ZİHİN SANCILARI

Bir iddiaya göre şiir okuyucusundan çok şâirimiz var. Erol Güngör ve Nevzat Kösoğlu’nu rahmet-i Rahman’a uğurladıktan sonra mütefekkir müelliflerimiz de azaldı. Gidenlerin yerleri zor dolduruluyor. Bu gidiş devam ederse, ‘yazar’ olduğu söylenen kalem erbabının da sayı itibarıyla ‘okuyucu’ya galebe çalacağı düşünülebilir. Çünkü muharrir, müellif, edip, fıkra yazarı, senaryo yazarı… eli kalem tutan kim varsa, artık ‘yazar’ olarak anılıyor. Bu kadar yazara yetişecek okuyucuyu nereden bulacağız? Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in ilk emri de ‘Okuma!’ olunca, iş daha da zorlaşıyor.
-Hayır! Kur’ân’ın ilk emri ‘Oku’ dur. Diye itiraz edenler çıkacaktır. O halde neden okumuyoruz? Beher kilometrekareye ortalama 100 kişi düşen candan aziz vatanımızda, bu yüz kişinin niçin sâdece 4 kişisi kitap okuyor? 2015 yılında 127.100.000 nüfuslu Japonya’da 4.200.000.000 adet kitap basılmış. Kişi başına 33 kitap. Aynı yıl Türkiye’de kişi başına düşen kitap sayısı 3,5 adet.  Demek ki okumuyoruz.
Erol Kılınç ‘Zihin Sancıları’ isimli 12 X 19 santim ölçülerinde, 270 sayfalık eserinde; ‘Bugünkü neslin en başta gelen meselelerinden birisi, fikir üreten insanlarımızın hemen hemen kalmayışıdır.’  Diyor ve ‘fikir üretmek’ tâbirini şöyle açıklıyor: ‘Zihinlerde düğümlenen sorulara sağlam/tutarlı bir mantık silsilesi içerisinde cevaplar bulabilmektir. Düşüncesine eleman olarak kullandığı unsurlar ilmî veya aklî, târihî veya kültürel, iktisâdî veya mânevî olabilir. Bunlarla zihindeki sorular arasında öyle münâsebetler kurar ki, insan düşüncesinin; bizatihî düşünme mekanizmasının işlerlik kazanmasına yol açar.’ (s: 93, 94) Bunun için okumak, çok okumak lâzım.
Okuyanımız az olunca, hâliyle fikir üretenlerimiz de az olacaktır.
Buna rağmen kötümser olmaya gerek yok. ‘Zihin Sancıları’ isimli eseri okuyanlar, az sayıdaki mütefekkirlerimizden biri ile tanışmış olacaklar.
Eserin müellifi, mütefekkir ile ilim adamının farkını da açıklıyor. “İlim adamı, tesbitler yapar, bunlar arasındaki münâsebetleri daha genel prensiplere bağlar. İlim adamının bu ‘neticeler’ üzerinde herhangi bir ‘fikrî katkıda’ bulunması söz konusu değildir. Mütefekkirin zekâsı ilmin faaliyet sâhası gibi sınırlı değildir. İlmin tesbitlerine mukabil onun tercihleri vardır. İlim adamı; olmuş, denenmiş, yaşanmış şeylerin netîcelerini bildirir. Fikir adamı ise bazen kehânete varan şeyler söyleyebilir.” (s: 94)
