Tarihçi – Yazar ERTUĞRUL SERTBAŞ ile ATATÜRK’e Muhalefet Edenler ve ATATÜRK Aleyhtarları Hakkında Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk için yazılmış binlerce kitap, yüz binlerce makale, yayınlanmış inceleme, araştırma çalışmaları, tezler, konferans ve bilgi şöleni metinleri varken, O’nunla alakalı her şey, en ince teferruatına kadar anlatılmışken siz yeni bir ruh ve heyecanla Atatürk hakkında kitap yazdınız. Takdire ve tebrike şayan bir hareket… Kitabı basan Bilgeoğuz Yayınevi için de aynı şeyleri söylemek mümkün. Üstelik kitabınız, Atatürk aleyhine estirilen rüzgârların hissedilir ölçüde artırıldığı bir dönemde yazılıp yayınlandı.

Kitabınızı hangi düşüncelerle yazdınız, son dönemlerdeki Atatürk aleyhtarlığı çabalarına duyduğunuz tepki ile mi işe koyuldunuz, başka sebepler mi var? Anlatır mısınız?

Ertuğrul Sertbaş: Şurası bir gerçek ki, Mustafa Kemal Atatürk; hakkında binlerce kitap yazılan lehinde ve aleyhinde yüz binlerce söz söylenen nâdir insanlardan biridir. Mustafa Kemal'i ve O’nunla vücut bulan ‘Türk İnkılâbını’ anlatmak çok kolay ve basit bir iş değildir. Ne derece başarabildiğimi okuyucularıma bırakıyorum. Kitabı yazarken ana düşüncem bugüne kadar kalıplaşmış olan Atatürk'ü anlatım klişesinin dışına çıkmaktı. Elbette ki son yıllarda Atatürk'e saldırılara bir nebze de olsa cevap verme düşüncesi de önemli bir etkendir. Roman kahramanlarından ‘millî efsâne’ yaratılmaya çalışılan bir dünyada ‘Atatürk’ gibi bir dehâya sâhip olmak, bu millete Allah'ın bir lûtfudur. Kıymetini bilmek, işâret ettiği hedefleri anlamak ve yerine getirmek bu topraklarda yaşayan her ferdin görevidir.

Çetinoğlu: Günümüzdeki Atatürk aleyhtarlığının 1922-1923 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde oluşturulan ‘İkinci Grup’ hareketinin uzantısı olarak değerlendirmek mümkün mü?

Sertbaş: 1922-1923 yıllarının TBMM’ndeki ‘İkinci Grup’ hareketini fazla abartmamak gerekir. Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in önderliğindeki bir grup milletvekili, Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsına değil, bâzı uygulamalarına karşı çıkıyordu. Mesela Mustafa Kemal Paşa, inkılâpları yapan kişilerin, inkılâplar tam mânâsıyla yerleşip benimsenmesine kadar duruma hâkim olması gerektiğine inanıyordu. İkinci grup mensupları ise yapılacak her şeye birlikte karar verilmesinden yana idiler. 

O dönemdeki anlaşmazlıkları günümüze taşıyıp ‘tarihten husûmet çıkarmak’ kimseye fayda sağlamaz. Kaldı ki her târihî hâdise, yaşandığı günün şartları içerisinde değerlendirilmelidir. Kabul etmek gerekir ki o günün demokrasi anlayışı ile bu günün demokrasi anlayışı arasında farklar vardır. 

Meselenin bir başka yönü daha var: Cumhuriyet idâresi bir bakıma, -başlangıçta aksi yönde beyanlarda bulunulmuş olmasına rağmen- Osmanlı yönetimine karşı yapılmış bir ihtilaldir. Dünya târihinde sıkça görülmüştür. İhtilâli yapanlar bir müddet sonra sen-ben kavgasına düşmüşler, ikinci ihtilâli yapıp, berâber oldukları kişileri devirenler, üçüncü ihtilalle devrilmişlerdir. Ülkede barış ortamı bir türlü sağlanamamıştır. Atatürk’ün hedefi, ülkede barış ve sükûnet ortamını hiçbir sarsıntıyla yıkılamayacak şekilde yerleştirmekti. Ben meseleye böyle bakıyorum.    

