101 KISSA / SEBEP - OLAY - SONUÇ

Kitabın yazarı Muzaffer Coşkun, İmam Hatip Lisesi mezunu, sıradan bir din görevlisi değildir. Teemmül ve tefekkür eden, ufku geniş, kalemi güçlü bir yazardır. Hazırladığı didaktik hikâyeler kitabına ‘101 Kıssa / Sebep – Olay – Sonuç
’ ismini vermiş. Hatâsız, akıcı, kolay anlaşılan ve yaşayan güzel Türkçemizle yazılan 11 X 16 santim ölçülerinde 186 sayfalık kitap, bir solukta okunabilecek kadar çekici. Kitabın, bu özellikleri kazanmasında muhtemelen ‘Editör’ olarak hizmet veren, Türk Dili ve Edebiyatı dalında üniversite eğitimi görmüş Kemal Ertuğrul Öztürk’ün de tesirleri vardır.

 

Kitapta yer alan; bir kısmı yaşanmış, bir kısmı düzenlenmiş - yakıştırılmış fabl türünde hikâyelerin hepsinde, temelinde İslam bulunan ve millî kültürümüzün önemli bir unsurunu teşkil eden ahlakî değerler ön plana çıkıyor. Hikâyelerin hepsi, yetişme çağındaki çocuklarımızın, torunlarımızın olduğu kadar, değerlerimizin uzağında kalmış yetişkinlerin faydalanabileceği bilgiler, tavsiyeler ihtiva ediyor. Bütün okuyanlarını tesir sahâsına çekecek kadar inandırıcı.

 

Kitapta yer alan 101 Kıssa’nın her biri, titizlikle ve isâbetle seçilmiş, mükemmel olmakla birlikte bâzıları var ki, o güzelliklerin başında taç gibi duruyor.  Hayırsever Adam ile Terbiyeli Çocuk’, başlıklı bölümde, günümüzdeki bâzı yetişkinlere bile örnek olabilecek küçük bir çocuğun; edepli, olgun ve mütevazı davranışına, ‘Ağacın Şâhitliği’ başlığı adlındaki satırlarda; adâletin tecellisi için çırpınan kadı efendinin hakirulade zekâsına hayran olmamak mümkün değil.

 

Hangi biri anlatılmalı? 24 numaralı kıssada, kötü niyetli üç kişinin kötü âkıbetlerinin derhal tecelli edişi, 33 ve 34 numarada hem düşündüren hem de tebessüm ettiren 37 ve 58 numarada ibretlik, 62 numarada, ‘Şeyh Şâmil’ başlıklı bölümde olduğu gibi okuyucunun göz pınarlarına, icâbeti kaçınılmaz kılan ısrarlı dâvetiyeler çıkaran bölümler… kitabın, altın tepsi içerisinde sunduğu zümrüt ve pırlanta değerinde hediyeleridir. 66’da ibretlik, 69’da muhteşem, 70’de terbiyevî hikâyeler, 74’te hayâli cihan değer bir dostluk, 76’da imanlı – inançlı insanların Cenab-ı Allah’ın vâsi koruması altında olduğunu ispat eden, 77’de, örnek davranışların, güzel neticelere vesile olma gibi özel kıymetini ortaya koyan hikâyeler… Herbiri, yekdiğerinden daha muhteşem… Üstelik büyük bir ustalıkla sıralanmış.

 

87. kıssa, görev şuuru ve adâlet kavramı hakkında, 89. kıssada İngiliz bayan ev sâhibinin Müslüman Türk çocuklarına verdiği müthiş ders…

 

Öncekiler ve sonrakiler sıradan hikâyeler mi? Hayır! Hepsi hârika, hepsi duygulu… Gözyaşlarınız tükeninceye kadar devam edebilirsiniz. Son sayfaya geldiğinizde ise, ‘Eyvah! Bitti…’ Diye üzülürsünüz.

 

Üzülmeyiniz. Tefekkür ediniz.

