1905 RUS DEVRİMİ VE SULTAN ABDÜLHÂMİD

‘Rus Devrimi’ denildiğinde çok kişi ‘Büyük Ekim Devrimi’ olarak da anılan, Rusya’da o tarihte geçerli olan Jülyen takvimine göre 25 Ekim 1917, Milâdî takvime göre 7 Kasım 1917 tarihindeki ihtilali hatırlar. O tarihten önce Rusya’da iki ihtilal da oldu. Bir önceki, Şubat 1917’dedir. Bu tarihte Rus Çarı İkinci Nikolay tahttan indirildi, geçici hükümet kuruldu. Ondan önceki de 1905 yılında Emekli Kurmay Albay, Doç. Dr. Hasip Saygılı’nın, tiyatro deyimini kullanarak ifâde ettiği; ‘1917 Bolşevik Devrimi’nin kostümlü provası’ şeklindeki büyük ayaklanmadır. Sonraki ihtilallerin temelini oluşturur.
1917’den 1922 yılına kadar devam eden Beyaz Ordu – Kızıl Ordu arasındaki iç savaş, Kızıl Ordu’nan galibiyeti ile sona erdi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği kuruldu.
Sayın Saygılı; 12 X 19,5 santim ölçülerinde 311 sayfalık ‘1905 Rus Devrimi ve Sultan Abdülhâmid’ isimli eserinde, 22 Ocak 1905 olaylarını, Osmanlı ve Jöntürk kaynaklarından inceledikten sonra Azerbaycan Türkleri içerisindeki Türkçülerin görüşleriyle naklediyor.
Daha ilk sayfalardan anlaşılıyor ki yazar; meseleyi, ilk defa çok derinden ve geniş çaplı olarak incelemiştir.
Tarih şuuruna sâhip olanlar, târih ilmini; ‘geleceği tanzim eden disiplin’ olarak kabul ederler. 
Yine anlaşılıyor ki kitap dünyamız, Harp Akademileri’nde tarih hocası iken emekli olan Doç. Dr. Hasip Saygılı ile tarih şuuruna varmış bir ‘derin yazar’ kazanmıştır. İncelemelerin, ideolojik kurgulardan uzak bir zihniyetle gerçekleştirilmiş olması, eseri değerli kılıyor. Olayların 1700’lü yıllardan başlatılması, eserin değerini daha da artırıyor, yazara güven duyulmasını sağlıyor.
Olaylar nakledilirken Çarlık yönetiminin, ülkede esir statüsünde yaşamakta olan Türklere uyguladığı mezâlime yer verilmesi, konunun uzağında bulunanlar için uyarıcı ve dikkat çekicidir.
İlgilenenler, okuyanlar biliyorlar: Lenin, ‘Halklara bağımsızlık, insanlara hürriyet’ sloganı ile işbaşına geldi. Daha doğrusu Almanya tarafından görevlendirildi. Lenin Rusya’ya tam hâkim olduktan sonra baskılar arttı. Stalin döneminde artarak devam etti. Ancak Gorbaçov döneminde biraz hafifledi ve Sovyetler Birliği’nin dağıldığı, kızıl komünist rejimin yerle yeksan olduğu 26 Aralık 1991 târihinden itibâren dünyanın en geniş açık hava hapishânesi olan ülkedeki Türkler, rahat bir nefes alma imkânı buldular. O imkân da soydaşlarımızın dindaşlarımızın şükür duaları henüz tamamlanmadan eridi, kayboldu. Son çar İkinci Nikolay’dan 95 yıl sonra yeniden; Çarlık, Lenin ve Stalin dönemlerini hatırlatan baskılar başladı.
Eserde; materyalist Abdullah Cevdet gibi, Sultan İkinci Abdülhâmid Han aleyhtarlarının, Rusya’daki hareketlenmelere bakış açıları ibretle okunuyor. Dr. Abdullah Cevdet, Rusya’nın geleceği ile Türkiye’nin geleceği arasında paralellikler kuruyor ve Sultan Abdülhâmid Han’ın bir halk ayaklanması olması hâlinde; ‘Rus zırhlılarının Beşiktaş önlerinde bulunacağını’ söylediğini belirtiyor. Eserde belirtilmemiş olmakla birlikte, Sultan’ın bu sözü, bir proje değil, ancak caydırıcılık sağlamak maksadıyla seslendirilmiş tehdittir. Zîra doktor da, Sultan da bilirler ki, Rusya, ‘kurtarıcı’ (?!) olarak girdiği yerden asla çıkmamıştır. Birincisi sırf bu sebeple hayal ettiği  ‘proje’nin gerekleşmesini can-ü gönülden istemiş, ikincisi ise, 31 Mart Vak’asında, bırakınız yabancı bir orduyu,  kendisine bağlı askerleri bile halkın üzerine göndermemiştir.
Emekli Kurmay Albay Hasip Saygılı, ‘ideolojik kurguların ötesinde bir tutum’dan söz etmesine rağmen, aldığı eğitimin tabiî bir neticesi olarak gelişen vatanseverlik duygu ve düşüncesinin sevk-i tabiîsiyle, itfaiyecinin yangın karşısında tarafsız olamayacağının bilincindedir. Dikkatli okuyucu bu gerçeği; Ahmet Ağaoğlu’nun, Mehmet Âkif Ersoy’un, Hüseyinzâde Ali Turan Bey’in görüşlerine itibar edilmesinden anlayabilir.
Bir başka hususu da, muhterem yazarın hoşgörüsüne güvenerek belirtmek isterim: Sultan Abdülhâmid Han’ın, Rus Çarı’nın yaz aylarında Kırım’ın sâhil şehri Yalta’ya her gelişinde, değerli armağanlarla bir heyet göndermesi ve ‘hoş geldiniz…’ Demesinin, ‘iyi ilişkilerde bulunma arzusu’ ile birlikte ve fakat onun ötesinde çok özel bir sebebi daha olduğunu düşünebiliriz: ‘Kırım, tarih boyunca Türk yurdu olarak bilinir.  Kırım Hanlığı, 1441 yılından 1792 yılına kadar 351 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin himâyesinde olmuştur. Dolayısıyla Kırım bizimdir. Topraklarımıza hoş geldiniz!’ mesajı vardır.

