Felsefe Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İSMAİL YAKIT ile KUR’ÂN-I KERİM Hakkında Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: İyi niyetli insanlar arasında da Kur’ân-ı Kerim’i farklı yorumlayanlar var. Mevzu hakkında görüşlerinizi lütfeder misiniz?                                                                                                            

Prof. Dr. İsmail Yakıt: Kur’an kendi ifâdesiyle, ‘en doğruya götüren bir Kitap’tır. (İsra, 17/9) Hedefi kişinin mutluluğu ve hidâyetidir. Bu anlamda yol gösteren bir rehber durumundadır. Dolayısıyla bugünkü anlamda bir felsefe ve bir ilim kitabı olmaktan uzaktır. Bununla beraber, ilmî ve felsefî düşünce ve yoruma açık âyetlerin sayısı hayli fazladır. Böyle âyetler, Kur’an’ın asıl hedefi olan mutluluk ve hidâyet için kişinin düşünüp araştırması, kendini ve kâinatını tanıması ve onları yöneten kanunları bulması, Tanrı’nın yaratma ve ilminin sonsuzluğunu anlaması gerektiğini vurgulamaktadır. Şu halde Kur’an genel hatlarında insanın inandığı ile bildiği arasında bir irtibatın kurulması gerektiğini belirtmektedir. Bu husus bizi sonunda imana götürecek bir tefekkür ve düşünce sisteminin Kur’an’da var olduğu noktasına ulaştıracaktır. Biz buna tâbiri caizse ‘Kur’an fikir yapısı’ veya ‘Kur’anî düşünce sistemi’ diyoruz. 

Kur’an’ın fikir yapısının iskeletini elde edebilmek için, ilk önce Kur’an’ı herhangi bir peşin fikre sâhip olmaksızın objektif bir biçimde okumalıyız. Yani Kur’an’ı sonra çıkan İslâm düşünürlerinin kendi ekollerinin eğilimlerine uygun biçimdeki yorumlarının ve düşüncelerinin etkisi altında değil, bizzat Kur’an’ın kendi düşünce sistemi içinde anlamaya çalışmalıyız. Yani Kur’an’ı bizi götürmek istediği düşünce sisteminin atmosferi altında okumalıyız. Diğer bir tâbirle, Hz. Peygamber ve sahâbelerinin anladıkları şekilde anlamaya çalışmalı, sonra da kendi bilgi, fikir ve düşüncelerimizi bu temel üzerine oturtmalıyız. 

Çetinoğlu: Kur’ân’ı farklı anlayanlara rastlanıyor…

Prof. Yakıt: Şurası muhakkaktır ki, Kur’an’ı anlama insanın kendi düşünce ve kültürüne göre seyyaldir. Kendini okuyan ve araştıran insanla beraber anlamlar büyür ve gelişir. Yâni insan kendi kültürü kadar Kur’an’ı anlar ve yorumlar. Fahrettin el-Râzî’nin ifâdesiyle: ‘İnsan ne kadar âlimse Kur’an’ı o kadar fazla anlar.’ 

Çetinoğlu: Bu bilgilerin ışığında Kur’ân’dan bâzı âyetlerin yorumunu yapar mısınız?

Prof. Yakıt: Hayatın Menşei ile başlayayım: 

Canlı dünyasına ilişkin olarak hayatın orijini meselesi, Kur’an’ın muhtelif âyetlerine serpiştirilerek, Kur’an’ın insanı sevk etmek istediği düşünce istikametinde, inorganik yaratma ve organik yaratma bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır. 

İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi görmüyorlar mı?’ (Enbiya, 21/30) 

Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye Kâdir’dir’ (Nur, 24/45) 

Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indiren O’dur. Biz bu su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştiririz.’ (Taha, 20/53) 

Çetinoğlu: Bu âyetler bize neyi gösteriyor?

Prof. Yakıt: Bu âyetler bize gösteriyor ki, her canlı varlığın mâhiyeti sudur ve sudan yaratılmıştır. Bu husus, canlıyı teşkil eden her hücrenin ilk elementinin su olduğunu belirler. Dolayısıyla susuz, yeryüzünde hayatın imkânsız olduğu da açıktır. 