 

Sonra yeniden okumaya başlayınız. Kapalı gönül kapıları açılacak, başka bir râyiha, başka bir lezzet bulunacaktır. Çünkü eserin yazarı; gönül gözü açık, gönül kapılarını açan bir muhterem Allah (cc) dostudur. 

 

1698 – 1763 yılları arasında yaşayan Osmanlı Devlet adamı, şâir, kütüphâneci, diplomat ve 6 yıl sadrazam olarak görev yapan Koca Ragıp Paşa; ‘Eğer maksud eserse, mısra-ı berceste kâfidir.’ Diyor. ‘101 Kıssa / Sebep – Olay – Sonuç’ isimli kitabın her sayfasında satırlar dolusu mısra-ı bercesteler var.

 

GONCA YAYINEVİ:

Büyükreşitpaşa Caddesi Nu: 16, Yümni İş Merkezi Dükkân: 13 Laleli, İstanbul. Telefon: 0.212-528 50 76 Belgegeçer: 0.212-519 71 98 e-posta: [email protected]  www.ibretli.net 

 

MUZAFFER COŞKUN:

1944 yılında Erzurum’un Oltu İlçesi Tutmaç Köyü’nde doğdu. İlkokulu Oltu’da bitirdi. Küçük yaşta İstanbul’a gelip Gönenli Mehmet Efendi’nin kurslarına katılarak hıfzını tamamladı. Tâlim ve kıraat dersleri aldı. İmam-Hatip Lisesi’nden muzun oldu. 1966 yılında Sarıyer / Rumeli Kavağı’nda ilk vazifesine başladı. Akabinde Sarıyer Merkez’de bulunan Ali Kethüda Camii’nde görev yaptıktan sonra 1975 yılında Beşiktaş’taki Hoca Hayri Camiine imam-hatip olarak tâyin edildi. .

 

1982-1985 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından gönderildiği Hollanda’da Din Görevlisi olarak vazife yaptı. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan 2 defa takdir belgesi aldı. 1985 yılında Hoca Hayri Camii’nin yeniden inşasına önayak oldu ve caminin altında Ertuğrul Kur’an Kursu’nun açılmasını sağladı. Ertuğrul Kur’an Kursunda, 120 hâfızın yetişmesine vesile oldu.

 

Sinan Paşa Camiinde ve Yahya Efendi Camiinde imam-hatip olarak görev yaptı ve 45 yıllık hizmetinin ardından 15 Aralık 2009 tarihinde yaş haddinden Hoca Hayri Camii’nden emekli oldu. Evli ve dört çocuk babasıdır. Arapça ve İngilizce bilmektedir.

 

Yazarın Yayınlamış Olduğu Kitaplar:

1-Yıldızlı Cümleler ve Unutulmaz İbretli Sözler, 2-Nasıl Başardılar? Saadete Götüren Muvaffakiyetin Sırları, 3- 101 Kıssa / Sebep-Olay-Sonuç.

 

Yazarın Yayınlanacak Olan Kitapları:

1-Bir Demet Tebessüm (Latifeler Nükteler), 2-Çocuk Yetiştirme ve Terbiye Kılavuzu, 3- 1001 Kıssa - Her Kıssadan Bir Hisse, 4-Seher Vakti ve Gecelerin Esrarı, 5-İnsan Yönetimi Sanatı – İdarecilik.

 

 

DERKENAR:

ALLAH DOSTLUĞU

    

İnsanın, çeşitli devrelerinde, eşyadan lezzet alması birbirine eşit değildir. Çocuğun bütün lezzeti yemektedir. Bundan başka birşey bilmez. Yedi yaşına gelince yediklerini birbirinden ayırmaya, seçmeye başlar. Şundan değil de öbüründen biraz daha fazla lezzet alır. Güzel giyinmenin lezzetini on yaşından sonra anlamaya başlar. Biraz daha büyüyüp yüksek bir makam ve mansıba erdi mi dünya lezzetleri son bulur. Fakat bunların hiç birinin bâtınını tatmin etmediğini gözü varsa görür. Çünkü bunların hepsi Cenâb-ı Hakkı bilmenin yanında hiçtir.

