Memleketimizde, Süleyman Ateş'in Diyânet İşleri Başkanlığı yaptığı 1970'li yılların ortalarında Diyânet çevrelerinde, Yüksek İslâm Enstitüsü daha sonra İlâhiyat Fakülteleri çevrelerinde Ezher'cilerin te'siri altında kalanlar muhtelif Frak-ı Dâlle'ye karşı müsamaha ile bakmaya başlamışlar, daha sonraları "Ellâmezhebiyye" (mezhepsizlik mezhebini) terviç eder hale gelmişlerdir.

Bu cereyana kapılanlardan Marmara Üniversitesi, İlâhiyât Fakültesi emekli Öğretim üyelerinden Prf. Dr. Hayreddin Karaman, Prf. Dr. Bekir Topaloğlu gibilerinin ayaklarının suya erdiğini tahmin ediyorum. Ancak, İstanbul Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi'nde çöreklenen, Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz gibilerin, yukarıda ne olduklarını anlatmaya çalıştığımız fırak-ı Dâlle'yi benimsedikleri, tavsip ettikleri, hattâ Ehl-i Sünnet ekolleri gibi hak mezhep olduklarını  iddia ettikleri bilinmektedir. Çıplak ayağa mesh'e namazların birleştirilmesine-zarûret olmaksızın ve Arife günü Arafat ve Müzdelife dışında-fetvâ verdikleri bilinmektedir.

ŞİA VE CA'FERİ'LERİN, CA'FER-İ SÂDIK'A İSNÂD VE İFTİRALARI!...

Kendi sapkınlıklarını, sakîm görüşlerini delillendirmek için Peygamber'in ve O'nun ashâb'ının yolunda-Kur'ân ve Hadis yolunda- olan aynı zamanda Silsele-i Saâdât'ın da bir halakasını teşkil eden bu büyük âlim ve imam Ca'fer-i Sâdık Hazretlerine muhtelif isnad ve iftirada bulunmuşlardır:

O'nun ilim tedkik ve içtihadlarıyla da yetinmezler, O'na çalışılarak -kesben ve ta'limen-elde edilemeyecek, ancak, Hazret-i Peygamber (S.A.V.)'in Hz. Alî'ye verdiği ve Hz. Alî'nin de peygamber'den aldığı vasiyet üzere kendisinden sonra gelen oniki imam'a devrettiği bir ilim de nisbet ederler. İşte kendi sıralamalarına göre oniki imam'dan altıncısı'nı teşkil eden İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'a da nisbet ettikleri bu ilme "Cefr İlmi" demişlerdir.

Cefr ilmi nedir?

Cefr kelimesi aslında, kemikleri irileşmiş ve sertleşmiş kuzu demektir. Bu kelime daha sonra deri manasında kullanılmıştır.

İddialara göre, bu kitapların bâzıları keçi derisi üzerine, diğerleri ise koç derisi üzerine yazıldığı için bu ilme Cefr ilmi denilmiştir. İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'ın Cefr ilmine sâhip olduğunu iddia edenlere göre bu ilim, tahsille, ta'lim ile elde edilemeyen ve Allah tarafından verilen bir ilmin adıdır.

Asr'ımızdaki kimi şiî yazarlar bu konuda şöyle demektedirler: Cefr ilmi dünyanın sonuna kadar meydana gelecek hâdiselerin bilinmesine sağlayan harflerin ilmidir. Onlara göre İmam-ı Ca'fer'in Cefr ilmine sâhip olduğu sadece kendisinden nakledilmiştir. Yine bunlara göre, O, bu ilmi şöyle anlatmıştır:

Cefr, deriden bir kap olup geçmiş İsrâiloğullarının ilmi onun içindedir. O bilginlerden Cefr'e dâir pek çok şey bize kadar ulaşmıştır. Bu ilmi ve onunla ne kasdedildiğini bilmesek de Cef ilminden bahseden bâzı hadisleri biliyoruz. Bu ilim İsrailoğullarının faydalandığı bir kaynaktır. Allah bu şerefli ilmi onlara ihsan etmiştir.

Yazar'ın Notu: Günümüz Türkçe'sinde Cifir ilmi diye bilinen bu ilim, Arap Elifbâsında bulunan 29 harf'in her birine bir sayı değeri yüklenerek tarih düşmek ve geleceğe ait bâzı bilgiler ve işaretler almak için yapılan çalışmalardır ki, bu çalışma ile doğrudan alâkası yoktur. İleri bir tarihte Allah nasîp ederse ilm-i Cefr-Cifir ilme - üzerinde de ayrı bir çalışma yapılacaktır. Biz burada sadece şiîlerin ve Ca'ferî'lerin, İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'ı kendi görüşleri istikâmetinde nasıl istismar ettikleri hususunu tebârüz ettirmek için, Cefr ile alâkalı olarak iddialarına yer verdik...

İmâmiyye, özellikle İsnâaşeriyye mezhebine göre kaynak olarak referans aldıkları dört hadis kitabından birisi olan "El-Kâfi" adlı eserinde Muhammed bin Yakup el-Kuleynî (Elkûnî vefatı H. 328) şöyle demektedir: "Cefr'de Mûsâ'nın Tevratı, İsâ'nın İncili ve bütün peygamber ve vâsilerin, geçmiş İsrâiloğulları bilginlerinin ilimleri, helal, haram, meydana gelmiş ve gelecek şeylerin ilmi mevcuttur.

