YİNE ZUHUR-U MEHDÎ VE NÜZÛLÜ İSA MES’ELESİ: 
Osmanlı Medrese’lerinde okutulan, mu’teber İlm-i Kelâm kitap’larından, Ebû Hafs Ömer İbn-i Nesefî’nin metni üzerine, Allâme-i Teftezânî’nin şerhi ve onun üzerine Ramazan Efendi’nin Şerh’inde, Eşrât-ı Sâat hakkında şu bilgiler verilmektedir;
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in verdiği habere göre, Eşrât-ı Sâ’a, kıyamet alâmet’leri şunlardır: 
Deccâl’in çıkması, Dâbbetü’l-Arz, ye’cüc-ü me’cüc, Nüzûl-ü İsa, güneşin mağrib’den doğması... 
Allâme-i Teftezânî, yukarıda sayılan alâmet’lerin mümkün olduğunu, zira Muhbir-i Sâdık olan Resûlüllah’ın haber verdiğini kaydeder ve şu Hadis-i Şerife de yer verir. 
Huzeyfe İbn-i Üseyd el-Gıffâri, “Biz bir mes’eleyi müzâkere ediyorken birden Resûlüllah çıkageldi. 
- “Sizler hangi mes’eleyi müzakere ediyorsunuz?” buyurdu. 
- “Biz, kıyameti müzâkere ediyorduk,” dedik de, bunun üzerine, Resûlü Zîşân Efendimiz: 
- “Kıyâmetten önce sizler on alâmeti görmeden, kıyâmet kopmayacaktır. Haz.Peygamber, duhan’ı (dumanı), dâbbetü’l-Arz, güneşin batıdan doğması, Meryem oğlu İsa’nın gökten inmesi, ye’cüc ve me’cücü, yeryüzünün üç yerde, maşrık’da, mağrib’de ve cezîretü’l-Arap’ta batması, bundan sonra da Yemen’den bir ateş’in çıkması ve bütün insanları toplanacakları yere (Mahşer’e) sürmesini zikretti.” diyor.
Ramazan Efendi, “Kıyâmet alâmet’leri hakkında varid olan sahih hadis sayısı pek çoktur. Kıyâmet alâmetlerinin tafsilatını ve keyfiyyetini bildiren bu hadisler, siyer, tefsir ve tarih kitaplarında mevcuttur.” der.
Doğrudur, kıyâmet alâmetleriyle alakalı hadisler, Haber-i Vâhid de olsalar, sıhhatlerinde şüphe yoktur. Ancak, bunların hiçbirisi sarih değildir, müteşâbihattandır, ciddî te’vil ve yorumlara ihtiyaç vardır. 
Asr-ı Sâadet’den beridir de bu yorumlar ve te’viller yapılmaktadır. Ancak yapılan yorumlar ve te’viller de yeni yorumlara ve te’villere muhtaç’tır. 
Kütüb-ü Sitte’den, “Sahîhayn” olarak vasıflandırılan, ilk iki sahîh Hadis Külliyatı, kıyâmet alâmet’lerinden ba’zılarına, meselâ, deccâl’e, dâbbe’ye, ye’cüc ve me’cüc’e, ateşe, Fiten Bahsinde ayrı ayrı yer verdiği halde, Mehdî’nin çıkışına ve Nüzûl-ü İsa’ya yer vermemiştir. 
Mehdî’nin zuhuruna ait, Tirmizî ve Ebû Davud rivayetlerini naklederken râvî’lerin mu’temed olmadığı da, cerh ve ta’dil âlimlerince belirtilmiştir. 
Buhârî ve Müslim Fiten bahislerinde ve Nevevî, âhir zamanda deccâl adı verilen ilginç bir insan ortaya çıkacak, hâşâ ulûhiyet sıfatlarına benzer husûsiyetlere sahip olup, ilahlık iddia edecek ve çok büyük bir fitne kopararak insanları hak yoldan saptıracaktır. 
Deccâl’in ardından, ehl-i Sünnete göre asıl adı, Muhammed bin Abdullah, Şiî’lere göre ise, Muhammed bin Hasan olan ve ehl-i Beyt soyundan gelen mehdî zuhur ederek deccâli öldürdükten sonra İslâm dinini kısa bir müddet zarfında yayıp yeryüzünde hâkim kılacak ve bütün kötülükleri ortadan kaldırıp adaleti tam ma’nasıyla hâkim kılacaktır. 
