Türk Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı Dr. CEZMI BAYRAM ile Türk Milliyetçiliği Fikriyatının Doğuşu ve Gelişmesi Üzerine Konuştuk:

‘TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ FİKRİYATININ ‘ÖTEKİ’Sİ YOKTUR. KUCAKLAYICIDIR.’

Oğuz Çetinoğlu: Türkçülük fikrinin doğuşunda ve gelişmesinde önemli bir rolü olan ve Türk Ocakları’nın kurucuları arasında yer alan Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyâset isimli makalesinin Türk fikir hayatındaki etkileri neler oldu?
Dr. Cezmi Bayram: Milliyetçilik düşüncesinde, bu makaleye sonraki yıllarda büyük önem atfedilmiştir. Ancak, başlangıçta, makalenin üzerinde fazla durulduğunu görmüyoruz. Gerçi, bu makale, Akçura'nın milliyetçilik faaliyetlerinde bir yer almasına sebeb olmuştur, ama Osmanlı aydını, Ahmed Ferid'in de ifade ettiği gibi öncelikle devletin bekasının teminine ve vatan coğrafyasının daha da küçülmesinin önlenmesine daha fazla önem vermiş, İslamcılık ve Türkçülüğe de, bu gayenin tahakkukunda faydaları sebebiyle, itiraz etmemişlerdir. Bize göre, bu makale daha çok 1930'lardan sonra önem kazanmıştır. Hem milleti ırk esasına göre tarif etmesi ve hem de sekülerleşmeyi tavsiye etmesi bakımından... Zira Akçura makalesinde şu fikirleri ileri sürmektedir ki, bu Türkiye'nin 1930'lardaki siyasetine yön vermektedir:
‘İslâm dini, büyük Türk milliyetinin teşekkülünde mühim bir unsur olabilir. Milliyeti tarif etmek isteyenlerden bazıları, dine bir âmil gibi bakmaktadırlar. İslâm Türklüğün birleşmesinde şu hizmeti yerine getirebilmek için, son zamanlarda Hıristiyanlıkta olduğu gibi, içinde milliyetlerin doğmasını kabul edecek şekilde değişmelidir. Bu değişme hemen hemen mecburidir de: Zamanımız tarihinde görülen umumî cereyan ırklardadır. Dinler, din olmak bakımından, gittikçe siyâsî ehemmiyetlerini, kuvvetlerini kaybediyorlar. İçtimaî olmaktan ziyâde şahsîleşiyorlar. Cemiyetlerde vicdan serbestliği, din birliğinin yerini alıyor. Dinler, cemiyetlerin ek işleri olmaktan vazgeçerek, kalplerin hâdi ve mürşitliğini deruhte ediyor, ancak halk ile mahlûk arasındaki vicdanî rabıta haline geçiyor. Dolayısıyla dinler ancak ırklarla birleşerek, ırklara yardımcı ve hattâ hizmet edici olarak, siyâsî ve içtimaî ehemmiyetlerini muhafaza edebiliyorlar.’
Çetinoğlu: Türk Ocakları ve Türk Yurdu’nun bu dönemde önemli hizmetler icra ettiği biliniyor. Oraya gelebilir miyiz?
Bayram: Türklükle ilgili çalışmalar, Türkçenin daha sâde ifâde dili hâline gelmesi, her alanda eserler ortaya konması dışında Türklükle ilgili çalışmaların Türkçeye aktarılması, kısaca edebiyat, sanat, tarih ve ilim alanında devam etmekte, kadrosunda Akçura'nın da olduğu Türk Derneği gibi kurumlar teşekkül etmekte ve Türk Yurdu gibi dergiler neşrolunmaktadır. Balkan Faciası ile Osmanlı Cihan Devleti’nin Avrupa topraklarının büyük ölçüde kaybı, Osmanlı aydınını ve özellikle gençlerini büyük endişeye sevk etmektedir. Dolayısıyla siyaseten Osmanlıcılık, İslamcılık akideleri takip edilse bile, devletin kurucu unsurunun da şuurlanmasını temin maksadıyla, cemiyet teşkili talebi, Türk Ocakları’nın kurulmasını sağlamıştır. Türk Ocakları’nın siyâsî hedefi açık ifade edilmese bile, Osmanlı'nın bekası ve ihyasıdır. Ancak, Ocaklıların diğer Osmanlı aydınlarından önemli farkı, Türklüğü sadece Osmanlı Türkünden ibaret görmemek, Osmanlı dışında da Türk varlığını kabul etmektir. Aynı zamanda, Türk tarihinin başlangıcını da Osmanlı'dan, hatta Türklerin Müslüman olmasından daha ileri götürmektedirler. Dolayısıyla, nasıl Ertuğrul Gazi, Yavuz Hân yeniden diriliş için önemli remizler ise, Ergenekon'dan Çıkış da yeniden dirilişin mümkün olacağının alâmeti ve örneğidir. Burada belki, hakikat ile romantizm iç içedir. Ama unutmamak gerekir ki, hakikat bazen insanın gelecek ümidini kırdığı halde, romantik talep ve heyecanlar cemiyette büyük gerilime sebep olabilir ve dirilişi gerçekleştirebilir.