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Günümüzde Atatürk aleyhindeki konuşmalarla, yazılanlarla ulaşılmaya çalışılan hedef ne olabilir?

Sertbaş: Günümüzde Atatürk aleyhinde yapılan konuşmaların yazılanların, batıya fazlaca eklemlenmiş olmamıza gösterilen tepkiden kaynaklanmaktadır. Zaman zaman, işbaşında bulunan yönetimler, laiklik adı altında din ile aralarındaki mesâfeyi açma gayreti içerisinde olmuşlardır. 

Bu gayretlerden samîmi Müslümanlar zarar görmüştür.  Günümüzde bu durum giderilmiş olmakla birlikte, günün birinde gelecek bir yönetimin aynı gayretler için çalışacağından endişe edilmektedir. O dönemde yaşayanların söylediklerine-yazdıklarına göre evlerde bulunan Kur’an-ı Kerim ve hadis kitapları, ilmihaller… irticâî belge olarak kabul edilmiş, evinde bulunduranlar nezârete alınmış, sonunda âdil Türk mahkemeleri tarafından suçsuzluğu belirlenerek serbest bırakılmışlardır. 

Eskiden câhil din adamları insanlarımızı yanlışlara yönlendiriyorlardı. Günümüzdeki din adamlarının çoğu iyi yetişmiş aydın görüşlü kişilerdir. Bir takım fanatik grupların varlığına her zaman her ülkede rastlanmaktadır. Milletimiz onları ciddiye almamakta, söylenenleri duyduğunda tebessümle karşılamaktadır.      

Çetinoğlu: Bizler, ‘ölülerinizi hayırla yâdediniz’ emrini ihtiva eden bir kültürün mensuplarıyız. Meseleyi bir de bu açıdan değerlendirir misiniz?

Sertbaş: Ülkemizde anlayarak ve bilerek Atatürkçü olanlar bulunduğu gibi, yaygın bir ifâde ile ‘Atatürkçü geçinenler’ ve ‘Atatürk’ten geçinenler’ de vardır.  

Atatürk'ün çok güzel bir sözü vardır; ‘Eğer ileride benim fikirlerim ilimle ters düşerse ilmin tarafını seçin demiştir.’ Türk Milleti Atatürk'ü hayırla yâdetmek istiyorsa dâima müspet ilimlerin takipçisi olmalıdır.

Çetinoğlu: Atatürk hakkında yazılanlarda, söylenenlerde ‘gıybet’ kavramını andıran bir hava sezinliyor musunuz? 

Sertbaş:Gıybet’ sözlükte; ‘Birinin arkasından kötü söz söylemek, o kişinin bulunmadığı bir yerde kusurlarını, noksanlıklarını anlatmak, çekiştirmek…’ şeklinde açıklanıyor.   Gıybet kelimesi İslâmî hükümlerde daha derin bir mânâ ifâde ediyor.

 Şöylece özetlenebilir: İslâmiyet’te insan haklarının en önemlilerinden biri, kişinin dokunulmazlığıdır. Bir insanın bulunmadığı bir ortamda gerek onun şahsıyla alakalı maddî ve mânevî, rûhî ve ahlâkî veya dinî kusurlarından, noksanlıklarından söz edilmesi, gerekse kendi çocukları, annesi, babası ve diğer yakınlarının kusurlarından bahsedilmesi gıybet sayılmıştır.

Gıybet, sözle olabileceği gibi yazı, ima, işaretle ve taklit gibi davranışlarla da olabilir. Bu tür söz ve davranışlar gerçeği ifâde ediyorsa gıybet, etmiyorsa iftira sayılır. İftira ise daha büyük bir suç ve günahtır.  