Mehdî’nin zuhurunun ardından Haz.İsa, adil bir hakem ve idareci olarak gökten inecek haçı kırıp domuzu öldürecek, vergiler koyup zenginlik sağlayacak ve mehdî’nin arkasında namaz kılıp ona yardım edecek... Aynı dönemde, ortaya çıkacak ve yeryüzünü fesada boğacak ye’cüc ve me’cüc Haz.İsa’nın du’a’sıyla Allah tarafından bir anda yok edilecektir. 
- “Onlar, ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbi’nin gelmesini yahut Rabbi’nin ba’zı alâmet’lerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbi’nin ba’zı alâmet’leri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki, bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!” (En’am 6/158) 
(Allah Teâlâ bu âyette inkarcıların kendilerine, görebilecekleri bir melek veya Allah bizzat gelmedikçe ya da Peygamber’in haber verdiği kıyâmet gününe dâir ba’zı alâmetler görülmedikçe inanmayacaklarını, ama böyle bir alâmet geldiği günde de onların imanlarının kabul edilmeyeceğini bildirmektedir. Bu alâmetler de, hadislerde, bir dumanın zuhuru, yer hayvanının çıkması, doğuda, batıda ve Arabistan’da, ba’zı bölgelerin batması, Deccâl’in çıkması, güneşin batıdan doğması, Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıkması ve Aden tarafından bir ateşin zuhuru gibi vakıa’lar olarak bildirilmiştir.) 
Kıyâmet alâmet’lerinden olan Deccâl ve Mehdî’ye izafe edilen, Deccâl için, ulûhiyet sıfatlarına sahip hârikulâde bir insan, yorumu abartılı bulunuyor, olsa olsa, kötülüğü temsil eden bir kişidir,” diye yorumlanıyor. Diğer taraftan, âhir zamanda zuhur edecek Mehdî’nin bütün insanların birden hidayete ermesini sağlayacak bir güce sahip kılınması, bütün Peygamber’lerin bile tabi olduğu Sünnetullahı ortadan kaldıran bir yorumdur. 
Bir başka i’tiraz da, 
- “Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbi’min katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki, onun bilgisi ancak Allah’ın katındadır, ama insanların çoğu bilmezler.” (A’raf 7/187)... 
- Bu âyet-i Kerime ve benzeri âyet-i Kerime’lere göre, kıyâmet füce’ten-ansızın geleceğine göre, Mehdî’nin ve Haz.İsa’nın kıyamet âlameti olarak kırk yıl hüküm süreceğini nasıl izah edeceğiz? 
- Şimdi, bu zemin’de, yoğun olarak yorumcuların tartıştığı asıl konuya dönecek olursak, şu hususları ortaya koymak durumundayız. “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’lar”, serisi’nin 16. ve 17. Bölümün buraya kadar olan kısmı, bir nev’i, uzunca bir dibâcedir. 
Bu zeminde tartışmacılara cevap teşkil eden asıl bölüm bundan sonraki bölümdür. 
Haber-i Vâhid ile de rivâyet edilmiş bile olsa, meşhûr derecesindeki hadisler’de haber verilen, âhir zaman Mehdisi ve bu Mehdî zamanında gökten inecek ve Mehdî’nin arkasında namaz kılacak olan, Haz.İsa mes’elesi en fazla tasavvuf dünyamızı ilgilendirmiştir. 
Ehl-i Tasavvuf, grup ve câmia’lar, kendi mürşid’lerini âhirzaman mehdisi, ondan sonra gelen zatı da Haz.İsa olarak kabul etmiştir. 
Bu gruplardan kasdım, tabi’î ki, teselsülü kopmuş, Nisbet-i Sahîhası olmayan gruplardır. 
Nüzûl-ü İsa, mese’lesinde, bir zamanlar, Müslümanlar da Hıristiyanlar da ifrat’a düşmüşlerdir. 
Müslümanlar, Haz. İsa’nın, Şam’da, Emeviyye Cami’i’nin beyaz minaresine ineceğini iddia ederek, uzun yıllar bu minare’nin dibinde tımar edilmiş ve eyerlenmiş beyaz bir at bekletilmiştir. 
Hıristiyanlar ise, hâlen, Haz.İsa Mesih’in, ABD’de, Pensilivanya Eyâletindeki bir Katedral’e ineceğine inanmakta, her gün, bu Katedral temizlenmekte, buhurdanlıklarla kokutulmakta, Kardinal, papaz, rahip ve râhibeler yepyeni dinî kıyafetlerini giyerek, Katedral’in çan kulesinden Haz.İsa’nın inişini beklemektedirler. 
