Barok Müzik ve Klavsen Sanatkârı, Prof. Dr. LEYLA PINAR TANSEVER Hanımefendi ile  Ülkemizde ‘Üvey Evlat’ Muamelesi gören Müzikle Alakalı Meselelerimizi Konuştuk.  

Oğuz Çetinoğlu: Öncelikle, röportaj teklifimi kabul buyurduğunuz için teşekkürlerimi sunarım. Müziğin târifi ile başlayabilir miyiz?

Prof. Dr. Leyla Pınar Tansever: İnsanlar birbirleriyle haberleşmek, iletişim kurmak ihtiyacını duymuşlardır. Aralarındaki samîmiyeti, sevgilerini, duygularını ifâde etmek için imkânlar aramışlardır. Müzik, bu ihtiyaçları karşılayan araçlardan biridir. 

Çetinoğlu: Aileler çocuklarına kaç yaşında iken müzik dersi aldırmaya başlamalı ve seçimi nasıl yapmalı?

Prof. Tansever: Eğitimden ziyâde müzikle ilişki kurmalarını sağlamakla, müziği sevdirmekle işe başlanmalıdır. Bir yaşında hatta daha erken yaşlarda desibeli yüksek olmayan yumuşak tondaki sesler, mesela ninniler ve çocuk şarkıları dinletilmelidir. Çok da uzun süreli ve sık sık değil. Arada bir müzik dinletmek faydalı olur. Çocuk böylece müziğe alıştırılır. 3-4 yaşından sonra şarkılar, türküler dinletilebilir. 

Müziğin, düşünceleri hızlandırmak, düşünceler arasında koordinasyon sağlamak gibi özellikleri de vardır. Bu hususta, alışkanlık kazandırmaya yardımcı olur. 

Çetinoğlu: Müzik icra etme yaşına geldiğinde neler yapılmalı?

Prof. Tansever: Çocuğun koro çalışmalarına katılmasını sağlamak en uygun yoldur. Çocuk birlikte çalışmayı öğrenir. ‘Ekip çalışması’ kavramını benimser. Daha sonra da vurmalı çalgılar çocuğu müziğe daha çabuk yakınlaştırır. 

Çetinoğlu: Vurmalı çalgılar hangileri olabilir? 

Prof. Tansever: Genelde mandolinle başlatıyorlar. Koro çalışmaları daha verimli oluyor. 14-15 yaşlarına gelince küçük bir blok flütle devam edebilir. 18’inden sonra şan ve ses eğitimine başlanabilir. 

Çetinoğlu: Amatör ve profesyonel… Müzisyen olabilmek için yetenek-çalışma oranı nasıl olmalı?

Prof. Tansever: Her insan müzik yapabilir. Belli bir yere kadar ilerleyebilir. Fakat o noktanın ilerisine geçebilmek, artistik bir seviyeye ulaşılmak isteniyorsa, o zaman yetenek konusu karşımıza çıkar. Yetenek olmayınca başarıya ulaşmak zordur. Sahne, resim ve heykel sanatlarının tamamında olduğu gibi… Oran meselesine gelince % 40 yetenekle bir şeyler yapılabilir. Daha ilerisi için 70’e, 80’e ihtiyaç vardır. Diğer taraftan, çalıştıkça yetenek kazanmak da mümkün olabilir.  

Çetinoğlu: Müzik, yalnızca müzik, özellikle yalnızca eğlence ve dinlenme aracı olmasa gerek. Türk müziği söz konusu olduğunda Türkçe ve Dîvan Edebiyatı ile yakın bağlantısı var. Kelimelerin telaffuzu ve mânâları hakkında bilgi sâhibi olunmalı. Başka hangi ilimlerle bağlantılı olduğu söylenebilir? 

Prof. Tansever: Müzik, özellikle beste yapmak, düşündürücü bir meşguliyettir. Daha çok müzik üretimi yaparken, kendini gösterir. ‘İlham geldi, yazıyorum’ yerine, ‘düşünüyorum ve yazıyorum…’ demek daha doğru olur. Önce bir motif üzerinde başlanır. Sonra bu motifi çoğaltmak ve geliştirmek üzere çeşitli metotlar denenir. Eskiden söz ve müzik berâber yürütülürdü. Bu sebeple edebiyat ve deyişler işin içine girerdi. Âşıklar böyle çalışırlardı. Üretimleri makbul, değerli deyişlerdi. İki kelimeyle çok şeyi izah ederlerdi. Hem batıda hem bizde, edebiyattan başlanarak müzik eserleri meydana getirildi. Devrin büyük şairlerinden malzemeler alındı. Mesela Almanlar Goethe, Schiller, Wieland ve Herder gibi şâirler, müzisyenlere beste yapmak ilhamı ve zevki kazandırdılar. 