Mütefekkir Erol Kılınç, ilim adamı gibi tesbitte de bulunuyor: ‘Okuma yazma kurslarının gürültülü törenlerine ve okur-yazar yüzdesinin istatistik tablolarına sığmadığı söylenen artışlara rağmen, kafalar düşünmez, kalemler yazmaz, kitaplar okunmaz oldu.’ (s: 95) Tesbitlerine devam ediyor: ‘Bu kara tablonun iki sebebi var. Birincisi: Devletin resmî politikası düşünce sanatının ilham kaynaklarını kurutmaktır. İkincisi, maarifimizin esası öğretmen olmak lâzım gelirken, yabancı dil ve diploma ön plana geçti.’ (s: 95, 96) Bu son drece isâbetli tesbitler, ‘iftira’ olarak tavsif edilemez. Çünkü müddei, iddialarını, hiçbir itiraza mahal bırakmayacak şekilde ispat ediyor. (s: 96)
Belki şunlar da ilâve edilebilir: Millî Eğitim sistemimiz, eğitmekten yok öğretmekle yetiniyor. Onu da tam olarak yaptığında şüphe vardır. Sakatlık, sisteme ait binalara konulan tabelalarda, resmî yazışmalarla kullanılan başlıklı kâğıtlarda ayan-beyan ortadadır: ‘Milli Eğitim…’ ‘milsiz’ olsaydı, yapılanlar sebebiyle suçlanmazdı. ‘YÖK-Yüksek Öğretim Kurumu’ ise doğru bir isimlendirme… Eğitim ile alakası yok. Vazifesi yalnızca öğretmek…
Bilinmesi lâzım: insanoğlu, kendisine lâzım olacak her şeyi, er veya geç mutlaka öğrenir. Asıl lüzumlu olan eğitimdir.
Erol Kılınç’ın çok isâbetli başka tesbitleri de var. 108, 109 ve 110. sayfalarda okuyabiliriz: 
…Bir ideale sâhip olmamak, ülküsüzlük, milletin aydınları ve geleceğin sâhipleri gençler için şahsiyetsizlikle aynı şeydir. Yükseköğrenimin kendilerine kazandıracağı ihtisas ve diplomanın gençler için taşıdığı ehemmiyet, bunun bir gâye uğruna kullanılacak bir ‘âlet’ten başka bir şey olmadığıdır. Gençler arasında bir ideale bağlı olmak, başka bir ifâdeyle, toplum meselelerine eğilmek, onlarla ilgilenmek ve o istikamette faaliyetlerde bulunmak daha kişilikli bir davranıştır. Gençlik hareketlerinin özündeki gerçek budur.
Bu, psikolojik bir durumdur. Bunlara kulp takmak, gençlerin bu düşüncelerini küçümsemek, önemsememek yanlıştır. Nasihat etmek de te’sîrsiz ve neticesiz bir iştir; hatta bir gençlik politikasından mahrum olmanın başka türlü ifâde edilmiş biçimidir. Bilinmelidir ki, hiçbir baraj, hiçbir santral gençliğin potansiyeli kadar enerji yüklü değildir; memleket kalkınmasında yapılan hiçbir proje, hiçbir te’sîs gençlerin enerjilerinden daha verimli bir kaynak, daha yüksek bir potansiyel taşıyamaz, sağlayamaz.
Meseleye bu açıdan yaklaşıldığında, gençlerin bu hâlet-i rûhiyeleri ne derece saygıdeğer, ahlaklı ve faziletli ise, yöneticilerin ve aydınların gençliği idealsiz bir güruh hâline getirme hususundaki tutumları da o derece zararlı, kötü ve yanlıştır. Devletimizin 12 Eylül Harekâtından sonraki resmî politikası öğrencileri ‘derslere zincirlemek’ şeklinde özetlenebilir. Devlet, âdeta gençlerden, gençlerin yeniden kımıldanmalarından ürküyor. Geçmişte devletin politikasızlığından kaynaklanan ve Türk milletine Millî Mücadele'dekine denk sayıda can kaybına, 12 bin civarında yaralıya ve daha bir sürü maddî ve manevî kayıplara yol açan hareketlerin