İnsan, kendini çevreleyen varlıklar arasında yaratılmıştır. İnsanın tabiata ve diğer yaratıklara hâkimiyeti, kendisine ilahî ruh verilip akıl ve idrâkini elde etmesinden sonradır. Bununla beraber insan, bedenî yönüyle kendinden önce yaratılmış diğer varlıklarla irtibat hâlindedir. Nitekim İslam düşüncesinde de insan, bedenî ve ruhî yönüyle ikilik arzeden bir varlık olarak düşünülmüştür. Aslında insanı, bedenî ve ruhî yönüyle ikiye ayıran bizzat Kur’an’dır. Şu halde, insan maddî varlığı cihetiyle toprağa ve suya, ruhî varlığı yönüyle de bir üst âleme bağlıdır. Toprağa bağlılığı bize, insanın fizikî ve hayvanî görünümünü, âlem-i Emr’e bağlılığı da onun üstünlük ve halifelik yönünü verecektir. 

Çetinoğlu: Kur’ân, insanı nasıl değerlendiriyor? 

Prof. Yakıt: Fert olarak insan, insan ırkının bir cüz’üdür. İnsan ırkı da daha geniş bir bütünün yâni hayvanlar âleminin bir cüz’üdür. Hayvanlar âlemi de daha geniş bir bütünün nebatat hayatını içine alan organik âlemin bir cüz’üdür. Organik âlem de daha geniş bir âlemin yâni hayvanat ve nebatat âlemini içine alan Arz’ın bir cüz’üdür. Arz da daha geniş bir bütünü; yani bizim güneş sistemimizde doğrudan doğruya sayısı bilinmeyen bir güneş sistemlerinin ve samanyollarının bir cüz’üdür ve nihayet onlar da bütün kâinatın bir cüz’üdür. Bu itibarla fert olarak insan, metamatik ve lojik prensiplerle kavrayamadığımız kâinatın doğrudan doğruya bir cüz’ü olmaktadır. Yani orijini, yaratılışı ve gayesinde -tıpkı kâinat gibi- bir bütün olarak ve derinliğine anlayamayacağımız bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir diğer ifâdeyle, fert olarak insanı idâre eden kanun, daha geniş bir bütünün yâni insanlığı idâre eden kanunlar sisteminin bir cüz’üdür. Bu zincirleme bizi, kâinatı yöneten genel bir kanunun cüz’ü olmaya kadar götürecektir. Dolayısıyla kâinatı yaratan ve yöneten kanunla insanı yaratan ve yöneten kanunda bir aynilik olacaktır. Bu husus Kur’an’da açıkça belirtilmektedir. 

Ey insanlar: Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah İşitendir ve Görendir.’ (Lokman, 31/28) 

Çetinoğlu: Ol’ Emri hakkında neler söylemek istersiniz?

Prof. Yakıt: ‘Ol’ emri Kur’an’da sekiz yerde geçer. Bunlardan dördü Hz. İsa hakkındadır. Diğer dördü de yaratma ve yeniden dirilme hususundadır. Kur’an’da insanların yaratılışı, yeniden dirilmeye bir delil olarak getirilmektedir. (metaforik bir ifâde ile)  ‘Allah insanı topraktan yarattı’ âyeti, topraktan hayata doğru giden bir seleksiyonu (ıstıfa) belirler. ‘Ol’ emri bu seleksiyonun bir insan varlık olması cihetinde verilmiştir. Tanrı’ın ilmindeki mâhiyet ile bu var oluş bir aynîlik arzetmektedir. Buna Din Felsefesinde (coexistence) denir. Mâhiyet ‘ol’ emrine müteâkiben evrim etaplarının varlığa gelmektedir. Kur’an’a göre her evrim etabı yeni bir yaratmadır. Kur’an’da bu oluşun keyfiyetini, önce insanı meydana getiren maddenin yaratılması sonra da ona şekil verilmesi şeklinde olduğunu aşağıdaki âyetten anlamaktayız. 