Bir de sözsüz müzikler var. Bu, ayrı bir eğitim alanıdır. Buna ‘salt müzik’ dersek, salt müzikle de verilebilecek değerli mesajlar vardır. Beethowen de öyle yapmıştır. Üçüncü Senfoni Napolyon’un hikâyesi üzerine hazırlanmıştır. Sonradan Napolyon’un azametli, savaşçı ve istilacı özelliği ön plana çıkınca, Avrupa’nın içlerine doğru yürüyüp Rusya’ya kadar ilerlediğinde, saldırgan bir karaktere büründüğünden bestekârı, eserinin ismini değiştirip ‘Bir Kahramanın Senfonisi’ adını tercih etmiştir. Senfoniyi dinlerden hakikaten bir kahramanı tahayyül ederiz. Böyle bir tematik arakteri vardır. 

Marş, ayrı bir karakterdir. Marş müziği ile vals müziği dinlerken bu karakter farkı derhal anlaşılır. 

Çetinoğlu: Yalnız ülkemizde değil, dünyanın her tarafında ‘popüler müzik’ olarak adlandırılan tür revaçta. Bu değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Tansever: Popüler müzik, adı üzerinde: halk tarafından sevilen müziktir. Zâten müzik halkla birlikte başlamıştır. Orta çağda da öyledir. Rönesans’la birlikte duyguların en güzel şekilde ifâde edilebilmesi için sistem geliştirildi. Bestekârlar halktan aldıkları motifleri söslemeye başladılar. Bu tür çalışmalar gittikçe gelişti. Avrupa’daki büyük bestekârlar ve bizde; Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin ve Necil Kâzım Akses gibi bestekârlar halk şarkılarımızla ilgilendiler. Âşık Veysel, klasik müzikte Şevki Bey, Hacı Ârif Bey, Tanbûrî Cemil Bey gibi bestekârlar, halkın deyişlerine kulaklarını kapatmadılar. Onlar da halk kültürünü kaynak olarak almışlardır. Çünkü bir sanatkâr, önce kendi kültürünün kaynaklarını kullanmalı. Ondan aldığı güçle kendi benliğindeki düşüncelerle eserlerini süsleyebilir. 

Çetinoğlu: Günümüz şartlarında, ülkemizde ‘pop müzik’ olarak adlandırılan müzik türüne bakarsak efendim…

Prof. Tansever: Ülkemizde, ‘pop müzik  adı altında, melodiden çok ritme dayalı müzikler yapılıyor. Gençler onu seviyor. Şarkının sözleriyle ilgilenmiyorlar, melodi aramıyorlar. Hareketlilik içinde, gürültüler arasında müziği yalnızca bir eğlence vasıtası olarak kullanıyorlar. Rap, rap, rap… tak, tak, tak… güm, güm, güm…eğleniyorlar. Çok da karşı değilim fakat tercihim değil. 

Günümüzde insanları zarâfete, inceliğe, nezâhate yönlendirecek müzik, çok gerilere itildi. 

Küçücük çocuklar bile sözlerini hemen ezberleyip söyleyebiliyorlar. Günümüzde konuşmalar da basitleştirildi. Düşünceler tek veya iki kelimelik cümlelerle seslendiriliyor. Romanlarda eski derinlikler, hazlar yok. Bu bozukluklar, toplumunun dünyaya yaydığı zevksiz pratiklikler oldu. Aynı zamanda Türkçenin inceliğini de bozdu, ifâdelerdeki derinliği yok etti. Pratikleşme kültürsüzlüğü geliştirdi. 

Çetinoğlu: Böyle devam eder mi yoksa hatâmızı anlayıp aslımıza, inceliklere, bediî zevklere döner miyiz?

Prof. Tansever:  Keşke dönebilsek. Fakat pek de mümkün gözükmüyor. Romanlar kısaldı ve yavanlaştı. Eski uzun soluklu, tasvirli ve derin tahlilli romanlar yok artık. Roman okuma zevki de öldürüldü. Okuyucuyu saran, içine çekip alan romanlar kalmadı. Her şey çok basitleştirildi. 