Öncelikle ifâde etmek gerekir ki, bu dönem Türk milliyetçiliğinin, bugünün moda tabiriyle ‘öteki’si yoktur. Devlete isyan edenler dışında düşmanı yoktur. Çünkü öncelikli hedefi cihan hâkimiyetini devam ettirmektir. Bu sebeple kucaklayıcıdır. Millet anlayışı, parçalayıcı değil, bütünleştiricidir. Gökalp, halkımız, milleti ‘Dini dinime, dili dilime benzeyendir şeklinde tarif eder’ demek suretiyle, bu bütünleştirici anlayışı ortaya koymuştur. Bu Müslüman olan veya Türkçe konuşan benim milletimdendir, manasınadır. Gerçekten bu tarif, Türk kavminden olmayan Müslümanları, Türk yaptığı gibi, Türkçe konuşan gayrimüslimleri de ihtiva etmektedir. Esasen milliyetin terbiye ile kaynaklanabileceği temel anlayışı da bunu ifade eder. Bu aslında, öteden beri tatbik olunmaya çalışılan Osmanlı milleti anlayışının da bâriz ifadesidir. Hem Tanzimat öncesi Osmanlı millet anlayışını devam ettirmektedir, hem de Tanzimat sonrası Türkçe öğrenerek Osmanlı milletinden olma anlayışını muhafaza etmektedir. Aradaki tek fark, milletin adı, artık ‘Osmanlı Milleti’ değil, ‘Türk Milleti’dir.
Çetinoğlu: Millî Mücadele dönemindeki durum nedir?
Bayram: Esasen milliyetçilik, bizim için bir tercih değil, bir zaruretti. Gökalp'in ifadesiyle, milliyetçilik Osmanlı Cihan Devleti’nin parçalanmasına sebep olan bir ‘zehir’dir. Şimdi, bu zehirden, artık devletimizi korumak için bir ‘panzehir’ olarak istifade etmek gerekir. Dolayısıyla siyâsî hedefi Osmanlı'yı ihya etmek olan temel anlayış, devlete düşmanlık yapmamak kaydıyla kimseyi ve hiçbir milleti düşman kabul etmemeyi gerektirir. ‘Turan’ düşüncesi ise, büyük oranda cihan devleti özelliğini kaybetmiş, fakat büyük devlet olarak yaşamaya alışmış olan bir millete, başka ve yeni bir büyük devletin mümkün olduğunu göstermek suretiyle, onun heyecanını yükselterek, bu birliğin de gerçekleşmesinin ön şartı olan Osmanlı Devleti'nin bekasını temin ederek güçlenmesini sağlamak maksadına matuftur. Nitekim bu maksat hâsıl olmuştur. Balkan faciasından iki sene gibi kısa bir süre sonra, iki buçuk milyonluk diri, heyecanlı ve mücadele azmi yüksek bir ordu ortaya çıkmış, Cihan Harbi'nin menfi neticesine rağmen, bu ordunun bakiyesi Millî Mücadeleyi başarabilmiştir.
Türkçüler bir yandan Türk Birliği -Turan- derken diğer taraftan da ‘Türkçülüğün Beynelmilliyeti İslamcılıktır’ demek suretiyle, İslamcılıktan ve siyasetten Osmanlı'yı muhafaza etmek hedefi dolayısıyla Osmanlıcılıktan vazgeçmemişlerdir. Esasen hâkim olan İttihat Terakki de hem ‘İttihâd-ı anâsır’ fikrini, hem de İslamcılık siyasetini takip etmiştir.
