“(Münâfıklar arasında) bir de (mü’minlere) zarar vermek (hakkı) irkâr etmek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resûlüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve (Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik, diye mutlak yemin edecekler de vardır. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarını şahitlik eder.” (Tevbe 9/107)
(Medine’de İslâm’dan önce, Ebû Âmir isminde birisi hıristiyanlığı kabul etmiş, hristiyanlık teolojisi tahsil ederek papaz-rahip olmuştu. Resûl-ü Zîşan Efendimizin Peygamber’liğine hased ederek, Uhud ve Huneyn’de müslümanlara karşı savaşmıştır. Bu adam, müşriklerin her iki savaşta da mağlup olmaları üzerine Şam’a kaçmış, oradan münâfıklara, “Elimizden geldiği kadar silahlanalım, hazırlanın ve benim için bir ma’bet yapın. Ben Rum Kayseri’ne gidiyorum, oradan büyük bir ordu ile gelip, Muhammed ve arkadaşlarını Medine’den sürüp çıkaracağım”diye haber gönderdi.
Münafıklar da Kuba Mescidinin cemaatini bölmek, mü’minler arasına nifak sokmak ve adı geçen papaz’a bir ma’bet hazırlama maksadıyla bir mescid (Mescid-i Dırârı) yaptılar.
TAKVÂ ÜZERİNE KURULAN MESCİD:
Benî Amr İbn-i Avf, Kuba Mescidini inşa ettiklerinde Resûlüllah’a bir elçi gönderip arzetmişler, teşrif buyurup mescid’lerinde kendilerine namaz kıldırmasını rica etmişlerdi. Resûlulüllah sallallahu aleyhi ve sellem teşrif buyurdular, arzularını yerine getirdiler.
Takvâ üzerine kurulan mescidi bina edenlerin amcazadeleri olan, Benî Gunm İbn–i Avf ve diğer münâfıklar hased etmişler, “Biz de bir mescid bina eder ve Resûlüllah’ı da’vet ederiz, burada namaz kılar, rahip Ebû Âmir, Resûl-i Ekrem bir şahsa “Elfâsık” ismini vermişti. 
Uhud Muharebesinde şehid düşen ve Cesed-i Mübârekesî, melekler tarafından yıkanan “Hanzele” radiyallâhu anh’ın babasıydı.
Resûllülah’ın nübüvvet ve risâlet vazifesine başlaması üzerine Kureyş içinde i’tibarı iyice sarsılan, Ebû Âmir Peygamber’e ve müslümanlara düşmanlık etmeye başladı. Müşrikleri tahrik ve teşvik ederek kendisi de Uhud muharebesine katılmış ve Resûlüllah’a “Seninle savaşan herhangi bir kavmi bulursam, her halde onlarla beraber seninle ben de savaşacağım,” demiş ve Huneyn Savaşı’na kadar da böyle yapmıştı. Huneyn Muharebesinde Havazîn kabilesi perişan olunca Şam’a kaçmıştı. Kaçarken münâfıklara “Gücünüz yettiği kadar kuvvet ve silahla hazırlanınız, ben Kayser’e gideceğim ve asker getirip Muhammed ve Ashabını Medine’den çıkaracağım,” diye haber göndermişti.
Münâfıklar da Tavâ üzerine kurulan Kuba Mescidi civarında bir mescid bina etmişler ve Hz. Peygamber’e: Hastalık ve ihtiyacı olanlar için, yağmurlu ve kışlı geceler için bir mescid bina ettik. Burada bize namaz kıldırıp bereket ile du’a edivermenizi arzu ediyoruz,” demişlerdir. Resûlüllah da, “Şimdi sefere çıkmak üzere bulunuyorum, meşgulüm, inşâllah geldiğimizde kılarız,” buyurmuştu.
Tebûk Gazasından döndüklerinde, münafıklar mescide gelmesini istediler. Bunun üzerine yukarıda meâlini arzettiğim âyet mütâkıp âyetler nâzil oldu.
Mescid-i Dırar’ı anlatabilmek için bu kadar geniş bir dibâce’ye ihtiyaç hasıl olmuştu.
Bir de Serlevhada’ki “Dikildi, didilmek, “ne demek, kısaca izah’tan sonra asıl mes’elemize getireceğiz.
Köyler’de ve kasabalar’da, biraz da zamanın ruhuna uygun olarak, her dört yılda bir yapılan muhtarlık seçimlerinde, ahâli, cami’in önünde veya en geniş köy odasında toplanır, Aksaçlı’lar, aralarında muhtarlık seçimini müzâkere ederlerdi. Önce şartlar ortaya konulur, “Muhtar adayı olacak kimse öncelikle boğazından haram girmemiş olacak, hiç kimse’nin ırzında nâmusunda gözü olmayacak, hiç kimse ile da’va’lık olmayacak, herkesle barış halinde olacak...
En yaşlı Akçalı, “Bu şartları hâiz birisi varsa ve muhtarlığa tâlip ise ayağa kalksın,’ der.
Herkes otururken, muhtarlığa tâlip olan ayağa kalkar, ondan başka da ayakta olan kimse bulunmaz. Anadolu’da işte buna “Dikilmek” denilir. 
Tek Parti Mütegallibe zamanında tek dereceli seçim olmadığı için, milletvekilliği dâhil, bütün makamlara Parti Merkezi tespit eder, Müntehib-i Sâni’ler (İkinci seçiciler) seçerlerdi. Bu bakımdan, seçilmiş denilmez, “Muhtar dikilmiş, Belediye reisi dikilmiş meb’us dikilmiş,” denilirdi.
İMAM-I RABBÂNÎ EVLADI’NA:
Sahib-izamam, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid, Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî, el Ma’ruf bir TUNAHANI, Efendi Hazret’leri, tâ! 1924’ten i’tibâren bu zihniyyetin gadderca zulümlerine ma’ruz kalmış, hayatının her safhasında bu zulüm ve işkenceler devam etmiştir.
Herkesin sustuğu, susturulduğu, köşesine çekildiği yıllar’da Ümmet–i Muhammed’in evladına dinimi öğretmekten başka herhangi bir faaliyeti olmayan Mübârek zât, zaman zaman, İstanbul Emniyeti’ne celbediliyor, Alman Nazi’lerinden alınan ve burada uyarlanan, Nazi İşkence aletleriyle ağır işkenceler, dayanılması insan gücünün üstünde mezâlim’e ma’ruz bırakılıyordu. İkâmet buyurdukları Hâne-i Sâadet’leri 24 saat resmî-sivil polisler ve hafiyer tarafından sürekli tarassud altında tutuluyordu. Aynı zihniyyetin mensupları tarafından ağır bir iftira ve bühtana ma’ruz kalıyor, yaşlı ve şeker hastalığından ağır bir şekilde muztarîp bulunmasına rağmen, cânî’ler ve kâtiller gibi evinden alınıyor, Kütahya’ya götürülüyor, binbir hakaretle zindana atılıyordu. Aynı zihniyyetin mensuplarının mezâlimi, yakınları, da’vâ’sı, evlâdı için de aynen uygulanmıştır.
İmam–ı Rabbânî Evlâdı, Küfrü iltizam etmenin küfür olduğunu, hatta, küfre rıza göstermenin de küfür olduğunu bilir.
Mutlâk İtaat, (Gassal’in elindeki Meyyit gibi Hali “Mâverâü’ş-Şerîa, Seyr-i Sülûk içindir. Havas-ı Hamse ve akılla idrak olunan hususlarda mutlâk itaat olmaz, meşveret vardır. “Hâlîk’a isyan’da Mahlûka itaat edilmez. Aman! Dikkat!...