“Atatürk’ünü kaybettin. İçin yaralandı. Sen sağ ol Türk milleti.”

“Türk milleti en büyük oğlunu, insanlık alemi en büyük inkilapçıyı ve tarih şimdiye kadar idrak ettiği en yüksek devlet adamını kaybetti.” Bu sözler, o günleri bizzat yaşayan yani yokluktan destansı bir zafer yaratan, o ateşten gömleği yırtıp üstünden atmış, sonrasında kalkınma hamleleriyle vatanın karanlıktan aydınlığa çıkışına şahit olan zamanın gazetelerinin yazıları. Ben de bu hüzünlü ama gururlu yazıları,11 Kasım 1938 tarihinde tam da Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete göçmesinin ardından çıkan gazetelerden biri olan Anadolu gazetesinden aldım.

Kurtuluş Savaşı’nın ardından, yapılan inkılaplar, iktisat kongreleri ve kalkınma adımlarıyla, başta sanayiye ve tarım sektörüne yapılan yatırımlarla ekonomi düzlüğe çıkmış, toplumda hurafe olan ne varsa kaldırılmış, ülke akla ve mantığa uygun bir çizgiye gelmişti. “Atatürk milletini orta çağların köhne ananeleri (eskimiş adetleri) ve müteasıp (bağnaz) bağları ile zincirlenmiş tefekkürün (düşüncenin) esaretinden kurtararak hür ve modern düşünce sahasına eriştirdi.” Bu da aynı gün yani 11 Kasım 1938 tarihli gazetelerin yazılarından bir alıntı.

Tarihe tanıklık eden gazetelerin bu sayfalarına ben de İstanbul Üniversitesi’nin Gazeteden Tarihe Bakış Projesi adlı çalışması sayesinde ulaştım. Siz de 1930’lu hatta 1940’lı yılların gazetelerine bu başlıkla internette aratarak ulaşabilirsiniz. Düşünsenize, tarihi gazete belgeleri parmaklarınızın ucunda. Araştırmacı ve yazarlar için ne büyük bir kaynak. Ben de mezunu olduğum İstanbul Üniversitesi ile bir kez daha gurur duydum. Mezun olurken, elimizde diploma, bu üniversitede edindiğim bilimsel bilgileri Atatürk ilke ve inkılapları ışığında kullanacağımıza dair yemin etmiştik. Bu yeminden bir santim bile eksen kayması yaşamadan hayatımı sürdürdüğüm için de ayrıca gururluyum. Zaten bizler yani Cağaloğlu Anadolu Lisesi mezunları olarak – halen de görüşürüz. Daha ortaokuldan itibaren Atatürk’e saygılı ve aynı zamanda gerçek İslam’a bağlı nesiller olarak büyüdük. O günlerden bugüne, Atatürkçülüğü ve İslam’ı birbirine zıt düşüncelermiş gibi lanse edenleri aramıza almadık, almayız da…

Yazımın başlığından da anlayacağınız üzere Zaferin Rengi filmini izleme şansım oldu geçtiğimiz hafta. Bir kere, Galatasaraylı, Beşiktaşlı ve diğer takımın taraftarlarının içi rahat olsun. Bu sadece bir futbol takımı filmi değil, Kurtuluş Savaşı filmi. Gönül rahatlığıyla bu filmi izleyebilirler. Filmin başrol oyuncularından Nejat İşler, O da bizim lisenin mezunlarından. Bir sahne sırasında tarih tekerrürden ibaretmiş dedim.

Atatürk’ü canlandıran Yiğit Özşener’i izleyince tüylerim diken diken oldu. Belki Atatürk’e daha çok benzeyen başka oyuncular olmuştur. Ama bu kadar gerçekçi canlandıran başka oyuncu görmedim. Kendisini ayrıca tebrik ederim. Kubilay Aka’nın oyunculuğu da muhteşem. Yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu Zaferin Rengi, 1919 yılında İstanbul’u işgal eden düşman kuvvetlerine karşı örgütlenen insanların Anadolu’da başlattıkları direnişi, Cumhuriyet tarihinin en önemli spor başarılarından olan General Harrington Kupası efsanesinin etrafında anlatıyor. 1918 – 1923 yılları arasında yaşanmış gerçek olaylara dayanarak hazırlanan bu filmle ilgili daha fazla tüyo vermeyeyim. Gerisini siz sinemaya giderek izleyin.

Haftaya “Yüzyılın Yüzleri” konserleri kapsamında düzenlenen ve Sadettin Kaynak’ın unutulmaz eserlerinin seslendirildiği konserin detaylarını anlatacağım sizlere… Haftaya yine bir başka Cumartesi gününde Önce Vatan Gazetesi’nde yazılarımla buluşmak dileğiyle… Sevgiyle kalın…