*     *     *

Filmlere konu olan Potemkin Zırhlısı isyanının anlatıldığı bölümler heyecanla okunuyor. Rusya’da 1905’ten 1917’ye kadar devam eden isyanlar ve karışıklıkların hikâyeleri, heyecanları diri tutuyor. Özetle kitap, ağır bir konuyu işlemesine rağmen, okuyucu tarafından sıkılmadan, yorulmadan okunuyor. Kitapta anlatılan gerçeklerin iyi tahlil edilmesi, Rusya’nın hafife alınacak bir devlet olmadığının bilinmesi gerekmektedir.              
1905 Rus Devrimi ve Sultan Abdülhâmid isimli kitap, çok sayıda belge ve kaynak incelenerek hazırlanan, el emeği, göz nûru bir eserdir. Yazar da belirtiyor: Abdülhâmid Han, tek kaynaktan aldığı bilgilerle yetinmez, Osmanlı Devleti ile ilgili olarak yurt dışında çıkan yayın organlarını da dikkatle tâkip eder, aldığı bilgileri değerlendirirdi. Sayın Saygılı da aynı taktiği uyguluyor.  Bir kaynaktan aldığı bilgiyi, başka bir kaynağa mutlaka teyid ettiriyor. Daha da önemlisi, Rusyadaki olayların Osmanlı Devletine yansımaları, isâbetli yorumlarla okuyucuya sunuluyor. Açıkça ifâde edilmese bile satır arkalarına gizlenmiş ve âdetâ sisler içerisinde belli belirsiz hissedilen sözlerden Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ın ihtişamı tecessüm ediyor. 246. sayfadan 249. sayfaya kadar devam eden ‘Sonuç’ başlıklı bölüm, devlet yönetimine tâlip olmayı düşünen kişilerin mutlaka ve dikkatle ve de defalarca okumaları gereken bilgiler ihtiva ediyor.
Kitap, 250. sayfadan 272. Sayfaya ve 273. sayfadan 295. sayfaya kadar olan 22’şer sayfalık bölümlerdeki çok zengin kaynakça listesi ve çok önemli 7 adet belgenin Türkçe metinleriyle devam edip, fotoğraflar ve belge fotokopileriyle sona eriyor.
ÖTÜKEN NEŞRİYAT:
İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul.  Telefon: 0.212-251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 www.otuken.com.tr  e-posta: [email protected]

HASİP SAYGILI:


Hasip Saygılı; 1960 yılında Gaziantep’te doğdu. 1982 yılında Kara Harp Okulu, 1992 yılında Kara Harp Akademisi ve 2000 yılında Quetta Command and Staff College’dan mezun oldu.
Subay olarak çeşitli kıta ve karargâh hizmetleri yanında 2002-2004 yıllarında Pakistan Kara ve Hava Ataşeliği, 2005-2008 yıllarında Kara Harp Akademisi Sınıf Başhocalığı, 2009-2010 yıllarında Kosova Türk Temsil Heyeti Başkanlığı ve 2013 yılında Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürlüğü görevlerinde bulundu.
2012 yılında ‘1905 Rus Devrimi’nin Osmanlı Devleti’ne Etkileri’ konulu teziyle İstanbul Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. 2015’te doçent oldu. Halen Fâtih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde tam zamanlı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır.

