MİLLETLERARASI ŞEHİR TARİHİ YAZARLARI KONGRESİ TEBLİĞLERİ

Türkiye Yazarlar Birliği, Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi’nin üçüncüsünü, 6, 7 ve 8 Mart 2015 tarihleri arasında, kadim zamanların şehri Şanlıurfa’da gerçekleştirdi. Çok kısa bir zaman sonra da 60’a yakın ilim adamının sunduğu tebliğleri 16,2 X 24 santim ölçülerinde 588 sayfalık kitap hâlinde yayınladı. Kitabın sonundaki 16 sayfalık bölümde, parlak kuşe kâğıda basılı, 28 adet renkli fotoğraf, fotoğraflarda kongreden görüntüler sunuluyor.  
Türkiye Yazarlar Birliği, kitaplaştırdığı faaliyeti ile Türk ve İslam dünyasının medeniyet merkezi olan şehirleri ve bu tehirlerin tarihi, edebiyatı üzerine yazanları; daha önce de 2 defa bir araya getirmişti. Toplantıların birincisi Ankara’da, İkincisi Konya’da yapılmıştı.
Kongrelerde; şehirden, tarihten, şehirlerin tarihinden, tarihî şehirlerden, kısacası insanın yeryüzündeki medenî varlığından konuşuluyor. Konuşulanların unutulup kaybolmaması için kitap hâlinde okuyucuya sunuluyor.
Kitap, Celalettin Güvenç’in takdim yazısı ile başlıyor. 13-17. sayfalarda Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı D. Mehmet Doğan’ın ve Kongreye ev sâhipliği yapan Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı Celalettin Güvenç’in açılış konuşmaları yer alıyor.
Kitabın sonraki sayfalarına, muhteşem bir binanın ihtişamlı taç kapısından girer gibi, D. Mehmet Doğan’ın şu satırlarıyla giriliyor:
‘…………..
Medeniyetler şehirlerde teşekkül etti. Medeniyetler şehirlerle anıldı. Tarih boyunca medeniyet merkezi olan şehirlerden herbirinin adı anıldığında, tarihin, insanlık maceramızın muhtelif safhaları hatırlanmış olur.
Her bir kelime, her bir isim, tarihin derinliklerinden bugüne nice remizler taşır. Nice efsaneler, nice hakikatler anlatır. Yaşananların, yaşanmakta olanların zihnimizdeki aksi insan olarak varlığımızın en yüksekten en alçağa gel-gitleridir.
Her medeniyet merkezi şehir, geçmişten geleceğe akan bir nehirdir, yani değişen sürekliliktir.
Bu akış bize dünya var oldukça hiç bir şeyin durağan olamayacağını anlatır. İnsanoğlu bu akış içinde olup biteni anlamağa ve bu dünyada varoluşunu anlamlandırmağa çalışır.
Hacı Bayram Veli şair sıfatıyla tanınmaz ama Türkçenin en güzel bir kaç şiirini söylemiştir. O dilimizin sırlarla dolu bir şehir şiirinin de sahibidir. Kendisi şair olmadığı halde şiiri gerçekten büyüktür. Bu esrar dolu şiiri okumak, bir zihin tazelemesi yapmak demektir:

Çalabım bir şâr yaratmış / İki cihan âresinde 
Bakıcak didar görünür / Ol şarın kenaresinde

Nâgehan ol şara vardum / Ol şarı yapılur gördüm  
Ben dahi bile yapıldum / Taş ü toprak âresinde

Ol şardan oklar atılur / Gelür ciğere batılur
Ârifler sözü satılur / Ol şarın bazaresinde

Şagirdleri taş yonarlar / Yonup üstada sunarlar 
Çalabun ismin anarlar / Ol taşun her paresinde

Bu sözü arifler anlar / Cahiller bilmeyup tanlar  
Hacı Bayram kendi banlar / Ol şarın menâresinde