Osmanlıcılık ve İslamcılığı siyâsî olarak geçersiz kılan, Türkçülüğün gücü değildir. Birinci Cihan Harbi’nin aleyhte sonuçlanması bu akidelerinin siyâsî ömrünü fiilen ortadan kaldırmıştır. Birçok bölgesi işgal edilmiş vatan coğrafyasının kurtarılması fikri milliyetçiliği tabii olarak öne çıkarmış ve yeni bir hamle ile devletin topraklarının 780 bin karesinde -Hatay sonradan ilhak edildi- tesis dilmiştir.
Şunu ifâde etmek gerekir ki, bu sonucun tesisinde milliyetçiler muharrik ve teşkilâtlandırıcı rol oynamamakla beraber, 2. Meşrutiyet döneminin içtimaî akidelerinden İslamcılığın önemli müntesipleri ve hatta Garpçılara mensup olanların da bu mücâdeleye iştiraklerini hatırda tutmak gerekir. Yani, Millî mücâdeleyi zafere götüren ruh, din ve milletin ayırt edilemez önemde tutulmasıdır. Esasen Cumhuriyet kuruluş felsefesi de bu ruhtur. Burada esas umdeler ‘İstiklal-i tam-tam bağımsızlık’ ve hâkimiyetin millete ait olmasıdır. Millet ise yeni, muhayyel ve mutasavver bir topluluk değil, binlerce yıl içinde tekevvün etmiş, bin yıldan beri de Müslüman olan, yâni her haliyle mevcut bulunan bir varlıktır. Görülüyor ki bu dönemde henüz, teşekkül eden yeni devlet, var olan bir milletin devletidir. Yoksa teorisinde ifade edildiği ve hatta sonradan uygulamaya çalışıldığı gibi devletten millet değildir.
Çetinoğlu: Türk ve Türkiye adını tartışan küçük bir grup var. Niçin ve nesini tartışıyorlar?
Bayram: Burada bir hususu sarahatle ortaya koymak zarureti vardır. Bugün birçok gafiller, milleti meydana getiren etnik unsurun adının, diğerlerini inkâr ve asimile etmek kastiyle, bütün topluluğa verildiği gibi abes bir iddiayı ileri sürmektedirler. Halbuki böyle bir şey söz konusu değildir. Bir kere, Millî Mücâdele’yi başlatan Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Teşkilatları’dır.  Ancak, mücâdelenin meşruiyetini sağlayan organın adı; Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Çünkü üzerinde hâkimiyet ve varlık mücadelesi verilen coğrafya, hatta en geniş haliyle Osmanlı coğrafyası, 12. yüzyıldan bu yana, şimdi bir kısmı da işgalci olan Batı devletleri tarafından ‘Türkiye’ olarak isimlendirilmektedir. Burada yaşayanlar da ‘Türk’ olarak vasfedilmektedir. Balkanlarda Müslüman olanlara ‘Türk oldu’ denildiği gibi, bu coğrafyadan göçenlere de ‘Türk’ denilmektedir Nitekim 18. yüzyılda Lübnan civarından Arjantin'e göçen, çoğu da Hıristiyan olan grubun adı ‘Los Türkos’tur. Hâlen de bu adla anılmaktadırlar ve bu adı taşıyan birçok dernek ve kuruluşları vardır.
Dolayısıyla Millî Mücâdelenin liderleri meşruiyet kaynağı olan müesseselerine, yeni ve önceden bilinmeyen bir adı değil, dünyada tanınan bir adı ve üstelik batının imlâsıyla, ‘Türkiye’ olarak vermişlerdir. Eğer iddia edildiği gibi etnik endişelerle bir ad konulsaydı, o zaman ‘Türkiye’ değil, ‘Türk-eli’ veya ‘Türk-ili’ isimlerinden biri tercih edilirdi.