Çetinoğlu: Şimdi efendim, müsaadenizle sizin aslî çalışma alanınıza girelim.  Konunun uzağında olan okuyucularımız için ‘Barok Müzik Nedir’ diye sorsam?

Prof. Tansever: Barok müzik Rönesans’tan sonra ortaya çıktı. Barok müzik, insanların bütün duygularını müzikle ifâde edebilecekleri inancıyla ve ‘bu benim eserim, altına da imzamı atıyorum’ diyebileceği dönemin ürünüdür. Yalnız duygular değil, duygularla birlikte, tasvirlere dayalı ayrıca insanları kucaklayıcı müzikler yapılmaya başlandı. ‘Barok’ denilen müziğe insanlar alışık değildi. Batıdaki ilâhî müziğinden sonra halkın beğendiği, gayet oynak, çok hareketli, kızgın veya şefkatli veyahut ta gülücükler dağıtan sözlerle, garip kelimelerle işlenen, dikkat çekici eserler yapıldı. Barok bir anlamda ‘acayiplik’ demek… Çok ilgi çekicidir. Biz bunu, tiyatroda daha iyi görebiliyoruz. Aynı kelimeler birkaç defa üst üste kullanılıyor. Acaip, garip, garabetlerle dolu… Bol miktarda abartılı bir müzik türü…

Bir başka ifâdeyle Barok müzik, pazıl gibi. Pek çok parçanın bir araya gelmesiyle oluşan bir bütün. 

Çetinoğlu: Osmanlı Devleti’nde de bir dönem barok müzik revaçta oldu. Ne zaman ve nasıl geldi?

Prof. Tansever: 1600’lü yıllarda geldi. O asırda Portekizliler, dünya deniz ticâretine hâkim durumdalar. Portekizli ve  İspanyol gemiciler ve tüccarlar İstanbul’a da geliyorlar. Berâberinde barok müziği de getiriyorlar. İtalyanlar geliyor. Aralarında müzisyenler var. Kendi müzik âletleri ile kendi müziklerini icra ediyorlar. Böylece İstanbul’a Barok müzik yaygınlaşıyor, saraya kadar giriyor. 

 Barok müzikle alakalı söylentilerden biri şöyle: O dönemde inci merakı var. Süs ve ziynet malzemesi olarak kullanılıyor. Yuvarlak olması gerek. Yuvarlak olmayınca veya yamuk şekilli olunca ‘barok inci’ deniliyor. Barok inciler tercih edilmiyordu, pek de para etmiyordu. Bunları değerlendirmek için bir moda yaratıldı, adına da ‘barok mücevherat’ denildi. Sonra Barok sitili, diğer eşyalara da uygulanır oldu. Böylece ‘Barok dönemi’ denilen zaman dilimi oluştu.  İstanbul’da zenginler arasında ve saray çevrelerinde de etkileri görüldü.

 Çetinoğlu: İstanbul Barok Topluluğu’nun kurucususunuz. Ne zaman kuruldu, hedefleri nelerdir, neler yapıldı? Anlatır mısınız? 

Prof. Tansever: Kuruluşu epeyce eskidir. Yurt dışındaki eğitimimden sonra 1970’li yılların sonunda Türkiye’ye geldiğimde Cemal Reşit Rey hayatta idi. Bana, ‘Bir küçük barok müzik grubu kuralım’ dedi. İstanbul Filarmoni Derneği’nde bir klavsen vardı. Grup oluşturduk, barok müzik konserleri vermeye başladık. Nuri İyigün adında bir arkadaşımız vardı. Sonra rahmetli oldu. O keman çalıyordu. Ben klavsen… Sonra Nazım Acar vardı, flütçüydü. İlk barok gurubu böylece ortaya çıktı. 1994 yılında İstanbul Barok Topluluğu’nu kurdum. Gençlerin barok müzikle ilgilenmesini sağladık. 

 Çetinoğlu: Barok Müzik, müzik eğitimi veren okulların müfredat programında var mı?

Prof. Tansever: Yok. ‘Var’ deniliyorsa da ‘barok’ olarak söylenmiyor. Ayrıca, seslerin farklı olması sebebiyle aynısı olmuyor. ‘Haydi şu küçük parçayı çal da söylensin’ deniliyor. Konservatuar repertuarında tam olarak ‘barok müzik var’ demek doğru değil.  

