29 Aralık'ta Suudi Arabistan'ın Riyad kentindeki Al-Awwal Park Stadyumu'nda, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin mücadele edeceğini sandığımız karşılaşmada yüreklerimizi coşturan bir milli destanın başlangıcına tanıklık etti.

Geçtiğimiz hafta Süper Lig derbisinde yaşanan tansiyon sosyal medyada taraftarı birbirine düşürmüş hatta gerginlik seviyesini oldukça yükseltmişti. Ölümüne düşmanlık ve nefretle kupanın sahibinin kim olacağı düşünülüyordu. 

Gelelim geçmişe! Fenerbahçe-Galatasaray maçının Suudi Arabistan'da oynanması Türkiye'nin 100. yılında herkesi şaşırtırken, daha buna anlam verilemezken milli değerlerimize yapılan saygısızlık kimsenin yapamadığını yaparak iki ezeli rakibi tek renk haline getirdi!

Final öncesinde yaşananlar unutuldu ve birbirimize olan sevgiyi, büyük Türk milletinin birbirine olan bağlılığını bir kez daha kanıtladı. Bu birliktelik, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün izinde yürüyen bir milletin gücünü yansıttı. Atatürk'ün mirası, bu duruşla, futbol sahasının ötesinde bir zafer elde etti.

'Biz kendi benliğimizi unuturken' Arap coğrafyasına yaptığımız vurgu, milli gururumuzun önemini bir kez daha hatırlattı. İşin özü pilavı elle yiyenlere karşı duruşumuzu sergiledik. Türk renkleri, kırmızı ve beyaz, bu zaferin simgeleri olarak gökyüzünde dalgalanırken, Türk milleti olarak Atatürk'ün ışığında bir araya geldik.

Bu büyük gün, tüm Süper Lig takımlarının ve Türk futbolunun, birlikte Atatürk'ün bayrağını taşıdığı bir gün oldu. Bu birlik ve beraberlik için, Ali Koç ve Dursun Özbek'e teşekkür ediyor, bizi bu hale düşürenlerin istifasını ve saygısızlıklara gereken cevabın verilmesini temenni ediyoruz. Şampiyon, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Türk milletidir!  Türk milletinin kalbindeki milli gururu yüceltiyoruz.

Şimdi yüksek ve gür bir şekilde söylemek isterim ki;

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;  Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl, Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım; Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar; Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar, "Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın… Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın. Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı; Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ? Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.  Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli: Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli  O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım; Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım; O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl; Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl: Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!