KUŞBAKIŞI:


TÂRİHÎ HAKÎKATLER:


Tarihî Hakikatler’in yazarı İsmail Hami Danişmend’in Türk kültür tarihinde ayrı bir yeri vardır.
İslâmiyet’in yanlış anlaşılmasına, yanlış değerlendirilmesine karşıdır. İslâmî konulardaki bilgisizleri kıyasıya tenkit eder.
Merhum Danişmend,  Tanzimat, Millî Mücâdele, Cumhuriyet ve çok partili dönemleri yaşamıştır. Zengin bir birikime sahiptir.
Târihî Hakîkatler, yıllar boyu okuduğu kitaplardan, görüştüğü kişilerden topladığı bilgi ve anekdotlardan meydana gelmiştir. Birçok kişi için pek çok konu, ilk defa bu eserden öğrenilebilir.
Danişmend, hâdiseleri Türkçü ve İslâmî bakış açısıyla ve de objektif bir görüşle yorumlamıştır.
Türk tarihinin belli dönemlerini, Osmanlı’nın, Arapların ve batı ülkelerinin özellikle Fransızların merak uyandırıcı hayat tarzlarını, anekdotlarla naklederken mutlaka Türk’ü ön planda tutmuştur.
Döneminde yaşayan yerli ve yabancı birçok tarihçi ve edebiyatçı O’nun dostudur. Abdülhak Hâmid Tarhan, dostları arasında başta gelir. Şair ve yazarlarımızın bilinmeyen yönlerini O’ndan öğreniyoruz.
Târihî Hakîkatler dünü hatırlatıyor ve gelecek için yol gösteriyor. 
Okuyucuyu kâh düşündürecek, kâh tebessüm ettirecek, meraklıların ellerinden düşüremeyeceği bir başucu kitabıdır.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:  
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65
Belgegeçer: 0.212-527 33 64  e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr 

DİYALOG VE KURTULUŞ TARTIŞMALARI


Dinlerarası diyalog konusu, ülkemiz gündemini en çok meşgul eden mevzulardan biridir. Müslümanların diğer dinlerin mensuplarıyla ilişkilerinin ne olması gerektiği, yöntemi, biçimi, içeriği üzerinde kamuoyunda cereyan eden tartışmalar, konunun taraflarının birbirini suçlayıcı ifâdeleri, ihânet noktasından başlayıp gereklilik noktasına kadar devam eden sonuç yelpâzesi... Bu toz dumanı etrafında hakikatin ne olduğunu anlamak için epey bir çaba gerekiyor. İislam Hukuku Profesörü Hayreddin Karaman'ın bu kitabı, konu hakkında açıklayıcı bilgiler ihtiva etmenin yanında, kendisinin ismi etrafında oluşmuş bilgi kirliliğini bertaraf etmeyi de hedef almaktadır.
İZ YAYINCILIK:  
Çatalçeşme Sokağı Nu: 27/2 Cağaloğlu 34110 Eminönü, İstanbul. Telefon: 0.212-520 72 10 
Belgegeçer: 0.212-511 57 91 e-posta: [email protected]  //  www.iz.com.tr 