Âriflerin sözlerine kulak ver ve dikkat et, hallerini anlamaya çalış. Marifet ve Hak dostluğunun her şeyden kıymetli olduğunu anlarsın.

Mârifet-i Hakk'ın gizli olmasının sebebi şudur: Bir şeyi bilmek ya tehlikelidir veya zordur. Bunun iki sebebi vardır: Bir şey örtülü olur. Aydınlık olmaz, ikincisi son derece aydınlık olur. Fakat gözde onu görecek takat olmaz. Meselâ yarasalar gündüz görmezler, gece görürler. Bu, eşyanın gece göründüğünden değildir. Yarasanın ışığa tahammül edemeyecek derecede zayıf gözlü olduğundandır.

İşte Cenab-ı Hakk'ın marifeti de son derece açık ve aydınlıkdır. ‘Ez-Zâhir’ O’dur. Gönüller O’nu bulmaya tahammül edemezler. İşte akıl ve hayâle gelmeyen ne kadar mahlûk varsa hepsi de O'nun kudret ve celâliyle perdelenmiştir. O, her an zahirdir. Fakat kulda onu kendi imkânları ile müşahede imkânı yokdur.

Bu şuna benzer: Hiç bir ışık güneşten daha parlak değildir. Ve hiç bir ışık yokdur ki, ondan ışık alıp onunla zahir olmasın. Fakat güneş belirli bir zaman batmasa yahut eşyanın gölgesi yere düşmese idi kimse yeryüzünde bir ışığın olduğunu bilmeyecekti. Bunu bilenler de bilmeyenlere anlatmak için bunun zıddını düşünüp misâl getirerek anlatmaya çalışacaklardı.

İşte Cenâb-ı Hak için -hâşâ- bir an için gaybet ve adem mümkün olsa idi yer, gök o anda mahvolurdu. İşte her şey onun varlığına şehâdette bir sıfat üzeredir. Hulâsa nur, nuruyla gizlenmiştir.

Bir başka husus da şudur. Çocuklukda bu dünya rastgele seyredilir. Eşyanın her biri bir yer tutar. Çocuğun, eşyanın şahadetlerini işitecek aklı olmadığı için bir şey yok sanır. Her kimin gözü zayıf değilse gördüğü her şeyin Allah'ın sanatının eseri olduğunu görür.

Meselâ güzel bir hat gören kimse yazıdan evvel kalemi ve kâğıdı düşünür. Onu yazanı düşünür. Bu istidlal ehillerinin hâlidir. Daha ilerisi ise, yazanı yaratanı ve onun sanatlarını düşünmek ve onu tanımanın yollarını tutmaktır.

İşte Allah dostluğu bütün bu makamların üstünde bir makamdır. Kulun kemâlâtının en son derecesi Hak dostluğunun gönlünde galip olması ve dostundan başka her şeyden alâkasını kesme-sidir. Eğer bir kimse bunun ne demek olduğunu merak ederse Allah'dan başka her şeyden gönlünü temizlesin! Dünya dostluğunu, gönlünden çıkarsın. Allah dostluğuna mâni olan her şeyi terkedip, O'nun marifetini şevkle istesin! Allah'ın dostlarıyla beraber olsun. Marifet tohumları, vücûd toprağında hazır beklemektedir. Bunların filizlenmesi için zikre ve fikre devam etmek lâzımdır.

Aslında hiç bir mü'min muhabbetin aslından hâlî değildir. Lâkin aradaki farklar üç sebebdendir.

Birincisi: Mü'min kendini, dünya dostluğunda ve meşguliyetinde heder etmektedir. Dostlukda esas olan ise vahdetdir. Bir ikinci şey ile meşguliyet dostluğa sığmaz, Allah dostluğuna başka şeyler karışır ise iş bozulur.

