İki insan yan yana olduğunda, hiç konuşmamanın bile, bir anlamı vardır. Ya bir arada yaşayıp da hiçbir düşüncesi birbirine uymayan, hiçbir konuda anlaşamayanların gürültüsüne ne demeli? Çok kalabalık kentler, duvarlar, yurttaşlar sorumlu olmadıkları hataların diyetini öderken suskun. Hayattan çalınan günlere hayıflanmakta kimi, içlerinde bir volkan kıpırtısı patlamaya hazır. Karanlık bir manzaraya düşse de bakışları: Bezgin yaşantıların ‘B’sinden umutlar karalamakta ve şükretmekte anlamı tanıdığına. Bu hatırlamaların hazinesi hala içinde ki geçmişin derinliklerine gömülmüş bu uzak duyumsamaları çekip çıkarır gün ışığına. Her gecenin ardından bir sabah, her uykunun ardından da bir uyanış gelir. Sessizliği bozmak Vefa’dır. Ve herkes en az bir kez borçludur vefayı hak eden hayata. Karınca yüreğine sahiptir anlamı arayanlar, onca anlamsızlığın arasında hiç konuşmasalar bile yığınları sürükler peşinde. İnsan, “nasıl?” sorusuyla başladığı düşünsel yolculukta zihin ve şuur yardımıyla gerçekliği anlamlandırmaya çalışır. Anlamak, anlatmaktan önce gelir. İletişimin temel gereği anlamak, kavramak, akıl erdirmek, öğrenmek demek. Dinlemek de anlamanın ilk şartı. Anlamak, yalnızlığın sona erişidir. Bireyin farklı insanların farkına varmasını sağlayan sağduyu ölçütüdür. Anlamanın ilk tavsiyesidir ‘Oku’, insanda ise ‘Sev’ koşulunu öne sürer amma o da nasibini almış kırılma noktasından. Cumhuriyeti anlamak, vatanı, insanı, hayatı, kadını, anneyi, yurttaşlık bilincini, sevgiyi.. Bunca anlamsızlığın içinde anlamı aramanın da bir anlamı var. Herkes anladığı kadar yaşar. Samimiyet kendi lisanını kurar, bu lisan kendi dilini ve özlenen insanı inşa eder.