1980'Lİ YILLAR:

1977 yılında tayinen atandığım İstanbul garnizonunda görev yaptığım uzun yıllar, bu süreçte ülke genelinde yaşanan olaylar; beni de derinden etkilemiş, o yıllar içerisinde almış olduğum görevleri yerine getirirken, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına olan saygım daima öncelikli tercihim olmuştur.

Bu noktada hemen şunu ifade etmeliyim ki, 12 Eylül askeri müdahalesi öncesinde İstanbul sokaklarında yaşanan olaylar öylesine can yakıcıydı ki, o döneme damgasını vuran olaylar nedeniyle, gün içinde birkaç genç evladımız hayatını kaybetmesi, herkes gibi beni de çok derin üzüntüye boğuyordu. Ülkemizde özellikle 1978 yılı ve sonrasında artan terör olaylarının odaklandığı ve karşıt görüşlü öğrencilerin birbirine acımasızca silah sıktığı bu dönemde; gerek polisimizin, gerekse askerimizin almış olduğu önlemler; ne yazık ki, bu olağan üstü dönemi normale döndürmeye yetmemişti!

Aslında bunun böyle olmasında bana göre üç önemli nedeni vardır:

Birincisi; o dönemin asayişinden sorumlu güvenlik kuvvetlerimizin; bu olağan üstü dönemde yaşanan olayları önleyebilmek için gerek eğitim, gerek teçhizat ve gerekse psikolojik yönden pek yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.

İkinci husus; 1980 öncesi polis teşkilatımız sağ görüşü temsil edenlerin oluşturduğu POL-DER ile sol görüşü temsil eden POL-BİR isimli iki sendikal örgütün kaydında ve etkisinde kalarak adeta iki parçaya bölünmüştü! Bu bence çok önemli bir zafiyet oluşturuyordu. Ülkemiz 12 Eylül 1980 öncesine giden süreç öncesinde, sağ ve sol görüşçü öğrencilerin, vatandaşların karşı, karşıya geldiği; birbirine kurşun sıktığı bu kritik süreçte; polisimizin böylesine iki ayrı görüşü temsil eden sendikal faaliyetler içerinde olması, yaşanan olayların bastırılamamasında etkin bir rol oynamıştır.

Üçüncü husus ise; Sıkıyönetim uygulamaları ve askeri müdahale sonrasında sokakta görev yapan askerimizin, emniyet ve asayişe yönelik olarak alınmış olan polisiye tedbirleri uygularken yaşanan olumsuzluklardı. Çünkü 'asker', almış olduğu eğitim gereğince düşmana karşı uygulanacak savaş tedbirlerine göre eğitilmişti. Ama 12 Eylül askeri müdahalesine giden süreçte yaşananların önlenebilmesi için polisiye tedbirlerin uygulanması gerekiyordu, askerimiz ise; böyle bir eğitim almamıştı. Ancak yine de verilen tüm görevleri başarıyla yerine getirmişti.

Bu üç önemli tespitimi; o süreçte İstanbul'da görev yaparken bizzat yaşadığım aşağıdaki önemli olaylarla örnekleyebilirim:

12 Eylül 1980 askeri müdahalesi öncesinde; anarşik eylemlerin giderek arttığı 1979 yılında, karıştıkları örgütsel olaylar nedeniyle İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesince tutuklanan ve1'nci Ordu Komutanlığı Sıkıyönetim Komutanlığı cezaevinde kalan mahkûmların, muayene için getirildikleri Haydarpaşa Asker Hastanesine girerken;

S.S.C.B'nin milli marşı olan enternasyonal'i hep bir ağızdan söyleyerek, hastanenin muayene koridorlarında 'faşistler' sloganını hep bir ağızdan haykırdıklarını, türlü tehditler savurduklarını çok iyi hatırlarım…

Yine sokak çatışmalarının, giderek arttığı 1979 yılında İstanbul'un Anadolu yakasındaki bir ilçemizde, emniyet güçlerimizle girişmiş olduğu silahlı çatışmada ağır yaralı olarak ele geçirilen bir örgüt elemanının, Haydarpaşa Asker Hastanesine acilen getirildiği o gün!

Kendisini ameliyata alan, ancak bu operasyonda ağır yarası ve çok kan kaybı nedeniyle hayatını kaybeden bu örgüt elemanının ameliyatını yapan doktor arkadaşımızın, o günden birkaç hafta sonra Bakırköy'de oturduğu evine bir akşamüzeri gelen, asker üniforması giymiş örgüt elemanları tarafından 2,5 yaşındaki kızının gözleri önünde katledildiğini dün gibi hatırlarım. (Aynı zamanda sınıf arkadaşım olan bu kahraman genel cerrahi uzmanı arkadaşımız, ettiği Hipokrat yeminine bağlı kalarak, hiç tereddüt etmeden bu operasyona girmiş, bu insanın hayatını kurtarmak için ekibiyle birlikte üstün bir çaba göstermişlerdi.