Çetinoğlu: Okullarda müzik’ bahsi açılmışken sorayım: Lise sınıflarında zannedersem müzik dersi yok. Olmalı mı, olmalı ise neden yok? 

Prof. Tansever: Tabiî ki olmalı. Eskiden korolar vardı. Lise koroları… Yarışmalar yapılırdı. İlkokullarda mandolin dersi vardı, blok flüt dersi vardı. Şimdi hiçbiri yok. Belki birkaç okulda var. Fakat yüzdeye vurursanız, ‘yok’ denilebilir. Kültür politikası olarak yok. 

Ben size daha acısını söyleyeyim: Yeni açılan bir üniversitenin ilanında gördüm: ‘Bizim üniversitemizde resim, müzik, sahne sanatları gibi, çocukları oyalayacak dersler bulunmamaktadır’ deniliyordu.  Yüz karası bir ifâde… 

Çetinoğlu: İlk ve ortaokullardaki müzik eğitiminin yeterli olduğu söylenebilir mi? 

Prof. Tansever: Hayır. Kesinlikle söylenemez. 

Çetinoğlu: Herhangi bir müzisyen, (eskilerin tâbiri ile) alayda mı iyi yetişir, okulda mı?

Prof. Tansever: Eskiden herkes alaylı idi. Usta çırak ilişkisi vardı. Müzikle alakalı okullar açılınca usta-çırak eğitimi kalmadı. Okullarda ve özel derslerde usta-çırak ilişkisi varsa da eskisi gibi değil. İlmî çalışmadan da tâviz vermemek lâzım. 

Çetinoğlu: İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesindeki Türk Mûsıkîsi Konservatuarında, Yrd. Doç. Dr unvanından sonraki akademik unvanları alabilmek için batı dillerinden birini bilme şartı aranıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Tansever: Her okulda öyle. Yabancı dil, yabancı kaynaklar üzerinde araştırma yapmak için gereklidir. Türkçe kaynaklar yeterli görülmemeli. Hiç değilse müzikle ilgili konularda araştırma yapacak kadar yabancı dil bilmek gerekiyor. Bir değil, iki - üç dil belmesi daha faydalı olur. 

Çetinoğlu: Özelde gençler için, genelde bütün insanlar için müzik eğitiminin, hiç değilse, müzikle ilgilenmenin, müzik hakkında bir miktar bilgi sâhibi olmanın sağlayacağı faydalar nelerdir? 

Prof. Tansever: Çok çeşitli kazançları var. Mesela iç huzurlarını artırabilir. Çocuklar koro çalışmasına katılırlarsa, koordinasyon alışkanlıkları gelişir. Müzikle meşgul olanların diğer konularda da becerikli oldukları anlaşılmıştır. İyi şeyler yapıyorlar. Müzikle ilgilenmek çevre edinmekte büyük avantajlar sağlar. Dostluk ilişkileri pekişir, yakınlaşmayı kolaylaştırır, insanların birbirlerini sevmesine zemin hazırlar. Sevgi her şeyin başıdır, Sevgisiz hayat, tercih edilebilir bir düzen değildir.   

Çetinoğlu: Efendim, sorularla sınırlı kaldığınız için veremediğiniz mesajınızı lütfederek röportajımızı bitirebilir miyiz?

Prof. Tansever: Bu tür çalışmaların sık sık yapılmasının, ülkemizdeki televizyon kanallarında sanatla ilgili programların artırılmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Çocuk programlarında müzikle alakalı bölümlerin eksikliği hissediliyor. Ağaç, yaşken eğilir. Küçük çocuklar, Itrî’nin, Bach’ın, Zekâi Dede’nin, Aşık veysel’in kim olduğu hakkında bilgi sâhibi olurlarsa, hayatı renklenir, ufku genişler. Kültür zenginliği kazanırlar. Netice itibâriyle de sosyal hayatta, iş hayatında daha başarılı olurlar. Müzik, doğumdan ölüme kadar hayatın her safhasında zâten var. Fakat tesirli değil. Kalıcı ve etkili olması faydalıdır. Mesajımı böylece özetlemiş olayım. 

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim efendim.  

Prof. Tansever: Ben de teşekkür ediyorum. 

Desibel: Seslerin şiddetini ölçme birimi.

