Terakkî, gelişme ve ilerlemeye yâni muasır / çağdaş medeniyet seviye ve düzeyine çıkmak, cehalet denen bilgisizlik devini yenmek için, gayret göstermeye dînen de mükellef ve yükümlü olduğumuzu belirtmiş; bu yolda üç düşmanla karşılaşacağımızı yazmıştım.
     Hattâ üç elmas kılıçtan bahsetmiştim. İşte üç elmas kılıcın birincisi: Muhabbet-i Millî'dir. Yâni millî sevgi; evvel emirde kendi milletimize karşı duyduğumuz ve duyacağımız sevgi ve saygıdır.
     İkincisi: İttihat'tır. Birbirimizle, sıkı bir birlik ve birleşmeyi muhakkak sağlamaktır.
     Fakat, ittihat yani aynı fikirde ve aynı noktada birleşme, bir olma; cehil, cahillik ve bilgisizlik ile  olmaz. Evet, ittihat cehil ile olmaz.
      İttihat; fikirlerin imtizac etmesi / fikir ve düşüncelerin kaynaşması demektir. Bu ise marifet, bilgi, hüner ve ustalığın açtığı aydınlık yol ile mümkün ve olasıdır.
     Üçüncüsü: Maarif; eğitim ve öğretimde  -bırakın medenî milletlerle bir düzeye gelmeyi-  çağ atlamayı hedef almayı şiar ve gaye bilmektir.
     Fakat fikir nuru; kalbin ışığı ile aydınlanıp onunla kaynaşmazsa, zulmet ve karanlıkta kalır. Âdeta karanlık saçmaya başlar.
     Yani gözün gündüze benzeyen beyazı, gözün geceye benzeyen siyahlığıyla beraber olmazsa; göz, göz olmaz. Görme işlevini yerine getiremez.
     Aynı zamanda, ilimde iz'an-ı kalp / kalp feraseti olmazsa cehildir; bu şekilde cehalet ve bilgisizlikten kurtulmuş olunmaz. Çünkü, iltizam / tarafgirlik başka, itikat / inanç başkadır.
     Bir de, cehil / bilgisizlik; gerçek anlamı dışında başka mânayı anlatmak demek olan mecazı eline alsa, hakikat ve gerçek gibi algılar.
     Evet, eğer mecaz; ilmin elinden cehlin eline düşse; hakikate inkılâp eder / gerçeğe dönüşür. Gerçek sanılır.
     Hem de hurafelere / boş ve bâtıl inanç ve düşüncelere kapı açar.
     Nitekim, büyük bir âlim der: “Küçüklüğümde ay tutulmuştu. Annemden sordum: 'Yılan yutmuştur.' dedi. 'Neden görünüyor?' dedim. 'Orada yılanlar böyle yarı saydam, yarı şeffaf olur.' dedi. İşte, gerçek anlamı dışında başka mânayı anlatan böyle bir MECAZ, gerçek sanılmış.
     “Güneş ve Ay'ın yörüngelerinin kesişme noktaları olan, baş ve kuyrukta dünyanın araya girip engel olmasıyla, İlahî bir emirle Ay tutulur.
     “İki hayalî / mevhum yay, iki yılan diye adlandırılmış. Hayalî bir benzetme ile isim, isimlendirilen şeyin kendisi olmuş.” 
     Tabii bu sırada hâriçten gelecek çeşitli tenkit ve eleştirileri; İslâm'ın ulvî / yüce hakikat ve gerçeklerinin kat'î ve kesin, ilzam edici / susturucu delil ve kanıtlarının elmas kılıçlarına havale edip bırakmamız gerekiyor.
     Çünkü bu zamanın cihat, gayret ve çabası; muhabbet, sevgi ve saygı ile hayata geçirilmelidir.
     Tahabbüble kendini ortaya koymalıdır. Yâni birbirimize karşı sevgi göstermekle, muhabbet etmekle kabil, mümkün ve olasıdır. Asla tahvifle / korkutarak, korku salarak değil.
     Zaman kaybına milletçe artık hiç tahammülümüz kalmadı. Çünkü Ecnebîler / Yabancılar / Batılılar fen, teknik ve sanayi silâhlarıyla bizi mânevî istibdat ve baskıları altında ezip bunaltıyorlar.
     Öyleyse bizim de, fen ve sanat silâhıyla; üstelik İlâ-yı Kelimetullah'ın / Allah'ın İsmini Yüceltme'nin de, en büyük ve en müthiş düşmanı olan cehille / bilgisizlikle, fakr ve yoksullukla, ihtilâf-ı efkârla / fikir ihtilâfıyla / ayırıcı, ayrıştırıcı fikirlerle; bütün gücümüzle cihat ederek, onlarla savaşmamız gerekiyor.
     Daha önce yazdığım gibi, hâriçten gelen ve gelecek olan tenkitleri ise; Yüce İslâm'ın kesin delil ve kanıtlarının keskin elmas kılıçlarına bırakalım.
     Çünkü Medenîlere / Batılılara galebe çalmak / üstün gelmek ikna iledir. Söz anlamıyan vahşîler gibi icbar / zorlama ve baskı ile değildir.
     Zira bizler muhabbet ve sevgi fedaileriyiz. Husumet ve düşmanlık etmeye vaktimiz yok.
     Evet, bizler muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yok.