Bir kişinin kusur ve noksanlarının kendisine söylenmiş olması, söylenen sözlerin, kendisinin bulunmadığı bir yerde, ister bir kişiye, isterse onlarca – yüzlerce kişiye tekrarlanması, söylenenleri ‘gıybet’ olmaktan kurtarmaz. İslâm âlimleri gıybetin haram ve büyük günah olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Gıybetin yapılması gibi dinlenmesi de haramdır. Bir zarar doğurma ihtimali yoksa sözle veya fiilî olarak gıybete engel olunması, bu mümkün olmazsa gıybet edilen yerin terk edilmesi, bu da mümkün değilse gıybete karşı bir hoşnutsuzluk duygusu içinde bulunulması gerekir. Maalesef bu hususları insanlarımıza öğretmek konumunda olan kişiler de bilmiyorlar. Bilenler çoğunlukta olsa bile gerekli hassasiyeti göstermiyorlar. 

Günümüzde Atatürk aleyhinde söylenen sözlerin gıybet olup olmadığı hakkındaki düşüncemi öğrenmek istiyorsanız çok açık bir şekilde ifâde edeyim: Evet, gıybettir. Ayıptır, günahtır, haramdır, gıybet edenler için utanılması gereken yüz karası bir kusurdur. 

.Mustafa Kemal çok yönlü bir insandır. Sâdece askerî karakteri kuvvetli bir şahıs değil. Aynı zamanda iyi bir siyâsetçi, iyi bir toplum mühendisi. Onun fikirlerini toplumu yönlendirici etkiye sâhip olan kişiler benimseseydi, bugün her şey çok daha farklı olurdu.

Çetinoğlu: 31 Temmuz 1951 târihinde yürürlüğe giren ‘Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında 5816 Sayılı Kanun’ sizce ne mânâ ifâde ediyor?

Sertbaş: 5816 sayılı kanunun içeriği şöyledir: ‘Atatürk'ün hâtırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezâsıyla cezâlandırılır. Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve âbideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.’ Bu kanun 1951 yılında Adnan Menderes hükümeti zamanında yürürlüğe girmiştir. 

Çetinoğlu: Milletler, kahramanlarıyla yaşarlar. Kahramanlarımız ne kadar çok ise, o kadar şanla şerefle donanırız. Kahramanlarımızı ‘tek’e indirmekle kaybımız neler olur?

Sertbaş: Binlerce yıllık yazılı Türk tarihine bakacak olursak kahramanı bu kadar çok olan ikinci bir millet yoktur. Metehan, Alparslan, Ertuğrul Gazi, Fatih Sultan Mehmet ve Atatürk gibi yüzlerce kahramanımız mevcuttur. Kurtuluş savaşı esnasında Anadolu sathında kurulmuş olan müdafaa-i hukuk cemiyeti mensupları birer kahraman değil midir? Çanakkale destanını kimler yazmıştır? İstesek te teke düşüremeyiz. Eğer tek kişiye indirgersek bu milletin hâfızasını yok etmiş oluruz. 

Atatürk’ü kast ederek, O’nun ‘tek ve en büyük kahraman’ olduğunu iddia edenler hakkındaki görüşümü öğrenmek istiyorsanız söyleyeyim: Atatürk, milletimizin tek kahramanı değildir. ‘En büyük’ sıfatı ise şahsa göre değişebilir.  

Çetinoğlu: Günümüzde gündeme getirilmeye çalışılan diğer bir mesele Mustafa Kemal-Kâzım Karabekir ihtilafıdır. Bu konudaki yorumunuzu lütfeder misiniz?

Sertbaş: Bütün millî hareketlerde komuta kademesinde ihtilafların olması tabîidir. Herşeyden önce Kâzım Karabekir Paşa’nın hakkını vermek gerekir. Paşa almış olduğu askerî eğitimle iyi bir asker, başarılı bir komutandır. Kurtuluş savaşında doğu cephesinde kazanmış olduğu savaşlar, ülke sınırlarının belirlenmesinde büyük rol oynamıştır. Paşanın aynı zamanda çoğu kişinin bilmediği eğitimci bir yönü vardır. Doğu Anadolu'da Ermeni çetelerinin katlettiği insanlarımızın yetim çocuklarına kol kanat gererek okumalarına önayak olmuştur. Mustafa Kemal ile olan çekişmesi bana göre, bir başka sorunuza verdiğim cevapta belirttiğim gibi, demokrasinin bütün kurum ve kurallarına göre işletilmesi meselesinden kaynaklanmaktadır. 