İkincisi: Mü'minler marifet derecelerinde, birbirlerinden farklıdırlar. Kim mârifetullaha daha fazla vâkıfsa, onun dostluğu daha fazladır.

Üçüncüsü: Zikir ve ibâdetle ünsiyetin hâsıl olması lâzımdır, ibâdete, kulluk vazifesini ifâya önem vermeyince bu hasıl olmaz.

Kim neyi çok zikrederse onunla, ünsiyeti artar ve zikr ede ede zikrettiği bir gün karşısına çıkıverir. İşte O'nu dost bilmeyen, dost tanımayan asla O’nu tanıyamaz. Muhabbet marifetin semeresidir.

 

(MÛSÂ TOPBAŞ: TASAVVUF VE MÂRİFETULLAH. Erkam Yayınlar. İstanbul, 2012)

 

KUŞBAKIŞI:

 

ÜÇ TARZ-I SİYÂSET

Yusuf Akçura; yirminci yüzyıl başlarında düşünce hayatımızda büyük bir ivme kazanan ve hem siyâset hem de kültür hayatımızda açık bir şekilde meyvelerini gördüğümüz Türkçülüğün akla gelen en önemli simalarındandır. Hatta birçok araştırmacı Yusuf Akçura’yı ‘Türkçülüğün babası’ olarak kabul eder. 

 

Makalenin yazılışının üzerinden bir asırdan fazla zaman geçti. Buna rağmen Mısır’da yayınlanan Türk Gazetesi’nde yer alan ‘Üç Tarz-ı Siyâset’ başlıklı bu makale, Türkçülüğün manifestosu olarak kabul etmiştir. Akçura, bu önemli makalesinde dönemin üç önemli siyâsî akımı olan Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülüğü ele almış ve bu akımların müspet ve menfi yanlarını, ayrıca hangi nispette tatbik edilebilir olduklarını mevcut örnekler üzerinden tartışmıştır.

 

12 x 19,5 santim ölçülerinde 126 sayfalık kitap, Şubat 2015’te yayınlandı.

 

ÖTÜKEN NEŞRİYAT:

İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul.  Telefon: 0.212-251 03 50  Belgegeçer: 0.212-251 00 12 www.otuken.com.tr  e-posta: [email protected] 

 

YUSUF AKÇURA:

Kazan yakınlarındaki Simbirsk şehrinde, 2 Aralık 1876’da doğdu.

Babasının ölümü üzerine 7 yaşında iken annesi ile birlikte İstanbul’a geldi. İlkokulu bitirdikten sonra Kacamustafapaşa Rüştiyesi’ne kaydoldu. 1892 yılında Harbiye öğrencisi oldu. Çalışkan bir öğrenciydi. Mezuniyetten sonra kurmay sınıfına ayrıldı ise de Jön Türklerle ilişkili olduğu gerekçesiyle tevkif edildi. Sonradan kaleme aldığı hâtırâlarında, o tarihlerde Jön Türklerle bağlantısının olmadığını fakat Türkçülük fikrine yakınlaştığını ve giderek şuurlu bir ideoloji haline geldiğini belirtir.

Tevkif edilmesinden sonra arkadaşları ile birlikte Fizan’a sürgüne gönderilmesi kararlaştırıldı. Bir süre sonra affedilerek rütbesi geri verildi ve Trablusgarp’ta görevlendirildi. Bir yıl sonra, Avrupa’da yüksek tahsil yapmak maksadıyla önce Tunus’a kaçtı, oradan Fransa’ya geçti. Paris’te Siyasal Bilimler Okulu’na kaydoldu. Okul yıllarında önce Sadri Maksudî Arsal ile sonra da Jön Türkler hareketinin önderlerinden Ahmet Rıza ile tanıştı. Jön Türklerin Paris’teki yayın organı olan Şûrâ-yı Ümmet Gazetesi’nde yazılar yazmaya başladı. 1903 yılında tahsilini tamamladıktan sonra Kazan’a döndü. Kendisine büyük şöhret kazandıran ve çok tartışılan Üç Tarz-ı Siyâset başlıklı makalesini yazdı ve Kahire’de çıkan Türk isimli gazeteye gönderdi. Yazı, 1904 yılının Nisan ve Mayıs aylarında yayınlandı.

