Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. ABDULLAH İNCİ ile TÜRKİYE'DE HAYVANCILIĞIN GELDİĞİ SON NOKTA VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Hakkında Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Hocam, Türkiye’de hayvancılığın durumu hakkında genel bir değerlendirme yapar mısınız?
Prof. Dr. Abdullah İnci: Her konuda olduğu gibi, bir sektörde gelinen son noktayı gösterebilmek için elbette o alanın başlangıç noktasının da iyi bilinmiş olması gerekir. Buradan hareketle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Kurucu ve Çağdaş Türk Toplumunun oluşumunu sağlayan iradenin Devletin kuruluş dönemlerinde neler yaptığına kısaca bakmak gerekir.
Kurucu irade, Devletin öncülüğünde üretimi teşvik eden, üreticiye özellikle hayvan ıslahı konusunda örnek olan, üreticinin ihtiyacı olan nitelikli ve sağlıklı damızlıkları yurtiçi dinamiklerinden karşılayan, üretici çıkarlarını gözeten ve koruyan, sektörlerde ve piyasalarda her türlü istikrarı sağlayan hayvancılıkla ilgili modern üretim, sanayi ve ticarî işletmeleri kurmuş ve geliştirmiştir.
Çetinoğlu: Hangileri, isim verilebilir mi?
İnci: 1938'de kurulan Gazi Orman Çiftliği, 1950'de faaliyete geçirilen Devlet Üretme Çiftlikleri, 1953 yılında hayata geçirilen Et ve Balık Kurumu (EBK), 1955'te kurulan Yapağı ve Tiftik Anonim Şirketi, 1956’da faaliyete geçen Türk Yem Sanayi Anonim Şirketi, 1965'de kurulan Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) sözünü etiğim işletmelerin belli başlılarıdır. Bunlar hayvancılığın ana taşıyıcıları olan, ona hayat veren ve gelişmesini sağlayan stratejik Kamu İktisadî Kuruluşlarıdır. EBK, sadece piyasada et fiyatlarının regüle edilmesinden sorumlu değildi. Bu görevinin yanında ülke çapında hayvan sağlığının kontrolünde de görev ifa ediyordu.
Bu kurumlar, 1961 yılında kurulan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)'nın 1963 yılından itibaren başlatmış olduğu 5 er yıllık Planlı Kalkınma Dönemlerinde de çok önemli katkılar sağlamışlar ve kalkınmanın istikrar içerisinde yürütülmesine hizmet etmişlerdir.
Ancak Türkiye’de 12 Eylül 1980 askerî darbesi sonucu kurulan örfî idare hükümetinin istikrar programı ile yeni bir döneme girilmiştir.
Girilen bu yeni dönem, hayvancılık sektöründe çok belirgin bir gerilemenin de başlangıcı olmuştur. Takiben 1937 ve 1983 yılları arasında Tarım Bakanlığı tarafından uygulanan tarım ve hayvancılık hizmetlerini sektörel olarak düzenleyen Vazife ve Teşkilat Kanunu, örfi idare hükümeti tarafından kaldırılmış ve reorganizasyon adı altında yeni bir yapılanma ortaya konulmuştur. Bu yeni yapılanmanın kırsal alana yönelik hizmetleri fonksiyonellik anlayışıyla sunulmağa çalışılmıştır. Bütün bu şekil değişikliklerinin üstüne 2003'ten sonra sözleşmeli personel istihdamı ile kamuya alınan Veteriner Hekimler, hayvancılık işletmelerinin bir bir kapandığı köylerde görevlendirilmişler ve köy muhtarının insafına ve onun emrinde çalışmak mecburiyetinde bırakılmışlardır.
Çetinoğlu: Düzenlemenin sonuca yansıması nasıl oldu?
İnci: Bu anlayış, işletme ve sektörler arasındaki farklılıkları dikkate almadığından ilerleyen dönemlerde başarısız olmuştur. Ancak başarısızlıklar her defasında görmezlikten gelinmiş ve problemlerin zaman içerisinde kat be kat büyümesine yol açılmıştır. Problemleri çözmeyen ve yanlış anlayıştaki inat, özellikle günümüzde de hayvancılığın ve tarımın sonunu getirmiştir.