O, seni yaratan şekil veren ve mütenâsib kılan ve dilediği şekilde seni terkib edendir.’ (İnfitar, 82/6-8) 

Allah, eğer insanı bir heykel varlık gibi yaratmış olsaydı tıpkı âdem kıssasının halk inanışındaki şeklinde olduğu gibi ona şekil verişi, onu canlı olarak yaratmasından önce olurdu. Halbuki âyet, insanın önce canlı olarak yaratıldığını sonra da ona şekil verildiğini söylüyor. Yâni ‘hominisation’ (insanlaşma) ‘ol’ emri doğrultusunda, ‘canlı bir varlık’ olarak yaratılmasından sonradır. 

Hayatın ve insanın ilk maddesi ‘ol’ emrini alıyor ve bu ‘oluş’ devam ediyor. Zira âyetin devamında ‘feyekun olur, olmaya devam eder’ deniyor. Şimdiki ve geniş zaman kipi olan muzari sigası kullanılmış. Eğer geçmiş zaman kipi olan ‘fikane / oldu’ şeklinde bu fiil ifâde edilseydi, o zaman insanın yaratılışında bir evrimin ve seleksiyonun varlığı ve bu oluşun uzun bir zamanı gerektirdiği söz konusu edilemezdi. Öte yandan yaratmanın devamlılığını da gösteren bu ifâdeler ünlü kelamcı Eş’arî’yi ‘Allah’ın her an yaratmakta olduğu ve yaratmanın durmadığı’ fikrine götürmüştür. Şu halde âlem bir halden diğerine geçen bir oluş ve akış içindedir. 

Çetinoğlu: Nisâ sûresi 1. Âyeti nasıl yorumluyorsunuz?  

Prof. Yakıt: Nisâ sûresi 1. Âyette: ‘Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten ve ondan da eşini yaratan ve her ikisinden de çok sayıda erkek ve kadınlar çıkaran Rabbiniz’den çekinin.’ Buyuruluyor.  

Bu âyette insanların tek bir nefisten yaratıldığı söz konusudur. Şurası muhakkaktır ki, müfessirlerin bir çoğu, hattâ hepsi, ‘nefs vahide’den gayenin Âdem, ‘eşi’ tâbirinden de Havva olduğu üzerinde bir icmanın varlığından bahsederler. Buradan hareketle Âdem’e ‘ebu’l-beşer’ lakabının verildiğini ve bunun da biyolojik baba anlamına geldiğini söylerler. Bu âyette bir icmanın söz konusu olmaması gerekir. Çünkü icma, ahbar değil ahkâm âyetlerinde olur. 

Çetinoğlu: Hucurat sûresi 13. âyet nasıl yorumlanmalı? 

Prof. Yakıt:Ey insanlar! Sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık.’ Burada kullanılan kelimeler, erkeklik ve dişilik anlamına gelen ‘zeker’ ve ‘unsa’dır. Adam ve kadın anlamına gelen ‘racul’ ve ‘imre’e’ kelimeleri kullanılmamıştır. ‘Zeker’ ve ‘unsa’dan sperm hayvancığı ile dişilik yumurtasını anlamak mümkündür. Ayrıca (x) ve (y) kromozomlarını da düşündürebilir. Sonuç olarak ‘nefs vahide’den; insanı meydana getiren ve ona hayat bahşeden sıvıyı veya prensibi anlamak gerekiyor. 

 ‘Her şeyin hilkatini en güzel yapan ve insanı yaratmaya çamurdan başlayan O’dur. İnsanın neslini hakîr bir sudan yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan üfüren, ve sizin için kulak, gözler ve kalpler vareden O’dur. Doğrusu şükrünüz pek az.’ (Secde, 7-9) Âyetinde ‘insanı yaratmaya çamurdan başladı’ ifâdesi, yaratmanın âniden olmadığını merhalelerle meydana geldiğini belirtmektedir. 

Çetinoğlu: ‘Ruhun Verilişi’ Meselesiyle röportajımızı bitebilir miyiz?  