Ehl-i Tasavvuf da, oldukları iddiasındaki, cemaatler ve câmia’lar arasında kimi meczublar vardır. Bunlar zaman zaman, tasavvuf’un inceliğine, bırakınız, tasavvuf’un inceliklerini, Şer’i Şerif’e açıkça muhâlif şeyler söyleyebilirler. 
Nitekim, Fethullah Gülen’in çok yakını olduğu iddiasındaki bir kişi, “Zavallı Amerikalı’lar, beyhûde, Pensilivanya’daki Katedral’de Haz. İsa’nın inmesini bekliyorlar. Halbuki, Haz.İsa, onların bekledikleri yerden 500 km. mesâfeye çoktan inmiş burada hüküm sürüyor da onların haberi yok,” demiştir. 
Bu zeminde tartışmacıların asıl tartıştıkları, bizim camia’mızdan, iki meczubun, cennetmekân, Merhûm Beyağabeyimiz, Kemal Kacar Ağabey’in “Tevâkuş” dedikleri iki zat, yurdumuzun ba’zı bölgelerindeki husûsî sohbet’lerinde, “Devrin Pek Muhterem Büyüğü’nden bahisle, Haz.İsa olabileceğini söylemişler.” 1970’li yılların ortalarıydı, fırsatı ganimet bilen ba’zı kötü niyetli’ler, konuyu istismar ederek, Pek Muhterem Büyüğümüz hakkında kullanmaya çalıştılar. Ankara’da ve daha başka ba’zı yerlerde bu maksad’la toplantılar bile tertip etmişler. Bir tesâdüf eseri, bu kabil toplantılardan birisinde bendeniz de bulundum. Bütün konuşmacıları dinledikten sonra, “Kardeşlerim! Sizler, nelerden bahsediyorsunuz? Demek ki, sizden hiçbiriniz, Pek Muhterem Büyüğümüz, Beyağabey’imizi hiç tanımamışsınız. Eğer, kendilerini biraz tanımış olsaydınız, kendisinin Şer’i Şerif’e ne kadar bağlı olduğunu, Kur’ân-ı Kerim’e taban taban zıt, böylesine bir iddiaya asla izin vermeyeceğini bilirdiniz. Kardeşlerim, Kur’ân-ı Kerim’de, Haz.İsa’nın, Haz.Meryem’den, Allah’ın kudretiyle babasız doğduğu kesin olarak beyan buyrulmuştur. Halbuki, Muhterem Büyüğümüzün annesi de babası da mevcuttur. Muhterem Merhûm babaları, İstanbul’un en mu’teber sanayici’lerinden, Eskişehir’li, Halil Kacar Bey, Muhtereme Vâlideleri Zehra Hanım’dır. 
Aralarından ba’zıları, “kendisiyle görüşemiyoruz ki, yakından tanıma fırsatımız olsun,” gibi şeyler söyledi.
Bendeniz de, “Ben bu akşam i’tibariyle İstanbul’a dönüyorum. İçinizden her kim, kendileriyle görüşmek istiyorsa, -kendilerinin İstanbul’da bulunması şartıyla- yarın öğleden sonra buluşturmaya söz veriyorum,” dedim. Tabi’î ki, derin bir sessizlik! Sükût! Sükût!..
Ben İstanbul’a döndüm, Sultanahmed’de işimin başındayım. Ankara’daki toplantı ve burada yapılan konuşmalar bir şekilde Muhterem Büyüğümüze aynen nakledilmiş, gerekli tertipler alınmış, yukarıda bahsedilen meczuplar, “Tevâkuş”lar, her nev’i sohbetten men’edilmişler bu hususta Türkiye çapında ve dış ülkelerdeki ilgili yerlere gerekli ta’mim gönderilmiş... 
- Telefonumun diğer ucunda, Pek Muhterem Hüseyin Kumaş Ağabey, “Hocam! Muhterem Büyüğümüz tarafından, bahsedilen iki kişi, yurtlarda-kurs’larda, sohbet etmekten külliyen ve ebediyyen men’edilmişlerdir. Büyüğümüz bu husus’un tarafınıza bildirilmesini bendenize emretmişlerdir. Bilginiz olsun,” dedi. Karşılıklı birbirimize teşekkür edip, iyi temennî’lerle telefonu kapattık... 
Kısaca, bu zemin’de yoğun bir şekilde tartışılan bu mes’ele’nin aslı kısaca budur. Artık bundan sonra hiçbir kimse bu mes’eleyi istismar ederek nezîh bir câmia’yı en azından zan altına almamalıdır.