Diğer yandan, dünyada gelişen küreselleşme dalgası Türkiye'yi de etkilemiş ve küresel ekonomi anlayışı ile 1990 da başlatılan özelleştirme çalışmaları kapsamında hayvancılığın başlıca taşıyıcıları ve üretimin lokomotifi, aynı zamanda çok önemli sosyo-ekonomik denge ve istikrar unsurları olan, EBK, SEK ve Yem Sanayi A.Ş. gibi KİT'ler özelleştirme kapsamına alınmıştır. Bunlardan SEK ve Yem Sanayi tamamen, EBK ise kısmen özelleştirilmiştir. Yapağı ve Tiftik Anonim Şirketi ise işlemez hale getirilmiştir. Hayvancılık sektörü için kritik öneme sahip bu kurumların devre dışı kalmaları sonucu Devletin elinde hayvancılık sektörüne müdahale edecek kurumu kalmadığından üretici, ‘serbest piyasa’ da denilen karaborsanın insafsız çarkına teslim edilmiştir. Öte yandan Devlet Üretme
Çiftlikleri fonksiyonel olmaktan uzaklaştırılmış ve üreticilerin yurtiçinden üstün ırk özelliklerine sahip, her türlü hastalıktan ari ve sertifikalı damızlık düve ihtiyacını karşılama potansiyeli yok edilmiş ve böylece üretici ithalata mahkûm bırakılmıştır.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim Hocam. Günümüzdeki durumu da hayvancılığın belli başlı dalları itibâriyle mercek altına alabilir miyiz?
 İnci: Ben de oraya geliyordum zâten. Sığırcılıktan başlayalım:
Türkiye'de 1928 yılında 6.934.000 baş olan sığır sayısındaki artış 1980 yılına kadar devam etmiş ve 15.894.000’a ulaşmıştır. Türkiye bu sığır varlığı ile Dünya'da 15. Sıraya yükselmiştir. Ancak bu sayı, Türkiye için milat kabul edilen 1980 sonrasında belirgin bir şekilde düşmeğe başlamış ve sığır sayısı 10.860.000’e düşmüştür. Türkiye bu haliyle, sığır mevcudiyeti bakımından Dünya'da 25. sıraya gerilemiştir.
Çetinoğlu: Sığır sayısındaki azalma, et ve süt verimi nasıl etkiledi?
İnci: Bir miktar genetik iyileştirme sağlandı. Birim inek başına süt verimleri 1939'da 513 kg/yıl'dan 2009'da 2.802 kg/yıl'a yükselmiş; aynı dönemde yıllık toplam süt üretimi de 1939'da 1.300.000 tondan 2009da 11.500.000 milyon tona yükselmiştir. Ancak inek başına yıllık süt verimliliğinin Amerika Birleşik Devletlerinde 9.331 kg/yıl, Avrupa Birliğinde 6.157 kg/yıl ve dünya ortalamasının ise 2.091 kg/yıl olduğunu unutmamak gerekir. Diğer yandan, Türkiye’de sığır başına karkas ağırlığı 216 kg ile (dünya ortalaması 211 kg) civarında iken bu oran, AB'de 278 kg, ABD'de 355 kilodur. Bu karşılaştırmada da görüleceği gibi, Türkiye'nin sığırcılığı kendi içinde bir verimlilik artışı göstermiş gibi görünse de aslında gelişmiş ülkelerin oldukça altındadır.
Türkiye'de 1960'da 27.700.000 olan nüfus 1980'de 50 milyona, adrese dayalı son sayımda ise 73.000.000 olmuştur. Son yıllarda turizm sezonundaki 20.000.000’u aşan turist sayısı da dikkate alınacak olursa Türkiye'nin üretilen hayvansal üretimden beslenen aktif nüfusu yaklaşık 80 milyon/yıl civarındadır. Türkiye'de 1960-2008 yılları arasında nüfus % 170 artmış buna karşılık aynı dönemde toplam kırmızı et üretimi % 70; toplam süt üretimi ise % 88 artarak nüfus artış hızının çok altında kalmışlardır. Dolayısıyla 1960'da kişi başına düşen kırmızı et üretimi 14,6 kg, süt üretimi de 234 kg iken bu oranlar 2008'de sırasıyla 9,8 ve 173 kiloya düşmüştür. Diğer bir ifadeyle Türkiye'de kişi başına düşen kırmızı et ve süt bakımından 1960’1ı yıllarda yaşayan insanların daha iyi beslendiği söylenebilir.