Prof. Yakıt: Balçıktan süzülerek gelen sulâle, insanın ilk organik maddesi olmuş, aradan uzun bir zaman geçtikten sonra da insan şeklini almış sonra da kendisine aklî melekeler anlamında ‘Ruh’ verilmiştir. 

Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde balçıktan bir insan türü (beşer) yaratmaktayım, ona insan şekli verip ruhumdan üfürdüğümde ona secdeye kapanın demişti.’ (Hicr, 28) âyetinde ruhun verilişinin insan şeklini aldıktan sonra olduğunu belirtiyor. Yâni bu canlı varlığa, aklî melekeler kazandırılmıştır. Bu meleklerin insana ilk secdesidir. İkinci secdeleri ise ‘Esma’ (isimler)in öğretilmesi ve bu isimleri Âdem’in tek tek bildirmesinden sonra olmuştur. Melekler dolayısıyla insana iki defa secde etmişlerdir. 

Çetinoğlu. Teşekkür ederim. 

Prof. Dr. İSMAİL YAKIT:

1950 yılında Denizli'nin Tavas İlçesi Kızılcabölük Bucağı'nda dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde, liseyi Denizli'de bitirdi. 1970 yılında başladığı Yüksek tahsilini Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde 1974 yılında tamamladı. 

Millî Eğitim Bakanlığının burslusu olarak Fransa'ya gönderildi. Paris’te Sorbonne Üniversitesi'nde 1974-1979 yıllarında Doktora yaptı. Doktora tez çalışmaları esnasında, 1976 yılında Sorbonne Üniversitesi'nde Mukayeseli Felsefeler Dalı'nda İhtisas Diploması aldı. 1976-1977 yıllarında Mısır’da Kahire üniversitelerinde araştırmalarda bulundu. Paris Tıp Fakültesi'nin Juvisy Dokümantasyon Merkezinde araştırmalar yaparak 1978 yılında ‘Anthropologie biologique sertifikası’ aldı. 1979'da İslam Felsefesi ve Mukayeseli Felsefeler dalında Sorbonne Üniversitesi'nde hazırladığı evrim teorileri üzerindeki Doktora tezini savunarak yurda döndü. 1980 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler (İlahiyat) Fakültesi'ne Dr. Asistan olarak göreve başladı. 

1980-1981 yıllarında KKTC'nde yedek subay olarak askerlik yaptı 

1982 yılında Yardımcı Doçent oldu. 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Türk-İslam Düşüncesi Târihi Anabilim Dalı'na naklen tayin oldu. Burada 1986 yılında Doçent oldu. İslam Felsefesi Profesörlüğü'ne yükseltildi ve 1993 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kurucu Dekanlığı'na tayin edildi. 2003 yılına kadar üç dönem arka arkaya dekanlık yaptı. 1993-1999 yıllarında, Sosyal Bilimler Enstitüsü Kurucu Müdürlüğü görevini de yürüttü. 2010 yılı itibariyle İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi ve Felsefe ve Din Bilimleri Bölüm Başkanı olarak görev yapmaktadır. 

Çok iyi derecede Fransızca ve Arapça bilen Prof. Dr. İsmail Yakıt'ın birçok yayını bulunmaktadır. Yayınlanmış kitaplarının sayısı 15'den; Mahallî ve Türkiye genelinde yayın yapan televizyonlarda katıldığı sohbet ve tartışma programlarının sayısı

30'dan; Atatürk, Din, Laiklik ve Cumhuriyet konularında asker ve sivillere verdiği konferansların sayısı 50'den, millî ve

milletlerarası sempozyum, kongre ve panel gibi katıldığı ilmî toplantıların sayısı 100'den; Yurtiçi ve Yurtdışında ilmî ve kültürel konularda verdiği konferansların sayısı 500'den fazladır.  

Hâlen Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 

Çalışmalarının bir kısmı İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Arapça, Almanca ve Japoncaya çevrilmiştir.