Kâzım Karabekir şüphesiz ‘cumhuriyet’ taraftarıdır. Ancak cumhuriyetin ilan edildiğini Erzurum’da, sıradan bir devlet memurundan öğrenmiş olması sebebiyle hassasiyet göstermiş, içerlemiş veya kırılmış olabilir.  Atatürk ise, bunda bir kasıt olmadığını, Ankara’da bulunan arkadaşlarıyla istişâre etmiş olmasını yeterli gördüğünü beyan etmiştir. Bu söz, Kâzım Karabekir’in gönlünü almak maksadıyla söylenmiş olabilir. Nitekim Karabekir Paşa, bu durumu ‘mesele’ hâline getirmemiştir. Ancak Atatürk’ün yanında ve yakınında olmayı ihtiras hâlinde isteyenler, Kâzım Karabekir ile aralarının açılması için ellerinden gelen her türlü fitneyi yapmışlardır. 

Kâzım Karabekir’in kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasına gelince… Atatürk, memleketin o günkü şartları içerisinde muhalefet yapılmasını uygun görmemiştir. Türkiye’de bu görüş, sonraki yıllarda da geçerli olmuştur. Bir partinin kapatılması Türkiye’de ilk değildir, son da olmamıştır. Hepsinin da haklı gerekçelerle kapatıldığını iddia etmenin doğru olmadığını düşünüyorum.  

Çetinoğlu: Atatürk üstün vasıfları olan bir insandı. Her insan gibi hatâdan münezzeh değildi. Elbette eksikleri-yanlışları vardı. Bunları konuşmanın, üstelik abartarak konuşmanın, hizmetlerini gölgede bırakacak şekilde konuşmanın sebebiyet vereceği zararları tahlil eder misiniz?

Sertbaş: Eksik ve yanlışları konuşmakta bir beis yok. Bu konuşmaları yaparken de yalan ve yanlış konuşmamakta fayda var. Tatlı su kurnazlığı ile bir yerlere yaranmak, bir yerlerden menfaat edinmek derdiyle atıp tutmak kimseye fayda getirmez. 

Çetinoğlu: Yazdığınız ‘ATATÜRK’ÜN HİKÂYESİ’ isimli kitabınızla toplumumuza vermek istediğiniz mesajı etraflıca anlatır mısınız?

Sertbaş: Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundan günümüze kadar geçen en sıkıntılı dönemi yaşadığımız bu günlerde, günümüz gençliğinin Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini ve yapılmış olan sayısız inkılâbı iyi anlaması ve özümsemesi gerektiğini düşünerek bu kitabı hazırladım. Mustafa Kemal Atatürk'ün değerinin bu günlerde çok daha iyi anlaşılması gerekiyor. Kim ne yaparsa yapsın Atatürk'ü Türk insanının kalbinden söküp atamazlar. Mustafa Kemal Atatürk; ‘Bir zaman gelir beni unutturmak isteyen kişiler çıkabilir. Yaptıklarımı inkâr edenler ve beni lanetleyenler de çıkabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar kuvvetlidir ki, döner dolaşır yine gelir kalpleri doldurur.’ Demiştir. Ben de bu inanç doğrultusunda çalışmalarıma devam etmeye ve etrafımı bilgilendirmeye çalışıyorum.

ERTUĞRUL SERTBAŞ:

30 Ekim 1989 târihinde İstanbul’da doğdu. 

1995 yılında Reşat Nuri Güntekin İlkokulu ve Ortaokulundaki öğretiminin ardından, lise öğretimini Acıbadem Ahmet Sani Gezici Lisesinde tamamladı. Üniversite imtihanında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Târih bölümünü kazanarak, dört yıllık fakülte eğitiminin ardından mezun oldu. 