Yine el-Kuleynî aynı adlı eserinde:

Şunları söylüyor, "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık şöyle demişti; Bu gün sabahleyin, Allah'ın Hazret-i Muhammed'e ve ondan sonra gelecek imamlara özel olarak vermiş olduğu Cefr kitabına baktım. Orada bizim gâip imam (bu onikinci imamdır)ın doğuşunu, Sâmarra'da kayboluşunu, geri dönüşündeki gecikişini, ömrünün uzunluğunu, o zaman mü'minlerin karşılaşacağı zorlukları, belâları, kalplerinde şüphelerin doğuşunu, çoğunun dinlerinden dönüşünü ve Kur'ân'da Allah'ın "Her insan'ın amelini kendi boynuna doladık" âyetiyle işaret buyurduğu İslâm bağını, yâni velâyeti omuzlarından atışını düşündüm."

"Ey Peygamber'in torunu, bildiğin bu ilimle bizi birazcık şereflendirmez misin? dedik. O da, bize şöyle cevap verdi: Allah bizden gelecek âlimlere Kâmillere (Elbette şiî Ca'ferî) peygamlerin sünnetlerinden bâzı şeyler ihsan etmiştir. Nuh'un sünnetinden uzun ömürlülüğü, İbrâhim'in sünnetinden evladından gizli ve insanlardan uzak yaşama'yı, Mûsâ'nın sünnetinden başkalarını korkutmak ve gözden kaybolmayı, İsâ'nın sünnetinden kendi üzerinde insanların ihtilâfa düşmesini, Eyyûp'un sünnetinden sıkıntıya uğradıktan sonra ferahlığa kavuşmayı, Muhammed'in sünnetinden kılıçla ortaya çıkıp Allah'ın hidâyet ve yoluna uymayı vermiştir."

Daha sonra el-Kuleynî'nin el-Kâfî'sinde, Cefr'in İmam-ı Ca'fer'e verilmiş bir kitap olduğu ve onun zaman zaman bu kitab'a başvurarak olmuş ve olacak şeylere ait, gayp ilmini gerek harfler, gerek remzler, gerekse haberler vasıtasıyla bildiği anlatılmaktadır.

Bir kısım Ca'ferî'nin iddiasına göre Cefr her imam'ın kendisinden sonra gelen imam'a bıraktığı bir kitap ve ilimdir.

Kuleynî el-Kâfî'sinde devamla;

Allah'ü Teâlâ Peygamberine bir kitap indirdi. Bu kitabı getiren Cebrâil, Ey Muhammed! bu senin asîl (necîp)lere vasiyetindir, dedi. Muhammed'de ey Cebrâil, asiller kimlerdir? diye sordu. O da; Ali ve evladı'dır, dedi. Bu kitabın üzerinde altın mühürler vardı. Hazret-i Muhammed aldığı bu kitabı Ali (R.A)ya verdi. Ona mühürlerinden birisini açıp onunla amel etmesini söyledi. Sonra Hz. Ali bunu oğlu Hasan'a verdi. O da bunun bir mührünü açıp onunla amel etti. Sonra Hasan onu kardeşi Hüseyin'e verdi. Hüseyin de bunun bir mührünü açınca kendisine: ailenle birlikte şehid olmaya çık, onlara şehidlik ancak seninle nasîp olacaktır. Canını Allah'a sat... denildiğini gördü.

Daha sonra bu kitabı oğlu Ali Zeynelâbidin'e verdi. O da bunun bir mührünü açınca kendisine; başını eğerek sus evine çekil, ölünceye kadar Rabbına ibâdet et, diye emredildiğini gördü. Sonra o bunu oğlu Muhammed Bâkır'a verdi. Muhammed Bâkır da bunun bir mührünü açınca: İnsanlara anlat, onlara fetva ver, ehl-i Beyt'in ilimlerini yay, sâlih atalarını doğrula, Allah'tan başka kimseden korkma, sana kimse dokunamaz... sözleriyle karşılaştı. Sonra onu Ca'fer-i Sâdık'a verdi. O da bunda; insanlara anlat, onlara fetvâ ver, yalnız Allah'tan kork, ehl-i Beyt'in ilimlerini yay, atalarını doğrula, çünkü sen emân ve muhafaza altındasın... sözlerini gördü. Cefr hakkında çoğu İsnâaşeriyye'ye mensup olanlardan olmak üzere pek çok rivâyet vardır.

Bunlardan kimisi bu mezhep mensuplarının görüşlerini ihtivâ etmektedir, pek çoğuda onlarla istihza için Cefr'den bahsetmiştir.

İbn-i Kuteybe, "Uyun-ul-Ahbâr" adlı eserinde Talha bin Musarrif'in şöyle söylediğini bildirir. Musarrif der ki "Ben abdestli olmasaydım, şiîlerin Cefr'e ait sözlerini size anlatırdım."

Zeydî'lerin reislerinden Harun bin Sa'd El-İclî de bir manzumesinde şöyle demiştir:

Görmez misin Rafîzileri bölük bölük oldular!

Cefr hakkında hepisi de kötü sözler söyler.

Onlardan bir bölük, ona İlâh dedi.

Diğer bir bölük de tertemiz peygamber dedi.

Eğer Ca'fer onların sözünden râzı olursa,

Allah için ben Ca'fer'i de bırakırım.

Onların Cefr derisinde şaşarım.

Cefr'le uğraşanlardan Allah'a sığınırım.

Uzunca manzumesinin bir yerinde de şöyle der:

"Onlar, fil sırtlandır, zenci kızıldır

deselerdi daha doğru söylemiş olurlardı...

Tarih boyunca ve günümüzde Şîa ve Ca'ferî'ler, kendi iddialarının dışında objektif ve sağlam delillere dayanmadan bir takım şeyleri mübârek Zât'a isnad ederek Allah'ın kitabı olan Kur'ân-ı Kerim'e ve Peygamberimiz'den bize ulaşan sahih hadislere uymayan saçma sapan görüşlerini tasdîk ettirme telâşı ve çabası içinde ola gelmişlerdir.