Çetinoğlu: Verim arttı diye sığır sayısında azaltmaya gidilmiş olamaz değil mi?
İnci: Azalışın muhtelif sebepleri vardır. Ancak en önemli sebebi; yetiştiricilerin başta mera, barınak, yem, kredi ve hastalıklarla mücadele ve sigorta gideri gibi yüksek girdi maliyetleri, teşkilatsız üretim ve pazarlama yapısı sebebiyle piyasada oluşan veya kârlılığa imkân vermeyen ürün fiyatları yüzünden üretimden uzaklaşmaları ve üstün verimli damızlıklar ve sağılanlar dâhil bütün sığır varlığını kesim için mezbahaya sevk etmek mecburiyetinde kalma gerçeğidir.
Çetinoğlu: Bu akıl tutulmasının sebebi ne ola ki?
İnci: Üreticinin çığlıklarını yetkililere bir türlü duyuramaması veya politik iradenin bunlara kasıtlı olarak duyarsız kalması sonucu alınması gereken önlemler zamanında alınmamış ve verilmesi gerekli destekleri zamanında verilmemiş ve bu acı gerçek yaşanmıştır. Kısaca bu acı gerçeğin esas sorumlusu, ilmî olmaktan uzak ve yanlış projeleri doğruymuş gibi hayata geçiren hükümet politikalarıdır. Bunun yanında halkımızın selektif beslenmesi kırmızı et tüketiminde koyun ve keçi eti yerine sığır etini tercih etmesine ilave son yıllarda özellikle Kurban Bayramlarında, kurbanda olması gereken özellikler dikkate alınmaksızın, kurban yaşı tutuyor-tutmuyor, erkek-dişi, gebe-gebe olmayan ayrımlarına özen gösterilmeksizin yapılan kesimler sonucu damızlık hayvan stokumuz ileri derecede azalmış ve hatta tehlike sınırının altına bile inmiştir.
Çetinoğlu: Manda yetiştiriciliğinde durum nasıl Hocam?
İnci: Türkiye’de manda yetiştiriciliği hemen hemen tamamıyla terk edilmiş denilebilir. Manda, Türkiye'de neredeyse biyolojik varlık olarak yok olma sınırına gelmiştir ki, bu çok vahim bir durumdur. Türkiye, 1980'de 1.040.000 baş manda varlığı ile Dünyada 11. sırada iken, 2009 yılı verilerine göre bu sayı 86.297 başa düşmüş ve Türkiye dünya sıralamasında 22.'liğe gerilemiştir. Türkiye 1980-2009 arası dönemde dünyada manda sayısında azalmanın 953.703 baş ile en fazla olduğu ikinci ülke olmuştur.
Çetinoğlu: Koyun ve keçicilik yetiştiriciliğinde nasılız?
İnci: Türkiye'nin hayvan varlığının diğer önemli unsurları olan koyun ve keçi sayısında da sığır sayısındaki gerilemelere paralel olarak düşüşler olmuştur. Koyun varlığı 1928'te 13.600.000’dan 1982de ise yaklaşık 50.000.000 başa kadar artmış ve dünyada koyun varlığı bakımından 5. sıraya yükselmiştir. Sığır sayısında olduğu gibi koyun sayısında da bu tarihten sonra gerileme sürecine girmiş, 2009 yılı kayıtlarında 23.974.591 baş olarak yer almış ve Türkiye dünya sıralamasında 12’nciliğe gerilemiştir. Türkiye 1980-2009 arası dönemde koyun sayısında azalmanın 22.051.409 baş ile en fazla olduğu 3. ülke olmuştur.
Diğer yandan Türkiye’de 1928'te 12.100.000 olan keçi varlığı 1960'da 24.600.000’a kadar yükselmiş, 1965'te itibaren azalmağa başlamış ve 1980'de Türkiye'nin keçi varlığı 18.800.000’a, 2002'de 6.800.000’a düşmüştür. Bu sayı 2009 yılı verilerine göre 5.500.000’a düşmüştür.
Çetinoğlu: Azalmanın sebebi belli mi?