meydana gelmesine sebep olan şey, acaba ne idi? Kabahat gençlikte mi idi? Yabancı ideolojiler, kuzey komşumuzun beşinci kolu ve Türk Devleti’nin bölünüp parçalanmasını isteyen, onun içinde bulunduğu ittifaklardan koparılmasını isteyen dış güçler karşısında, Türk gençlerine devlet olarak, iktidarlar olarak sağlam, tutarlı, Türk olduklarını unutmayacakları, Türk adını ve bayrağını şerefle taşımaktan gurur duyacakları hangi manevî inancı ve idealize edilmiş değerler manzumesini verdik? Üniversitelerin ‘özerk’ çatısı altına gelmiş vatan evlatlarını, bu devletin askerine, polisine silah sıkmaya alıştıran fesat güçlerin faaliyetlerine karşı, devlet olarak hangi yüksek ideali gençlere ‘ideal’ olarak gösterdik? Bugün şunu açıkça söylemek millî bir görevdir ki, geçmişte üniversite gençlerinin önemli bir kısmı, her şeye rağmen milliyetçilik idealine bağlı kalarak, bu ‘beşinci kolların’ karşısına göğüslerini siper etmeselerdi, Türkiye'yi hiçbir 12 Eylül’ün kurtarabileceğini düşünmek mümkün olmazdı. Ama siyasetin cilvesine bakınız ki, onlar vatan müdafaasında bulunmanın mükâfatını değil, 12 Eylül’den sonra da ezâ ve cefâsını çektiler ve hâlen çekmekteler... Şimdi yine aynı boşluk, hem de daha vahim bir şekilde gençlik arasında mevcuttur ve beşinci kolun gençlik arasında kol gezmediğini iddia etmek, geçmişten ders almamak demektir.
Devlet gençliğe sâhip çıkacak mı? Yoksa meydanı beşinci kollara, PKK'ya mı bırakacak? Yahut her şeye rağmen yine devlete ve gençliğe sâhip çıkma vatanseverliğini gösterecek bir siyasî liderin gençliği millî ideal etrafında toplanmasına belli bir noktaya kadar göz yumup, sonra bunlara bir darbe daha mı vuracak?
Sonraki sayfalarda yer alan bölüm başlıkları, eserin değeri hakkındaki fikirlere zirve yaptırıyor. Başlıkların bâzıları şöyle: *Türk Milletinin Târihî Vasıfları ve Edinilmesi Gereken Yeni Vasıflar Hakkında. *İnsanlar Tek Bir Kültür Etrafında Toplanabilir mi? *Sentez Meselesi. *Ergenekon ve Terörle Mücâdele. *Sömürge Aydını Gibi Düşünmek. *Hükümetin ‘Açılım’la İlgili İrâde Beyan Etmesi Hakkında.
*   *   *
‘Düşünce bağımsızlığına erişmiş, cesurca ve sağlam tenkitler yapan insanlar ortaya çıkmadıkça hakîkate erişmenin ve tekâmülü düşünmenin imkânı yoktur. O târihî hakîkatler, gençlerimize verilecek en kıymetli armağandır.’
Mutlaka belirtmek gerek: Erol Kılınç eseri ile bir başka ve çok mühim armağan daha sunuyor: Bütün zarafeti, incelikleri ve güzellikleriyle doğru ve selis bir Türkçe… Bu armağan yalnızca gençlere değil. Öz Türkçe/yoz Türkçe kullanan herkese…
ÖTÜKEN NEŞRİYAT:  
İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul.  Telefon: 0.212-251 03 50  Belgegeçer: 0.212-251 00 12 www.otuken.com.tr  e-posta: [email protected] 