Bilâhare, Cumhuriyet ilanıyla, Türkiye, Devletin de adı olmuştur. Ancak, Meclis de herhangi bir şahıs, grup veya zümrenin değil, milletin meclisidir ve o millet, ‘Büyük Millet’tir. Muhtelif menşelerden gelse bile, Milletin adı ‘Türk’tür. Esasen varlık mücadelesi verilen Devlet Osmanlı'dır, o da Selçuklu vârisidir. Her ikisi de, daha başlangıcından itibaren tartışmasız Türk Devleti'dir. Saltanattan Cumhuriyet'e geçişte teşekkül eden yeni Devlet, elbette ‘Türk Devleti’ olacaktır. Bunda gayri tabii bir hâl yoktur. Ayrıca Millî Mücâdele'nin lideri Mustafa Kemal, ‘Millî Mücâdeleyi yapan halka Türk denir’ demek suretiyle, bu kapsayıcı anlayışı ve hakikati ifade etmiştir.
Çetinoğlu: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve sonrasında milliyetçilik anlayışında değişiklik oldu mu?
Bayram: Cumhuriyet döneminde, esas itibariyle, Türk Ocakları’ndaki milliyetçilik anlayışı ve hattâ, Osmanlı Devleti dönemi millet ve tarih anlayışları, ilk yıllarda varlığını devam ettirdi. Ancak, yeni devletin millî devlet oluşu sebebiyle, bir de devletin milliyetçilik anlayışı gelişti. Özellikle lâikliğin kabulü ve cemiyetin sekülerleştirilmesi; Almanya'da, İtalya'da ortaya çıkan ırkçı milliyetçilik anlayışı, Türkiye'de de taklit edildi. Din, yani İslâm, milletin en önemli belirleyicisi iken, artık Akçura'nın belirttiği üzere, sadece vicdanî bir mesele hâlinde telâkki edildi. Millet kelimesi, Osmanlı millet anlayışından mülhem olduğu ve İslâm'ı mündemiç bulunduğu için, terk edildi. Dinî hiçbir çağrışım yapmayan ‘Ulus’ kelimesi tercih edildi. Kafatası araştırmalarına ve milletimizin ırkî özelliklerini belirlemeye yönelik çalışmalara başlandı. Tamamen pozitivist ve materyalist düşüncesinin etkisinde yapılan bu faaliyetler İslâm'ı sadece vicdanlara hapsetmeyi hedef almadı. Vahyi inkâr ederek, din, felsefî bir meslek olarak telkin edildi.
Çetinoğlu: Kafatası araştırmalarına neden lüzum görüldü?
Bayram: Batı, Türklere, ‘Orta Asya'dan geldiniz, Orta Asya'ya dönünüz’ diyordu. O halde, Cumhuriyet yöneticilerinin Selçukludan evvel de Türklerin Anadolu'da var olduklarını ortaya koymaları gerekiyordu. Aslında, koca Amerika kıtasının henüz 350-400 yıl gibi yakın zamanda Avrupalıların hâkimiyetinde olduğu düşünülürse, buna ihtiyaç yoktu. Ne var ki, Amerika'nın yeni hâkimleri yerlilerin tamamına yakını bitirmişti ve onlara ‘gidin’ diyecek bir güç yoktu. Buna karşılık, Türkler, hâkimiyeti altındakileri, inançları gereği, zimmetlerindeki bir emanet gibi korudukları için, şimdi zayıflayınca, birçok destekçisi ile birlikte ‘gidin’ diyen çoktu.
Selçukludan evvel yaşayanlar Müslüman olmadıklarına göre, bunların ırk olarak Türk olduklarını ispat zarureti vardı. İşte Hitit'lerin ve Anadolu'da medeniyet kurmuş diğer kavimlerin Türk olduğu iddiasının bir maksadı da buydu. Tabii, böyle bir Türklük iddiası için, o dönemde henüz DNA'lar da bilinmediğine göre, kafatası araştırmalarına ihtiyaç vardı. Esasen bu çalışmaların teorik esasları da batıda ortaya konmuştu. Yani, batıya kendi ilmî anlayışı ile cevap verilmekteydi.
 Çetinoğlu: ‘İslam’ı vicdanlara hapsetmek…’ demiştiniz. Türk Ocakları’nın bu anlayışa bakışı nasıldı?   