FİLOZOF VE SUFİ METAFİZİK ÜZERİNE


İbnü’l Arabî’nin başucu kitabı Fütûhât-ı Mekkiyye’nin 8. cildinde bulunan 107-108. kısımlar ve 162-167. bölümleri ayrı bir kitap hâline getirilmiş. Bu bölüm Fütuhat-ı Mekkiyye’de Kimyâ-i Saâdet başlığıyla yer alır. Kimyâ-i Saâdet, insanı saadete ve kemâle ulaştıran kimya, yani ahlâk ilmi demektir. Kimyanın popüler isimlendirmesi simyadır. Kimya veya simya mâdenlerdeki değişimi ve başkalaşmayı inceleyen ilmin adıdır. Bakırın altına dönüşmesi veya kurşunun altına dönüşmesinin imkânını bu ilim inceler. İbnü’l Arabî buradan bir karşılaştırma yaparak tasavvuf-ahlâk ile simya ilmi arasındaki irtibatı gösterir. Tasavvuf insanlarla alakalı değişme ve başkalaşma ilmidir. Ahlâkta kötü özellikler madenler arasındaki değersiz madenlere muadildir. 
Tasavvuf, insandaki değersiz huyları erdemlere dönüştürerek insanı altın hâline getirmeyi hedefler. Altın insan, kâmil insan demektir. Kimya veya simya ile tasavvufun irtibatı burada kurulur: İnsanları bir maden şeklinde düşünerek onların altın olmasının imkânlarını bulmak!
Ekrem Demirli’nin tercüme ettiği eser, 13 X 21 santim ölçülerinde 120 sayfa olarak Ağustos 2015’te yayınlandı.
LİTERA YAYINLARI:  
Kalenderhâne Mahallesi, Cemal Yener Tosyalı Caddesi, Şehzâde Camii Sokağı Nu: 3 Fatih, İstanbul. 
Telefon: 0.212-522 86 90 e-posta: [email protected]  www.litera.com 

KISA KISA… KISA KISA…


1-ÖLÜM TÂCİRLERİ: Bülent Akarcalı. Destek Yayınları. 
2-Tanpınar’ın İzinde / BEŞ ŞEHİR: Alberto Manguel’den Sevin Okyan ve Kutlukhan Kutlu. Yapı Kredi Kültür Yayınları.
3-MAŞALAR VE PİYONLAR: (PKK İçindeki Ermenilerin Örgütlenmesi): Vedat Yenerer. Bilgi Yayınevi.
4-KAHVALTI: Ebru Erke. Remzi Kitabevi. 
5-BÜYÜK TÜRK EDEBİYATI TARİHİ: Vasfi Mâhir Kocatürk. İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları. 

DERKENAR:


'SEL' ve 'SAL' HÎKÂYESİ


İnkılâplar, onları yapan büyük insanların elinden çıkıp da küçük insanların ellerine düşünce bütün tılsımlarını kaybederler. Türk Dil İnkılâbı'nın da acıklı mâcerâsı böyledir. Atatürk'ün ölümü üzerine O’nun en yakın adamları tarafından Türkçeye vurulan darbeler ve yapılan çirkinlikler artık inkılâbın en ateşli insanlarının bile zevklerine batıyor.
Fâlih Rıfkı Atay, şimdi keskin kalemiyle ve gazetesiyle bu çirkinliğin karşısındadır. Bir yazısında şöyle söylüyor:
‘‘Nedir bu devrik cümle? Nasıl bir memlekettir o ki tarihçisi, ‘İstanbul'u Fâtih Sultan Mehmed aldı.’ der, romancısı, ‘Aldı İstanbul'u Fâtih…’ diye yazar.
Nasıl bir Millî Eğitim'dir ki bu anarşinin okullara ve Türkçe dersine sokulmasına izin verir.
Ne demek bölgesel? Niçin duygusal? İlle Arap nisbet ‘î’ sine bu yüzde yüz uydurma kalıbı karşılık almak istiyoruz?
Bu sel ve sal ekleri, uydurmacıların en gülünç uydurmalarındandır.
Sayın Tahsin Banguoğlu'nun Nisbet Sıfatları ve Sel - Sal başlıklı yazısında, salâhiyetle belirttiği gibi, (Dünya, 16-19 Eylül 1965) bu komedi, bizim alaylı dil âlimlerimizce, Lâtince'nin ve dolayısıyle Fransızca'nın aslında Türkçe olduğu iddâsından uydurulmadır. Yâni, iddiâ da uydurma, ekler de uydurmadır: Mâdem ki Lâtince ve Fransızca Türkçedir, o halde Fransızcanın al-el ekleri de Türkçedir. Böyle olunca nesebi meçhûl ulus kelimesine bu eklerden bir ‘al’ eklediniz mi olur ‘ulusal’ Eh, bir kerre ‘ulusal’ demeğe başladınız mı, duygu-al veya bölge-el demek olamıyacağından ‘ulusal’ın sonundaki ‘sal'ı alıp bunlara takar ve ‘duygu-sal’ der, ‘bölge-sel’ dersin, bu da olur arı Türkçe! İsbat için de bula bula koca Türkçede iki örnek bulunsun: Öteden beri kullanılan kumsal’la, eskiden kaim sad'la yazılan uysal. Hattâ aslında Arapça mesel’den geldiğini bilmeyenlerce buna ilâve edilen bir masal(!?) var.
NİHAT SÂMİ BANARLI: Türkçenin Sırları. Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1998, s: 264, 265.