Tematik: Esere hâkim olan fikir ve his ile alakalı 

Rönesans: Bir medeniyetin köklerine dönerek yeniden doğması için yapılan çalışmalar.   

 

Prof. Dr. LEYLA PINAR TANSEVER:

İstanbul'da doğdu. İstanbul Konservatuarında okudu. Cemal Reşit Rey’in tavsiyesi üzerine Avrupa'ya gitti. Sırasıyla Padova-Cesare Pollini Konservatuarı, Poitiers Üniversitesi Müzikoloji Bölümü, Paris-Sorbonne Ecole des Hautes Etudes'de ve Paris Ecole Normale de Musique'de eğitim gördü. “Licence de ’Harmony” klavsen dalında “Premier prix" ve “Diplome decConcertiste” aldı.

Fransa'da JMF “Rencontres Musicales” ve “Frangois Henri Clicquot” ödüllerinin kazandı.

Bruno Coltro, Solange Corbin, Antoine-Geoffrey Dechaume, Nadia Boulanger ve Robert Köhnen’in öğrencisi olup, ihtisaslaşmasına Santiago da Compostella'da Raphael Puyana, Venedik'te Kenneth Gilbert, Comminges'de J.P.Brosse, Michel Chapuis, Danielle Pianna (org) ve Guildhall Music School'da Christopher Kite (forte piyano) ile kurslarda devam etti.

Collegium Musicale Antiquae, Ensemble Mondial, I. Fiamminghi, Holland Calefax, Brüksel Kraliyet Senfoni orkestraları ile solist olarak konserler verdi.

R. Kohnen ve P.Dombrecht gibi dünyaca ünlü barok müzik uzmanlarıyla Avrupa'da pek çok defa ikili konserler verdi. Ayrıca bütün Avrupa ülkeleri ve Amerika'da resitaller verdi. “Al Bustan”, “Anvers-I Fiamminghi in Campo”, "Uluslararası İstanbul Müzik Festivali”, “Brüksel-Printemps Baroque", katıldığı festivallerden bazılarıdır.

Cumhuriyetin 75. Yılı için dâvet edildiği New York-Birleşmiş Milletler binasında Çağdaş Türk bestecilerinin eserlerinden oluşan bir resital verdi.

Fransa, Hollanda, İsviçre, Belçika ve Türkiye Radyo ve televizyonlarında solo ve film müziği kayıtları bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO), İstanbul Devlet Senfoni, İstanbul Radyo Oda ve İstanbul Filarmoni Oda Orkestraları ile birçok barok ve çağdaş konçertonun Türkiye'de ilk seslendirişini gerçekleştirdi. Ertuğrul Oğuz Fırat'ın kendisine ithaf ettiği Klavsen Konçertosu'nun dünya prömiyerini Ankara'da CSO ile gerçekleştirdi. Aynı eseri Brüksel Kraliyet Senfoniyle icra etti. Özellikle Fransız basını ve Avrupa müzik çevresinin dikkatini çeken ilk CD'si Fransa'da “Diapason” değerlendirmesi almış, çağdaş Türk bestecilerinin eserlerine yer verdiği bir başka CD'si ise Cumhuriyetin 70. Yılı için yapılmıştır.

Elemanları 3 ile 50 arasında değişen "İstanbul Barok” topluluğunu kurdu. Toplulukla beraber Türkiye ve Avrupa'nın pek çok ülkesinde 7 barok opera sahneleyip 1 dans gösterisi ve pek çok konser düzenledi. Topluluğun Sanat ve Müzik Yönetmenliğini devam ettirmektedir.

1985 yılında İngiltere’nin dâvetlisi olarak, Londra'daki müzik kurumlarında İngiliz barok müziği üzerine araştırmalar yaptı.

Öğretim Üyesi olarak İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı, Yıldız Teknik Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Bölüm Başkanlığı görevlerini ifâ etti. Brüksel Kraliyet Konservatuarı'nda klavsen üzerine master derecesi dersleri verdi.

Prof. Dr. Leyla Pınar,"Centre de Culture Europeenne”e üyedir. Çalışmalarını hâlen Avrupa ve Türkiye'de orkestra, ensemble ve solo konserlerle Televizyon Radyo, CD ve DVD ortamlarında devam etmektedir. 

Haliç Üniversitesi Konservatuarı Müdürüdür.