“Bugün dünya milletleri, aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin saadetine hâdim olmağa elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Çünkü dünya milletlerinin saadetine çalışmak diğer bir yoldan kendi huzur ve  saadetini temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn, vuzuh ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur. Beşeriyetin hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir uzvu addetmek icap eder. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün aza müteessir olur. Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık varsa, “Bana ne?” Dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi, onunla alâkadar olmalıyız. Hâdise ne kadar uzak olursa olsun bu esastan şaşmamak lâzımdır. İşte bu düşünüş insanları, milletleri ve hükümetleri hodbinlikten (bencillikten) kurtarır. Hodbinlik şahsî olsun, millî olsun daima fena telâkkî edilmelidir.” (Atatürk’ten Düşünceler, Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul-1986, s. 137-138) Bu sözler yurtta Birlik ve Beraberlik isteğinin, dışa da yansıması gerektiğini vurgular. “Yurtta sulh, cihanda sulh.” Sözünü de açıklar. 
Nitekim “Meşhur müfessir (Fahreddin-i Razi) Tefsir-i Kebir’inde: ‘Din ve iman müstesna tutulmak kaydıyla, bir Müslümanın bir gayr-i müslimi hafife almasını, ona karşı böbürlenmesini câiz görmemekte ve insanların iman ve küfür haricinde, diğer övülen sıfatlar itibariyle müşterek olduğu’nu ifade etmektedir. - Fahreddin - i Razi, Tefsir-i Kebir, c. 28, s. 138 - ” (İslâm’da Birlik, Mehmed Kırkıncı, İstanbul-1987, s. 84)
“Mâlûmdur ki bir bedende, bütün âzaların bir tek rûha bağlanmasıyla Birlik hâsıl olur, vücut kuvvet bulur ve sıhhat kazanır. Bedendeki âzaların vazifeleri, yapıları, fonksiyon ve hususiyetleri ayrı ayrı oldukları hâlde, tamamı bir tek rûha bağlıdır.Ondan medet alır. Onun namına hareket eder. Vazifeleri birbirinden ayrı olan bütün bu âzaların muvaffakıyetleri, bir tek ruhu kabul etmelerine ve ona bağlanmalarına vabeste (dayanmakta)dır.
“O tek ruhu kabul etmeyen, ondan intisabını (nispet ve bağını) kesen âza mefluçtur (felçli). Demek ki vücudun Birliği, ruhun Birliğinden gelmektedir. Ruhun bu birleştirici ve hayatî fonksiyonunu hiçbir âza yüklenemez. Ve kendisini onun yerine koyamaz. Mesela “göz” olmazsa, vücut mevcudiyetini noksaniyetle de olsa devam ettirebilir. Ama ruh olmazsa, artık vücudun varlığından söz edilemez. Her bir âza, ruhun hayat ve feyzinden nasibini almakla memnun ve mes’ûd olur. Her âzanın kendi uhdesine (payına) düşen vazifeyi yapmasıyla hâsıl olan semere (ve sonuç)tan, şereften, kemâlden, bütün âzalar hisselerini ayrı ayrı alırlar. Meselâ bütün âzalar müdebbirane (tedbir alıcı) bir aklın tefekkür ve temkininden fayda gördükleri gibi, herbir âzanın kendi vazifesini lâyıkıyla yapmasından da akıl müstefid (faydalanmış) olur.
“Bir millet de, bütün efradı (fertleri), bütün sınıf ve tabakaları ve bütün müesseseleri ile bir vücut gibidir. Onların hayat, ittihat, devam ve bekaları da hepsini ihata edebilecek (kuşatacak) ‘Mukaddes bir mefhum’a bir ‘Şahs-ı Mânevî’ye bağlanmalarıyla mümkün olur. İşçiler-işverenler, köylüler-şehirliler, hocalar-talebeler. Hâsılı bütün içtimaî sınıflar, o şahs-ı manevî’nin birer âzaları hükmündedirler.