Bayram: İslam’ı vicdanlara hapsetme anlayışı, Türk Ocaklarında vücut bulan düşüncelere tersti. Ocak yöneticilerinin yaklaşan tehlikeyi sezmişçesine, Devlet partisi hüviyetindeki CHP'ye yaklaşma gayretleri işe yaramadı ve Ocak feshedilmesi talimatı ile kapatıldı. Bu anlayışın önemli belgeleri olan, Birinci Tarih Kongresi'ndeki tezlere, başta Zeki Velidi olmak üzere, birçok milliyetçi itiraz etti. Ancak, Avrupa'daki ırk teorilerinden de ilham alarak birçok çalışmalar yapılmaya devam etti.
Birçok resmî evrakta, askerî okullara, öğretmen okullarına öğrenci alımı ilânlarında görüldüğü üzere, ırka vurgu yapıldı. Ancak zâhirde tamamen ırkçı bir anlayışın ve hatta İslâm öncesine ağırlık veren bir anlayışın esas alındığı düşünülse bile, devrin izahı bu kadar basit yapılamaz. Zira bu anlayış, bir yandan İslâm'ı tamamen cemiyet hayatı dışına atmayı hedef alan bir sekülerleşme ve hatta yeni bir millet -ulus- inşâ etme gayretinin neticesi ise de aynı zamanda siyâsî maksatlar taşımaktaydı.
Zira Saltanat'tan Cumhuriyet idaresine geçilmesini sağlayan nesil, batının Şark Siyaseti dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına şâhit olmuş, hatta bu yüzden ekserisi yaşadığı toprakları terk etmek mecburiyetinde kalmış bir nesildir. 1927 nüfus sayımı sonuçları üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, nüfusun yarısına yakın kısmı, o günkü vatan coğrafyasının dışından gelenlerdi. 1865 ten itibaren Kafkaslardan, daha sonra Kırım'dan başlayan göçler, Balkan faciası ile Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarından, artık ‘anavatan’ addedilen bu topraklara yerleşmiş insanlardı. Bunların bir bölümü soyca Tük'tü, ama tamamı Müslüman'dı. Bu nesil Şark Siyasetinin hâlâ devam ettiğini görüyordu.


DR. CEZMİ BAYRAM


1946 yılında Ordu İli’ne bağlı Perşembe İlçesi’nin Yumrutaş Köyü’nde doğdu. İlkokulu köyünde, Ortaokulu Perşembe’de bitirdi. Perşembe İlköğretmen Okulunda okurken Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna seçildi. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü’nü ve Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitirdi.

Ankara İlk öğretmen Okulu’nda öğretmenliğe başladı. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’ne 1969 yılında asistan oldu. 1973 yılında ‘Matematik Doktoru’ unvanına hak kazandı. 1977-1978 yıllarında ABD’de Stanford Üniversitesi’ne bulundu. 1981 yılında üniversiteden ayrıldı. Yayın dağıtım şirketi genel müdürlüğü yaptı. 1987 yılı başında Özel Tercüman Okulları Kurucu Temsilciliği ve Genel Müdürlüğüne getirildi. 2002 yılına kadar bu görevde bulundu. Mayıs 2002 de Bahçeşehir Üniversitesi’ne geçti. Beş yıl Bahçeşehir Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Müdürlüğü yaptı.

Öğrencilik yıllarında Babıali’de Sabah Gazetesinde Polis-Adliye, Başbakanlık ve Meclis muhabirliği gödeviri üstlendi. Ocak Dergisini çıkardı. Bir dönem haftalık Devlet Gazetesini yönetti. Bu dergi ve gazetelerde Cezmi BAYRAM ve Cezmi KIRIMLIOĞLU adlarıyla yazılar yazdı. Hergün Gazetesi’nde başyazarlık yaptı. Meslek derneklerinde görev yaptı. Türk Ocaklarının tekrar faaliyete başlamasıyla Türk Yurdu Dergisi’ni iki buçuk yıl İstanbul’da neşretti. 1986 yılından itibaren İstanbul Türk Ocağı Şubesi Başkanlığı yapmaktadır. İş Dünyası  Vakfı ile Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nın kurucusu ve yöneticisidir.

İlmî makaleler yanında; *Garplılaşmadan Ne Anlıyoruz? *Milliyetçi İktidara Doğru, *Millî Eğitimde Haçlı Seferleri (2 Cilt) ve Türk Milliyetçiliği, tarihî seyri ve yeni hedefleri  isimli kitaplarının yazarıdır.