İnci: Türkiye'de koyun ve keçi sayısındaki azalmanın en önemli sebebi yıllardır acımasızca devam eden mera tahribatıdır. Tarımda makineleşmenin başladığı 1950'li yıllardan itibaren artan hızla ve bir türlü önü alınamayarak devam eden yeni tarım arazisi kazanma çabası sonucunda milyonlarca hektar çayır ve mera alanı yok edilmiş; 1935'te 44.300.000 hektar olan çayır ve mera alanı 2003 verilerine göre 13.400.000 milyon hektara düşmüştür. Geri kalan mera alanlarının da erozyonlarla kalitesi bozulmuş, aşırı, düzensiz, bilinçsiz ve adeta sömürürcesine otlatma sonucu büyük ölçüde verimliği yok olmuştur. Türkiye'nin bazı yörelerinde neredeyse nitelikli 1 metrekare mera alanı kalmamıştır.
Meraların yok edilmesi,  hayvanla ilgili üretimler için çok önemli bir besin kaynağının da yitirilmesidir. Bunun yanında meraların yitirilmesi, geleneksel olmakla birlikte yığın halinde üretimde bulunan ve düşük maliyetli yem girdisi sağlayabilmeleri bakımından verimli olan ekstansif koyunculuk işletmeleri için de bir yıkım olmuştur. İşte koyun varlığındaki azalmanın gerçek sebebi budur. Bunun dışında da muhtelif sebepler vardır. Özellikle köyden şehre izah edilemeyen göç furyası, sürü idaresini yapacak çobanların bulunamayışı, çobanlara toplumda en düşük seviyede insan muamelesi gösterilmesi ve hatta çobanlara evlenebilmeleri için kız verilmemesi gibi sosyal sebepler ile terör bahanesiyle yaylaların boşaltılması gibi nedenler de sayılabilir.
Çetinoğlu: Tavukçuluk hakkında da bilgi lütfeder misiniz?
 İnci: Türkiye'de hayvancılığın iyi organize olduğu ve entelektüel üreticilerin faaliyet gösterdiği alanların başına modern tavukçuluk sektörü gelmektedir. Bu sektör tam entegrasyon konsepti ile faaliyetlerini sürdürmektedir. Türkiye'de küçük, orta ve büyük ölçekli çok sayıda tavukçuluk işletmesi mevcut olup, bunlarda 2008 yılı itibarıyla 234.082.206 besi, 66.500.461 yumurta tavuğu olmak üzere toplam 300.582.412 kümes hayvanı bulunmaktadır. Bu potansiyel ile 2008 yılı verilerine göre Türkiye'de 824.419 ton yumurta, 1.087.680 ton tavuk eti üretilmiştir. Mamafih, geçmişte yaşanan kuş gribi salgını sonucu panik içinde ve yanlış bir uygulama ile Türkiye genelinde halk elinde bulunan bütün kanatlılar imha edilmiştir. Dolayısıyla bu gün halk elinde kümes hayvanı varlığından söz edebilmek maalesef mümkün değildir.
Çetinoğlu: Hayvancılığın bütün sektörlerinde gerilemeler var. Kültür Balıkçılığında iyi olmalıyız…
İnci: Türkiye'nin konumu ve potansiyeli itibariyle deniz ürünleri ve kültür balıkçılığından beklentisi çok yüksek olmalıdır. Ancak, veriler bunu göstermemektedir. Türkiye'de 2008 yılı verilerine göre üretilen balık miktarı 545.597 bin ton/yıl'dır.
Çetinoğlu: Arıcılık nasıl?
İnci: Türkiye'de son yıllarda TEMA vakfının hayata geçirdiği Ana Arı Yetiştirme Projesi kapsamında çok sayıda ana arının yetiştirilmesi sağlanmış ve bu gelişmeye paralel olarak arıcılık sektörü Türkiye'de yıllık % 5 büyüme hızını yakalamıştır. Ülke çapında arıcılar Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği’nin öncülüğünde güçlü bir teşkilatlanma oluşturmuşlardır. Türkiye'de arıcılık, gelecekte de istihdam potansiyeli en yüksek hayvancılık sektörü olarak yerini koruyabilecektir. Türkiye'de 2010 yılı verilerine göre arı kovanı sayısı 5.400.000 adettir. Bu kovan sayısı ile Türkiye
Dünya'da Çin'den sonra 2. sıradadır. Ancak kovan başına verimlilik bakımından aynı başarıyı söylemek maalesef mümkün değildir. Türkiye'nin yıllık bal üretimi 2008 verilerine göre 81.000 tondur. Türkiye, kovan başına bal verimliliği bakımından 17 kg/kovan ile dünya sıralamasında 33. sırada yer almaktadır. Bu çelişkili durum, ‘Kovan başına verilen teşvik desteği’nin yanlış uygulandığını göstermektedir.