“Biri dimağı ise, diğeri kalbi, biri gözü ise, diğeri ayağıdır. İşte bütün bu âzaların huzur ve sükûnunu, ittihat ve tesanüdünü (dayanışmasını) te’min etmekle, hayat-ı umumiyenin âhenk ve intizamını Din (İnanç) te’sis eder. Dinin bu fonksiyonunu meselâ ‘ilim’ yüklenemez. Çünkü, cemiyetin bütün fertlerinin âlim olması düşünülemez. ‘Kavmiyetçilik’, ‘Irkçılık’ da yüklenemez. Çünkü kavmiyetçilik ihtilâfın menşeidir, ittihat ve imtizacı (uyuşmayı) te’sis edemez.
(Hele Doğu’da hiç kuramaz. Çünkü yine büyük İslâm âliminin dediği gibi, ekser enbiyanın şarkta, ekser feylesofun garpta gelmesi, kader-i İlâhînin bir remzidir ki, şarkta hükümferma olan dindir. Doğuda hükmedecek olanlar, dindar olmasalar da, dindarlara hürmetle mükelleftirler.)
“Bu fonksiyonu, ‘Meslek Birliği’ de yüklenemez. Çünkü, cemiyetin bütün fertlerinin işçi, çiftçi, mühendis, yahut doktor olmaları da tasavvur edilemez. Kısacası, bir milleti meydana getiren hiçbir organ, kendi ünvanını, vasfını şahs-ı manevisini millete ‘ruh’ yapamaz. Ama bütün bu organlar, o mukaddes rûhu kabul edebilir ve ona bağlanabilirler.
“Herkes ‘Allahımız bir, Rabbimiz bir, Hâlikımız bir, Mâbudumuz bir, Dinimiz bir, Vatanımız bir, Milletimiz bir…’ diyebilir. İçtimaî merkez olan havastan (aydından), içtimaî muhit olan avama (halka) kadar herkes, aynı mâbed içinde toplanabilir. Bir tek dinin (inancın) çatısı altına girebilir. Demek ki, bir milletin rûhu, ancak din (inanç) ile olabilir. Bu ruhun müessiriyetinin (tesirinin) kalmadığı mıntıkalarda felç başgösterir.
“Bugün, birçok içtimaî uzvumuz, hayatiyetini kaybetmiş, çalışamaz hâle gelmişse, araştırıldığında, temelde dinî (inanç) hissiyatın(ın) o uzuvlarda ihmal edilmiş olduğu görülecektir.
“(İşte inanç) insanların hem nefislerini, hem kalblerini, hem ruhlarını, hem akıllarını tatmin ederek, onları faziletten saadete, saadetten kemalata (olgunluğa) ulaştırır. 
“Malumdur ki, ilim insanların sadece mütehassıslarına hitap ettiği hâlde, din, avam (halk) ve havas (aydın), bütün bir cemiyete feyzini neşreder. (Böylece milletin Birlik ve Beraberliği gerçekleşmiş olur. Fakat) avamı (halkı) mütedeyyin (dindar), havassı (aydını) dine lâkayt (kayıtsız) olan memleketlerde, avamda (halkta), havassa (aydına) karşı hürmet ve itaat; havasta (aydında) ise, avama (halka) karşı şefkat ve merhamet kalmaz! (Birlik ve Beraberlik de dumura uğrar, körleşir.)” (a. g. e., s. 136 -142)
Velhasıl, bir makinenin bütün aksamı çalışırsa, bir vücudun her uzvu sıhhatliyse, bir memleketin de, bütün müesseseleri düzgün işlerse ancak, fonksiyonlarını verimli bir şekilde yerine getirebilir. Birinde başgösterecek bir aksaklık, bütüne yansır ve onu mefluç kılar.
Madde plânında böyle olduğu gibi, manada da durum bundan farklı değildir. Birlik ve dirliği bozulan toplumlar kaosa sürüklenir, başı çok ağrır ve hatta varlık ve mevcudiyeti hayatî tehlikelere açık ve giriftar olur. Öyleyse:
“Nefis her şeyden ednâ / aşağı, vazife / görev her şeyden a’lâ / üstün.” Demeli, bütüne halel getirici söz ve davranışlardan hazer etmeli / çekinmeli ve kaçınmalı, Birlik ve Beraberliğimizi her şeyin üstünde tutmalıyız.