EROL KILINÇ:


1945 yılında Konya'nın Bozkır ilçesinde doğdu. 1949 yılında ailesiyle birlikte Aydın'ın Söke ilçesine yerleşti. Söke Kemalpaşa İlkokulu’nu bitirdi. Parasız yatılı imtihanlarını kazanarak Aydın Lisesi’ne kaydoldu ve ortaokulu burada bitirdikten sonra Lise 1. sınıfta Denizli Lisesi’ne nakledildi. Buradan 1967 yılında mezun oldu. Bir ara Çine’de noter başkâtipliği, sonra Söke'de noter kâtipliği yaptı. Aynı dönemde Söke'de Türkçüler Derneği 2. Başkanlığı ve Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği Şube 2. Başkanlığı’nda bulundu CKMP'nin Söke teşkilatı kurucuları arasında yer aldı. Söke'de 2 yıl boyunca ‘Özü Sözü Gerçek’ isimli gazeteyi yayımladı.
1967 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne girdi. Üç yıl bu bölümde okuduktan sonra, ara verdi ve 1971’de Tarih Bölümü’ne geçti. Bu bölümden 1975 yılında mezun oldu.
1968-69 yıllarında İstanbul'da yayınlanan ‘Millî Hareket’ dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Bu yıllarda Edebiyat Fakültesi Ülkü Ocağı’nın kurucuları arasında yer aldı. 1967-1971 yılları arasında Doğu Türkistan Türklerinin Lideri İsa Yusuf Alptekin'in özel kâtipliği görevini yürüttü. Yine bu dönemde İstanbul Ülkü Ocakları Birliği’nin kurucu başkan yardımcılığını yaptı. Osman Bahadır'dan sonra da başkanlığa getirildi. 1971'de Kutluğ Yayınları'nı kurdu. 1977 yılı sonuna kadar Kutluğ Yayınları'nda yöneticilik-editörlük yaptı. Devlet, Millî Hareket, Türk Yurdu dergilerinde az sayıda makalesi yayınlandı. 1975-76 yıllarında Recep Haşatlı'nın (şehîd) başkanı olduğu MHP İstanbul İl yönetiminde sekreterlik görevi yaptı.
Askerliğini 1979-80 yıllarında Piyade Asteğmen olarak Genelkurmay ATASE Başkanlığı’nda tamamladı. 1978 yılı Mart'ından 2012 yılı Ocak ayına kadar Ötüken Neşriyat'ta yönetici ve genel yayın yönetmenliği yaptı. Ağır derece KOAH rahatsızlığı sebebiyle emekliye ayrıldı.
Te'lif Eserleri: İhtilal, İhtiras ve İdeal - 68 Kuşağı Hakkında (2008), Çanakkale Savaşları Günlüğü (2011), Damla Damla Yaşadıklarım (2012) adlı kitapları Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanmıştır.
Dr. Rıza Nur'un 12 ciltlik Türk Târihi isimli eserini yeni harflere çevirdi. J. Von Hammer'in Devlet-i Osmaniye Târihi isimli eserinin Mehmet Ata tarafından tercüme edilmiş olan ciltlerini sâdeleştirerek yayına hazırladı. Bundan başka Mahmut Muhtar Paşa'nın Mâziye Bir Nazar isimli kitabını ekler ve notlarla yayınladı. Osmanlıcadan yaptığı birçok iç-çevirilerinin en önemlilerinden olmak üzere, Yusuf Akçura'nın eserlerinden çoğunu ve son olarak yeni harflerle basılmış olmakla beraber Haydar Rifat'ın Gustave Le Bon'dan tercüme ettiği Bir Târih Felsefesinin İlmî Esasları isimli eseri yayına hazırlamıştır ki, bu kitaplar da Ötüken Neşriyat tarafından yayınlanmıştır. Bunların dışında, Deguignes'in ünlü Hunların, Türklerin, Moğolların ve Daha Sair Batı Tatarlarının Târih-i Umûmîsi adlı ve H. Câhit tarafından tercüme edilmiş olan 8 ciltlik eserini, üç büyük cilt halinde yayınlanmak üzere hazırlamış olup yakında Ötüken tarafından okuyucuya sunulacaktır.


KUŞBAKIŞI:


CENGİZ HAN:


Asıl adı Temuçin olan Cengiz Han dünyayı titreten, Türk asıllı bir cihan imparatorudur. Doğudan batıya uzanan çok geniş bir alana sâhip olmuş, kendisine özgü, hükmü kendisinden sonra da sürecek kanunlar ortaya koymuştur.
13. yüzyılda yaşayan, Moğolistan çıkışlı Cengiz Han Müslüman değildi. Kimi târihçilere göre dünyaya gelmiş hükümdarların en zâlimlerindendi, kimine göre çok disiplinli ve anlayışlı bir kağandı. 13. yüzyılda yaşamıştır. Hıristiyan ülkeleri zapt ettiği gibi, Müslümanların ülkelerine de zorlu savaşlar neticesinde hâkim olmuş ve kendi kanunlarını işletmiş, bunun yanında, yörenin âdetlerine, şer’î anlayışlarına ilişmemiştir.
Bilgeoğuz Yayınları’nın sâhibi Oğuzhan Cengiz, târihin akışını değiştiren bir hükümdar olan Cengiz Han’ın hayatını, kağan oluşunu, kendisinden sonrakilere bıraktığı muazzam mirası, târihî hakikatlere sâdık kalarak akıcı bir üslupla anlatıyor.
13,5 X 21 santim ölçülerinde, 128 sayfalık eser, Eylül 2016’da yayınlandı.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:  
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65
Belgegeçer: 0.212-527 33 64  e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr 