Çetinoğlu: Üretimdeki azalmalar, insan sağlığını ve zekâ yapısını da etkiliyordur…
İnci: Ülkeler arası gelişmişlik karşılaştırmasında günlük tüketilen hayvansal protein miktarı, çok önemli bir kıstas olarak kabul edilmektedir. Zira proteinler, hücrelerin yapısına girmesi, hormonların ve enzimlerin yapılarında yer alması sebebiyle canlılık için gerekli en temel bileşiktirler. Öte yandan kan yapımından sorumlu B12 vitaminin başlıca kaynağının kırmızı et olmasının yanında bu vitaminin beyin ve sinir sistemindeki fonksiyonları da unutulmamalıdır.
Sağlıklı ve dengeli beslenme için mutlaka gerekli ve dışarıdan alınması mecburî olan esansiyel aminoasitler ve eksojen yağ asitleri ancak ve ancak hayvanlardan elde edilecek gıdaların yenilmesiyle sağlanabilir. Özellikle çocukların, hastaların ve yaşlıların beslenmesinde hayvanî gıda tüketimine çok özen gösterilmelidir.
Çetinoğlu: Dengeli ve sağlıklı beslenme ile ilgili bilgi lütfetmeniz mümkün mü?
İnci: Dengeli ve sağlıklı beslenen bir insanın günlük tüketmesi gereken hayvansal protein miktarı 35 gramdan az olmamalıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde kişi başı tüketilen hayvanî protein miktarı 75 gram/gün iken bu oran Avrupa Birliği’nde 60 gr/gündür. Ancak maalesef Türkiye'de kişi başına hayvansal protein tüketimi 25,7gr/gün olup kişi başı en az 10 gr/gün protein açığı vardır (hesaplamada nüfus 72.500.000 milyon olarak alınmıştır). Hele hele bu hesaba turist sayısı katılacak olursa bu açık daha da artacaktır. O halde Türkiye'de insanların dengeli ve sağlıklı beslendiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Türkiye'nin nüfusu sabit kalmak şartıyla, mevcut hayvanî üretim 2 katına çıkmış olsa ancak kişi başına günlük protein tüketimi asgarî seviye ulaşabilecektir. Bu durumda Türkiye, mevcut nüfusunu ve turizm potansiyelini dikkate alarak yeniden bir üretim planlamasını yapmak mecburiyetindedir. Bu üretim planlaması yapılırken milletlerarası alanda Türkiye siyasî ve ekonomik açıdan bağımlı hale getirilmemelidir. Böyle bir ihtimal karşısında, millî beslenmemiz güvence altına alınmalı, dışsatımı artıran, yeni desteklemelerle üreticiyi motive eden ve çağdaş gelişmelerin ışığında uygulanabilir olan kararlar alınmalıdır.
Çetinoğlu: Veriler iç açıcı değil. Fakat çaresiz olduğumuz da söylenemez. Konunun uzmanı olarak tavsiyelerinizi ilgililere buradan duyurmak ister misiniz hocam?
İnci: Tavsiyelerimi maddeler hâlinde şöyle sıralayabilirim:
1-Tarım ve Köyişleri Bakanlığı acilen yeniden teşkilatlandırılmalı, görev dağılımı günümüz ihtiyaçlarını karşılamak ve üretim artışını hızlandıracak fonksiyonellikte olmalıdır. Bu noktada özellikle Hayvan Sağlığı, Hayvan Hastalıkları, Hastalıkların Kontrolü, Hastalıklarla Mücadele, Veteriner halk sağlığı, Canlı Hayvan ve Hayvanî Ürünlerin Ticareti, Yem Maddeleri, Zootekni, Gıdalar, Veteriner, Tıbbî ve Biyolojik Ürünler, Gümrük Veteriner Hekimliği yanında Veteriner Hekimlerin Sürekli Eğitimi ve Hayvan refahı gibi konulara azamî özen gösterilmelidir.