Üniversite mezuniyetinin akabinde askere gitti. Askerliğini Hakkâri-Çukurca 21. Sınır Tugay Komutanlığına bağlı Atatürk İlköğretim Okulu’nda tamamladı. Askerliğinin bitiminden sonra Modafen Koleji’nde Târih öğretmeni olarak üç sene görev yaptı. İlk kitabı ‘Masumiyetin Resmi’ 2016 Ağustos ayında yayınlandı.

 Eylül 2016 başlangıcı itibariyle Uğur Okullarında târih öğretmeni olarak meslek hayatına devam etmektedir. 

Ertuğrul Sertbaş, halen; 15 Temmuz darbe teşebbüsünde şehit edilen akrabası, Acıbâdem Mahallesi Muhtarı Mete Sertbaş ile alakalı olarak röportaj tarzı bir eserin hazırlığı içerisindedir. 

DERKENAR:

İKİNCİ GRUP

 Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Mustafa Kemal Paşa'ya muhalif milletvekillerince oluşturulan meclis grubu. 

1922-1923 döneminde faaliyet göstermiş, 8 Nisan 1923'te yapılan İkinci Meclis seçimlerinde parlamento dışında kalarak dağılmışlardır.

10 Mayıs 1921 tarihinde Mustafa Kemal Paşa'nın Müdafa-ı Hukuk Cemiyetlerini, mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirip bir grup kurmasından sonra Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey önderliğinde bir muhalefet hareketi başlamıştı. Bir yıl kadar  gayrı resmî bir şekilde muhalefet eden mebuslar, 1922 Temmuz’unda Mustafa Kemal Paşa'nın başkomutanlık süresinin üçüncü defa uzatılması ile ilgili görüşmeler başladığında grup hâlinde resmen kuruldu. 

Grubun başlıca fiilleri şunlardır:

1-Meclis yetkilerinin 15 kişilik bir ‘Fevkalade Harp Komisyonu’na devrine ilişkin yasa tasarısına karşı koymak.

2-İstiklal Mahkemeleri kararlarına karşı Meclis müzâkeresi açılmasını istemek. 

3-Meclisin egemenlik haklarını Mustafa Kemal'e devreden Başkumandanlık Kanununun üçüncü ve dördüncü defa uzatılmasına karşı çıkmak. 

4-Muhalif çıkışlarıyla tanınan Trabzon milletvekili Ali Şükrü'nün, Mustafa Kemal'in özel muhafız alayı komutanı tarafından öldürülmesinin protesto etmek.

5-Meclis rejimine muhalefeti vatan hainliği kapsamına alan (böylece hükümete rejim muhaliflerini idam etme yetkisini veren) Hıyanet-i Vataniye kanunu değişikliği teklifine muhalefet etmek

Hüseyin Avni (Ulaş) Bey kimdir?

Son Osmanlı Mebusan Meclisi ve Birinci TBMM milletvekili. 

1887'de bugün Elazığ'ın Karakoçan İlçesi'ne bağlı Kümbet köyünde doğdu. O yıllarda Erzurum’a bağlı idi. 

İstanbul'da hukuk tahsili gördü. 1919'da Erzurum ve Sivas Kongrelerine katıldı. 12 Ocak 1920'de İstanbul'da ilk toplantısını yapan Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin, İstanbul'un 16 Mart 1920'de işgali sonrasında kapatılmasından sonra, 23 Nisan 1920'de Ankara'da açılan TBMM'ye katıldı. 9 Kasım 1922'de TBMM ikinci başkanlığına seçildi. İzmir Suikastı'na adı karışmış olup yargılansa da suçsuzluğu anlaşıldığından beraat etmiştir. 1923 seçimlerinde meclis dışı kaldı. 23 Şubat 1948'de İstanbul'da vefat etti. 1945'de kurulan Millî Kalkınma Partisi'nin kurucuları arasındadır.