Yusuf Akçura, İstanbul’da ve Osmanlı yönetimindeki topraklarda ömrünün çok az bir bölümünü yaşamış olmasına rağmen, Osmanlı Kültürü’nü benimsemiş bir aydındı. 12 Mart 1935 tarihinde 59 yaşında iken İstanbul’da vefat etti.

 

KÜRŞAD:

Türk tarihinin destanlaşan kahramanı Kürşad, bir yıldırım, bir şimşek, bir bozkurttu. Attığını vurur, vurduğunu devirirdi. Oku hızlı, kılıcı keskin, mızrağı deliciydi… Cesurdu, ataktı. ‘Esir hayatı bu millete yakışmaz’ Dedi ve bir gece, kendisi gibi kahraman 39 arkadaşı ile birlikte Çin sarayına hücum eti. Maksatları, Çin imparatorunu rehin almak, karşılığında hakanlarının serbest bırakılmasını sağlayıp, Türk milletini bağımsızlığına kavuşturmaktı.

 

Binlerce Çin askeriyle vuruştular. Vey Irmağı’ndan karşıya geçmeye çalışırlarken azgın sulara kapılıp uçmağa vardılar.  Türk milleti onları unutmadı. Romanlarda, hikâyelerde, tiyatro eserlerinde ve filmlerde yaşattı. Bu defa da Hüseyin Adıgüzel’in kaleme aldığı, Meryem Çimen’in resimlediği çizgi romanda yaşıyor. 

 

BİLGEOĞUZ YAYINLARI:

Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65

Belgegeçer: 0.212-527 33 64  e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr 

 

 

TILSIMLI GÖMLEKLER:  

Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonundaki Tılsımlı Gömlekler, Topkapı Sarayı’nın, Pâdişah Elbiseleri koleksiyonunda bulunan seksen yedi adet tılsımlı gömlek, bir takma yaka, beş takke, on yazılı ördü ile yaklaşık yüz parçayı içeren tasarımıyla göz kamaştıran koleksiyonluk bir kitap. Tılsımlı Gömlekler, üzerindeki yazı ve süslemelerle hat ve tezhip sanatında ulaşılan mertebeyi gösteren dönemin sosyal hayatını ortaya koyan âdetâ konuşan tarih niteliğindedir. Çözülemeyen şifreli kadlarıyla sırrını hâlâ koruyan elbiseler, geçmişle günümüz arasında köprü kuran eşsiz bir kültür mirasıdır.

Hülya Tezcan, 202 sayfalık resimli kitabında bunları anlatıyor.

TİMAŞ YAYINLARI: Alayköşkü Caddesi Nu: 11 Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-511 24 24 Belgegeçer: 0.212-512 40 00 e-posta: [email protected]  www.timas.com.tr 

 

 

KISA KISA…

1- TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?: Süleyman Kocabaş. Vatan Yayınları

2- ASR-I SAADET’DE TÜRKLER: Ahmet Sarıbay. Biyografi Net Yayınları.

3-TÜRKLER / UZUN BİR SERÜVENDEN KISA NOTLAR: Ahmet Taşağıl, Ahmet Vurgun, Ali Akar, Reha Bilge, Selçuk Mülayim, Tufan Gündüz, Vahdeddin Ergin. Giza Yayıncılık.

4- SUSARAK KONUŞALIM: Ali Çolak. Zaman Kitap.

5- KÜLTÜR VE DİN: Prof. Dr. Yümni Sezen. İz Yayıncılık.