, Türkiye’ye müzakere tarihi verilse dahi, hükümet tarafından reddedilmesi veya en azından askıya alınıp, bekletilmesi gerekmektedir. Çünkü AB teklifleri bütünü ile uygulandığı takdirde Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü tehdit altına girmektedir.
Türkiye’nin AB’ye girme gayretleri ile millî çıkarlarının korunması arasındaki dengenin mutlaka doğru kurulması şarttır.
Çetinoğlu: Efendim, çok teşekkür ederim.
Akgönenç: Teşekkürlerimle. Hayırlı güzel çalışmalar.


    
    Prof. Dr. OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN
            
İzmir’de doğmuştur. Orta ve lise tahsilini İzmir Amerikan Kız Koleji’nde tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden diploma almıştır.

Kısa bir süre Ege Üniversitesi Uluslararası Ekonomik İlişkiler Enstitüsünde uzman olarak görev alan Akgönenç daha sonra Ankara’da Türkiye Prodüktivite Merkezi’nde de uzman olarak çalışmış ve o dönem içinde imtihanla kazandığı Amerikan Fulbright Bursu ile lisansüstü çalışmalarını yapmak üzere 1967 yılında ABD’ye gitmiş ve burada doktorasını tamamlamıştır.
    
Akgönenç; bir süre Dünya Bankası’nda çalıştıktan sonra Ankara’da Bilkent Üniversitesi’nde akademik kariyerine başladı. 1998 yılında Fazilet Partisi’nden Ankara milletvekili seçilerek TBMM 21. dönem çalışmalarına katıldı, Fazilet Partisi’nin Genel İdare Kurulu üyeliğinde bulundu. Daha sonra kurulan Saadet Partisi’nin kurucu üyesidir ve Genel İdare Kurulu üyesi olarak görev yapmıştır.
 
Halen Ankara Ufuk Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanı olarak çalışmaktadır.

İngilizce ve Fransızca bilen Oya Akgönenç’in akademisyen olarak birçok kitabı, Türkçe ve birçok yabancı dilde yayınlanmış ilmî çalışmaları bulunmaktadır. Son kitabı, ‘Türkiye’nin Avrupa Birliği Stratejisi’ 2009 yılında basılmıştır. Ayrıca Balkanlar ve Ortadoğu üzerinde de çalışmaları bulunmaktadır. Şu anda Ortadoğu ve İslamafobya konularında hazırlamakta olduğu kitap çalışmaları mevcuttur. Milletlerarası konularda ve Türk dış politikası alanlarında gazetelerde ve dergilerde haftalık ve aylık siyasî yorum yazılar yazmakta televizyon ve radyolarda haftalık programlar yapmaktadır.

Prof. Dr. Oya Akgönenç, Pakistan doğumlu, T.C. vatandaşı Prof. Dr. Mohammed Muğisuddin ile evlidir, iki çocuk annesidir.