YAYINLANMIŞ KİTAPLARI:

1-Atatürk ve Din: Ötüken Neşriyat, 2006. 2- Kur’an’ı Anlamak: Ötüken Neşriyat, 2003. 3- Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Târih Düşürme: Ötüken Yayınevi, 2003. 4- Hz. Peygamber’i Anlamak: Ötüken Neşriyat,  2003. 5- l'Attitude du Christianisme et de l'Islam en Face du Darwinisme. (Positions Exégétiques)-Etudes Comparées-Paris-IV, Sorbonne Üniversitesi'nde hazırlanmış ve savunulmuş Doktora Tezi: Paris, 1979. Gerekli ilave ve düzeltmelerden sonra l'Origine et l'Evolution de l'Homme Selon le Darwinisme, la Bible et le Coran adıyla yayındadır. 6- Ihvân-ı Safâ Felsefesinde Bilgi Problemi: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1992. 7- Batı Düşüncesi ve Mevlâna: Ötüken Yayınevi, 2000. 8- İslam’da Bilim Târihi: Isparta, 2002. 9- Arşiv Belgeleri Işığında Kızılcabölük: Isparta, 2002. 10- Yunus Emre’de Sembolizm / Çıktım Erik Dalına: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002. 11- Türk-İslam Düşüncesi Üzerine Araştırmalar: Ötüken Neşriyat, 2002. 12 Osmanlı Araştırmaları: Isparta, 2002. 13- İslamı Anlamak: Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005. 14- Atatürk ve Milli Haysiyet: (Baskıya hazırdır). 15- Evrim ve İslam: (Baskıya hazırlanıyor).

TERCÜME ETTİĞİ KİTAPLAR

1- İbn Sînâ Felsefesi ve Ortaçağ Avrupa’sındaki Etkileri: (Prof.Dr.A.-M. Goichon'dan): Ötüken Yayınevi, 2000. 2- İbn el -Arabî ve Fahreddin el-Râzî'nin Düşüncesinde İlâhî "BEN" ile Beşerî "BEN" (Prof.Dr.R.Arnaldez'den): İstanbul, 1985. 

RAMAZANLIK SORU VE CEVAPLAR

Nikotin bandı orucu bozar mı?

Kaide olarak orucu bozan şeyler, vücuda normal yollarla giren maddeler ve cinsî ilişkidir. Vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri şeyler deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla emilerek kana karışmaktadır. Ancak cildin bu emişi, çok az ve yavaş olmaktadır. Diğer taraftan bu işlem yeme, içme ve beslenme anlamına da gelmemektedir. Bu itibarla, deri üzerine sürülen merhem, yapıştırılan ilaçlı bantlar orucu bozmaz. Bu açıdan sigarayı bırakmak isteyenlerin kullandığı nikotin bantları da orucu bozmaz.

Anjiyo yaptırmak orucu bozar mı?

Halk arasında anjiyo olarak bilinen operasyon, teşhise yönelik (anjiyografi) ve tedâviye yönelik olarak uygulanmaktadır. Anjiyografı vücut damarlarının görüntülenmesi demektir. Tedâviye yönelik olarak uygulanan anjiyonun klasik yöntemi anjiyoplastidir. Bu ise, dar veya tam tıkalı damarların balon ya da stent denilen özel araçlarla tekrar açılması için yapılır.

Bu bilgiler ışığında gerek anjiyografi, gerekse anjiyoplasti operasyonlarında yemek ve içmek anlamı bulunmadığından, oruç bozulmaz.

Tutmadığı oruçları kaza etmeden oruç tutamayacak hâle gelen kimse ne yapmalıdır? 

Fakihlerin çoğunluğu, ‘Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir fakir doyumu kadar fidye öder.’ (Bakara, 2/184) ayetinden hareketle, mâzeretli veya mâzeretsiz oruç tutmamış ve kazâ etmeden ölüm döşeğine düşmüş kimselerin oruç borçları için fidye ödenmesi vasiyetinde bulunmalarının müstehap olacağını söylemişlerdir. Eğer vasiyet etmişse mirasçıları malının üçte biri oranında bu vasiyeti yerine getirirler.