TRANS ATLANTİK:


ColumMc Cann’ın yazdığı, Kıvanç Güney’in Türkçeye çevirdiği romanın iki kahramanı var: 1845 yılında demokrasi ve hürriyet hayalleriyle İrlanda’ya gelen Amerikalı bir köle ve İrlanda’dan Amerika’ya göç eden Lily adlı bir genç kız… Her ikisi de gittiği ülkelerde korkunç bir sefâletle karşılaşır. Fakat yılmazlar, mâcerâlı bir hayat yaşarlar.
256 sayfalık kitap, Ekim 2016’da yayınlandı.
YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK:
İstiklal Caddesi Nu: 161-161/A Beyoğlu 34433 İstanbul. Telefon: 0.212-252 47 00 Belgegeçer: 0.212-293 07 23 www.ykykultur.com  e-posta: [email protected] 

FELSEFE MUHABBETLERİ:


David Edmonds ve Nigel Warburton’un yazdığı, Esra Nur Sözbilinci’nin Türkçeye çevirdiği kitapta, 25 ayrı mevzuda 25 ilim adamı ile 25 farklı konuşma yer alıyor. Konuşmalarda; etik, kozmopolitlik, politika, azınlık hakları, hoşgörü, şüphecilik, mimârî estetik, hayatın mânâsı, Allah, ateizm gibi insanı düşünmeye sevk eden pek çok meseleler konuşuluyor. Hepsi, efrâdını câmi-ağyarını mâni ölçüsünde anlatılıyor. 
MAYA KİTAP:
Gürsel Mahallesi, Erzincan Sokağı Nu: 36/B Kağıthâne, İstanbul. Telefon: 0.212-296 91 12,  
Belgegeçer: 0.212-296 97 15, e-posta: [email protected]  www.mayayayinlari.com 


KISA KISA… KISA KISA…


1- DİVAN ŞİİRİ PENCERESİNDEN OSMANLI TOPLUM HAYATI: Ömer Özkan. Kitabevi Yayınları / Mehmet Varış.
2- NUN MASALLARI: Nazan Bekiroğlu. Timaş Yayınları.  
3- HANDUT – Özgürlüğün Diğer Adı: Zâhide Ay. Selenge Yayınları. 
4- MUSTAFA KEMAL PAŞA’DAN KEMAL ATATÜRK’E: Süleyman Kocabaş. Vatan Yayıncılık. 
5- ŞEYH ALİ SEZAİ: Serdar Yakar. Ukde Kitaplığı – Kahramanmaraş.


DERKENAR:


SEYİT AHMET ARVASİ’DEN SEÇMELER:


Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur.
    •   
Bir Doğu Anadolu çocuğu olarak, doğduğum ve büyüdüğüm bölge etrafında döndürülmek istenen hain niyetlere kahpe tertiplere karşı elbette kayıtsız kalamazdım.
    •   
Beni yakından tanıyanlar bütün hayatımı ve çalışmalarımı Türk-İslam Ülküsü'ne vakfettiğimi elbette bilirler.
    •   
Biz Müslüman Türk'üz. Bizi, gelecek asırlarda yine biz olarak temsil edebilecek güçlü kadrolara muhtacız.
    •   
Kadrolar değişmedikçe anayasalar kanunlar kararnameler ve tüzükler değişse bile bir mânâ ifade etmez.
    •   
Hayretle gördüm ki bu ülkede Türk kelimesinden ürkenler var. Yine hayretle gördüm ki bu ülkede İslam kelimesinden ürkenler var. Ve yine ürpererek gördüm ki, bu ülkede Türk ve İslam kelimelerinin yan yana gelmesinden dehşete kapılan kişi ve çevreler var.