2-Gelişmiş ülkelerde örnekleri bulunan İhtisaslaşmış Hayvancılık Kooperatifleri’nin kurulması üreticilerin teşkilatlanmasına yardımcı olabilir.
3-Desteklemeler ekonomik olarak gelişme kabiliyeti olanlardan başlamak üzere işletmeleri en uygun ölçeğe yöneltecek nitelikte olmalı, çok küçük veya marjinal kabul edilebilecek işletmeler devletin sosyal güvencesi altında köylük üretim kesiminden diğer sektörlere kaydırılmalıdır.
4-Yirmibirinci yüz yılda Türkiye'nin köylük kesimde yaşayan nüfusunu ileri seviyede bilgi ile donatmak ve ileri teknolojiyi kullanabilir hale getirmek suretiyle üretim ölçeğinde, Avrupa Birliği ile rekabet edebilen rasyonel bir köy ekonomi yapısı oluşturulabilir. Bu kapsamda Türkiye, sahip olduğu ekonomik kaynaklarını bilim ve akıl yolunda yetişmiş insan gücü ile birleştirmelidir.
5-Türkiye'nin kırmızı et üretimini artırmak ve sığır stokunu korumak için acilen koyun ve keçi sayısında artışa imkân verecek uygulamalara öncelik ve ağırlık verilmelidir. Bu kapsamda çayır ve meraların korunmasına ve verimliliklerinin artırılmasına azami özen gösterilmelidir. Ayrıca koyun/keçi sürülerini idare edecek ve onları merada gece gündüz otlatacak çobanların eğitimine, bilgilendirilmelerine imkân sağlanmak ve en önemlisi devlet tarafından sosyal güvenceye alınmaları mutlaka sağlanmalıdır. Bundan başka çobanların hayat şartları iyileştirilmelidir. Diğer yandan Türkiye'nin yaylalarında terörün insafına terk edilen otlaklar, tekrar çobanların sürülerini otlattığı alanlar haline getirilmelidir.
6-Sığır sayısını 20.000.000’a çıkarmak, et veriminde karkas ağırlığı ve süt veriminde AB ortalamasını yakalamak çağdaş Türk toplumunun sağlıklı ve dengeli beslenmesi için gereklidir. Bu seviyeye ulaşabilmek için mevcut bütün kaynaklar ilmî ve akılcı şekilde kullanılmalıdır.
7-Mevcut sığır varlığımız, ilmî ve ileri teknolojik yöntemler kullanılarak verimlilik kabiliyeti bakımından en üst seviyeye ulaştırılmalıdır.
8-Sığırcılıkta girdi maliyetleri olabildiğince düşürülmelidir. Bu kapsamda hayvan bakıcıları çobanlar için önerildiği gibi devletin sosyal güvenlik kapsamına alınmalı ve giderleri devlet tarafından karşılanmalıdır.
9-Devlet, kaliteli kaba ve konsantre yem üretimini teşvik etmeli ve alanda yem üreticisi pazar problemi yaşamamalıdır.
10-Kredi finansman akışı süreklilik göstermeli, üreticinin dayanma ve rekabet gücünü her zaman yüksek olmasını sağlamalıdır.
11-İlmî ve entansif üretime uygun barınakların ve teknolojik ünitelerin ve hatta tam otomasyona geçmiş sığırcılık ünitelerinin yapılandırılması özellikle teşvik edilmelidir. Zira bu tip işletmelere AB ülkeleri ile rekabette şiddetle ihtiyaç vardır.
12-Et ve süt üreticisi pazara dair asla bir problem yaşamamalı ve böyle bir problem yaşamayacağından da emin olmalıdır. Avrupa Birliği'nde olduğu gibi müdahale ve hedef fiyatına benzer bir sistem geliştirilerek hem üreticinin zarar etmesi hem de tüketicinin yüksek fiyata hayvanî ürün tüketmesi engellenmelidir.
13-Hayvancılığa dayalı sanayi sektörü de hayvanî üretimdeki gelişmeler paralelinde özel koruma ve destek altına alınmalıdır.
14-Türkiye'de sığırlarda görülen ve büyük ekonomik kayıplara yol açan ve çoğu zoonotik karakterli infeksiyöz hastalıklar sürekli monitorize edilmelidir. Bu kapsamda ilmî araştırmalara ve sıkı kontrollere ihtiyaç vardır. Gerekli kontrol metotları ve aşı uygulamaları devlet tarafından zamanında ve eksiksiz yapılmalıdır.
15-Gelecek yıllarda özellikle kurban bayramlarında sığır yerine koyun veya keçi kesilmesi, yavru verme kabiliyeti olan dişilerin ve karkas ağırlığın altındaki erkeklerin asla kesilmemesi hararetle tavsiye edilmeli ve bu alanda mutlaka bir mesafe kazanılmalıdır.
16-Bütün bunları yaparken ülkeyi yönetenler asla ithalat sözcüğünü kullanmamalıdırlar. Ayrıca, sınırlardan ülkeye illegal hayvan girişlerine asla izin verilmemelidir.
17-Ülke içinde hayvan hareketleri, ilgili mevzuatlar çerçevesinde disiplinli bir şekilde yapılmalıdır.
18-Ülkedeki mevcut sığır kayıt sistemi, revize edilerek veya daha uygun programlar temin edilerek elektronik ortamda sağlıklı ve güvenilir bilgi akışı sağlanmalıdır. Bunun için Tarım ve Köyişleri Bakanlığında her ili eş zamanlı gösterebilen monitörlerin bulunduğu bir bilgi izleme merkezi kurulmalıdır.
19-Sığır kulak numaraları bir hayvana sadece doğduğunda takılmalı ve o hayvan kesildiğinde de kayıttan düşülmeli ve bir başka hayvana asla takılmamalıdır. Kurulacak bilgisayar sistemi bu tür yanlış veya kötü niyetli uygulamalara izin vermemelidir.
20-Manda yetiştiriciliği gözden geçirilmeli ve yeni bir planlama ve teşvik programı ile tekrar canlandırılmalıdır (Mesela İtalya’da olduğu gibi). Manda sütünün bileşimi de % 9,5'lik yağ miktarı ile inek sütü ile karıştırılarak istenilen konsantrasyonda süt kompozisyonun elde edilmesi mümkündür.
21-Kanatlı sektöründe girdi maliyetlerinin düşürülmesi için mümkün olan her türlü Devlet desteği sağlanmalıdır. Zira bu sektör hali hazırda ülkemizde mevcut olan hayvansal protein ihtiyacının karşılandığı en temel alandır. Dolayısıyla sektörün yaşatılması ve milletlerarası ticaretteki rekabet gücü artırılmalıdır.
22-Balıkçılık sektöründe tatlı su ve deniz suyunda yapılan kültür balıkçılığına devlet, girdi maliyetini azaltacak her türlü desteği vermeli ve milletlerarası rekabet gücü artırılmalıdır. Bu alanda çalışan işçilerin sosyal güvenlik giderlerini devlet karşılayabilir. Zira bu sektör de hayvanî protein üretimini artırmak için oldukça yüksek potansiyele sahiptir.
23-Arıcılık sektörü Türkiye'nin son yıllarda öne çıktığı bir sektör olup büyük gelecek vaat etmektedir. Ancak 2006 yılından bu yana bütün dünyada görülen ‘kaybolma hastalığı’ arıcıları korkutmaktadır. Arı hastalıklarının araştırılması ve kontrolüne yönelik projelerle arıcılara destek verilmedir. Ayrıca endemik arıcılık teşvik edilmelidir.
24-Yukarıda ana hatları ile verilmeğe çalışılan konuları, bu alanlarda iyi yetişmiş ve sahayı da çok iyi bilen bilim insanlarının hazırlayacakları ve sorumluluğunu üstlenecekleri projelerle gerçekleştirmek mümkündür.

Prof. Dr. ABDULLAH İNCİ
Çankırı ili Kurşunlu ilçesi İğdir Köyü'nde 1962 yılında doğdu. İlkokulu doğduğu köyde, Orta ve lise tahsilini Kurşunlu Lisesi’nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi'nden 1985'de mezun oldu. Aynı fakültenin Parazitoloji Anabilim Dalına 1986'da asistan olarak tâyin edildi.. 1991'de doktor, 1997'de doçent ve 2002'de de profesör oldu.

Halen Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi  Parazitoloji Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.