Derler ki, iki cihan arasında yaratılan şehir "kalb"dir. Cisim ve ruh ise iki cihan. Kâbe kalbin sureti olduğuna göre ve iki cihan arasında, yani doğu ve batı arasında bulunduğuna göre, kastedilen Kâbe de olabilir...
Hacı Bayram Veli bilinen mânada "şair" değildir dedik. Söyledikleri mecazdan öte, remizler, mazmunlar ve sırlar ihtiva eder. Tasavvuf ehlinin diliyle, "coşkun bir deniz ve tılsımlanmış sır"dır O.
Mutasavvıflar bu şiiri Akşemseddin'den beri çokça şerh etmiştir. Onların verdikleri mânaları anlamak iktidarından yoksun kaldığımız bir devirdeyiz.
Zihnimiz ne o derinliğe ve ne o genişliğe ve ne de o kesafete, yoğunluğa sahip. "Bilmeyüp tanlıyor"uz, hayretlere düşüyoruz...
Bu yüzden Hacı Bayram'ın şiirini düz bir şekilde okuyabiliyoruz.
Allah'ın iki cihan arasında yarattığı şehir, insan olmalıdır. Yunus'un diliyle: işbu vücud şehrine bir dem giresüm gelür...
O emribilmarufa uyarsa, kendini aşarsa, kemale ererse,"didarı", Hakkın cemalini görür.
İnsan elinde olmadan ve ansızın dünyaya gelir. Bu "nâgehan"lık sonuna kadar devam eder. Bu geçici vatanda taş ve toprak arasında bina yapılır gibi, yapılır; şekillendirilir insanoğlu...
Ya da bu şiiri, bir şehrin kuruluşu, oluşması gibi yorumlayabiliriz. Bir şehir kurulmaktadır, bu şehri yapanlar da bu inşa sürecinde yapılmakta, şekillenmektedir. Dünyadaki varlığımızın etkileşimli bir hal olduğunda şüphe yok.
Hacı Bayram bu yapma, yapılmayı bizzat tecrübe etmiştir, ilmiye mensubu iken, müderrisken tasavvufa meyletmiştir. Kendi mütevazı tekkesini, mescidini, bağlılarıyla, müridleriyle birlikte kendi elleriyle inşa etmiştir. Ve minaresinden ezan okur gibi, görüşlerini yaymıştır.
Şanlıurfa’nın önce vâlisi, sonra da Belediye Başkanı olan Celalettin Güvenç’ten birkaç cümle:
Mezopotamya olarak tabir edilen bu coğrafya, sahip olduğu değerler itibarı ile insanlığa ve insanlığa ait değerlere her zaman beşiklik etmiş, sayısız medeniyetler bu topraklarda boy atıp gelişmiştir. Bu medeniyetlerin kültürünü, sanatını, hayat biçimini bu mekânlara nakış nakış işlediğini görmek mümkündür. Bu sebeple kongrenin şehrimizde yapılması çok anlamlı ve önemlidir.
Kıymetli misafirler; Bir şehri tanımak o şehrin mazisini, tarihini, hafızasını ve hepsinden önemlisi sosyal ve kültürel dokusunu özümsemekle mümkündür. Kadim şehirler nazlıdır, satıhtan bakan bir göze hazinelerini hemen açmaz. Kendini hemen ele vermez, tarihin izini taşıyan her parçasına, sokak köşelerine, camilerine, çarşılarına, hanlarına, hamamlarına sinmiş olan geçmişini ilk bakışta açmaz. Biraz ısrar edeceksiniz, kapısında bekleyeceksiniz, ona dilbeste olmaya çalışacaksınız. Bu sebeple bir şehri anlamak için diri bir gönül, diri bir idrak, sabırla dolu bir yürek gerek.
Seyyahlar bu diri idrakleri taşıyan mümtaz şahsiyetlerdir. Biricik seyyahımız Evliya Çelebi kadim şehir Urfa'yı şöyle anlatır: "Urfa ahalisi son derece yabancı dostu ve gönül alıcı kimselerdir. Gündüz gece misafirsiz yemek yemezler. Bahadır cesur yiğit erleri vardır. Allah-u Teâlâ bu şehir halkına gayet bolluk Halil İbrahim bereketi vermiştir."der.
İşte tarihiyle, medeniyetiyle, insanî değerleriyle Şanlıurfa budur.
3 gün süren kongrede, 12 oturumda yurtiçinden ve yurtdışından Şanlıurfa’ya gelen ilim insanları 46 adet tebliğ sundu. Tebliğlerin tam metinleri, kitabın muhtevâsını oluşturuyor.
Türkiye Yazarlar Birliği ile Şanlıurfa Büyük Şehir Belediyesi’nin müşterek yayını olan eser, Ağustos 2015’te Ankara’da yayınlandı.
TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ: 
Müdafa Caddesi Nu: 10 Müdafa Apartmanı Kat: 7, Daire: 13 Kızılay, Ankara. Telefon: 0.212-417 34 72 
Belgegeçer: 0.212-232 05 71 e-posta. [email protected]  // www.yazaryayinlari.com   

TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ:


Yazarlar arasındaki meslekî dayanışmayı geliştirmek ve Türkiye'nin kültür hayatına yazarların katılımını sağlamak maksadıyla 7 Ağustos 1978’de ‘Yazarlar Birliği ’ adıyla kuruldu. 1985'te Bakanlar Kurulu kararıyla ‘Türkiye Yazarlar Birliği ’  adını aldı. 1991’de ise ‘Kamu yararına çalışan kuruluş’ sayıldı.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin şair, yazar ve kültür adamı olarak 1000'i aşkın üyesi bulunmaktadır.
Genel Merkezi Ankara'da bulunan Türkiye Yazarlar Birliği'nin hâlen İstanbul, Bursa, Konya, Trabzon, Kahramanmaraş, Kayseri, Şanlıurfa, Erzurum ve Ordu’da olmak üzere toplam 9 şubesi vardır.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin Kurucuları: D. Mehmet Doğan, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Necmettin Turinay, Alper Aksoy, Saadettin Elibol, Ahmed Günbay Yıldız, Yahya Akengin, Yavuz Bülent Bâkiler, Mustafa Yazgan, Beşir Ayvazoğlu, Zeki Ceyhan, Hasan Kayıhan, Erdem Bayazıt ve Hüsnü Aktaş.

DERKENAR:


MEMLEKET DİLİ…


Rivayet olunur ki, eski Roma’nın şiddeti ve dehşetiyle meşhur olan hükümdarlarından Tiberius, bir gün Roma ayanına yaptığı bir hitabede uydurma bir kelime kullanır. Yüksek otoritesini iyice göstermek için olacak ki, kelimeyi bir iki defada üstüne basarak tekrarlar.
Ayandan Marcellus, hükümdarın sözünü keserek, memleket diline hürmet etmesini rica eder.
Derhal efendisini müdafaaya atılan saray adamlarından Capito der ki:
-Marcellus! Bahis mevzuu ettiğin kelime, tutalım ki memleket dilinden değildir. Fakat mademki Roma İmperium'unun şanlı sahibi Sezar'ın ağzından çıkmıştır, artık memleketli olmuştur. Bilesin ki, Sezar her şeyin üstünde ve her şeye kadirdir.
Bunun üzerine Marcellus, salonu kaplayan soğuk bir sükûn perdesini yırtarak, sadece hikmet ve hakikat olan şu cevabı verir:
- Capito yalan söylüyor. Sezar! Sen dilediğin insanlara Roma vatandaşlığı sıfatı verir, mevki ve rütbe ihsan edersin; fakat memleket dilinden olmayan bir kelimeye Romalı olma hakkı veremezsin.
Elbette veremez. Zira bir memleketin dili, o memleket tarihinin ve psiko-sosyolojik varlığının mahsulü ve asırlar içinde nesillerin birbirine devredip emanet ettiği bir ocak mirası ve bir ecdad mülküdür. Bunda kimsenin, hükümet adamı sıfat ve otoritesiyle, tasarrufa hakkı yoktur.
(Ord. Prof. Dr. ALİ FUAD BAŞGİL: Türkçe Meselesi. Yağmur Yayınevi. İstanbul, 2006)

KUŞBAKIŞI


Hüseyin Nihal ATSIZ / Harşit’in Hırçın Sesi:


Atsız’ı ve söylediklerini anlamak ancak millî tarih şuuruna sahip olmakla mümkündür. Harşit vâdisinin bu hırçın ve coşkun evladı, üç asırlık hüsran sürecinde, kanı işgaller ve ihanetlerle sel gibi akıtılmış bir milletin isyan sesidir. Bütün yurtları talan edilmiş, devletleri gaflet ve ihanetlerle yıkılmış bir milletin, bu emsalsiz yıkımın enkazından çıkardığı ‘son kale’sinde bile rahat bırakılmamasına duyduğu hınç Atsız’ın eserlerinde öfke seli olup akmıştır.
Atsız, bir fikir önderi olmaktan daha ziyade, millete düşman oldukları kabul edilen akım ve kişilerle yaptığı kavgayla ve şahsiyetindeki kırıksız çizgiyle örnek bir insandır. Yazdıkları ve yaşadıklarıyla gündemden hiç düşmeyen bu hırçın tabiatlı adam, inandığı her fikrin çilesine katlanmış bir karakter âbidesidir. Azınlıklara ve dinî hayata dair fikirleri Türkçü-Milliyetçi çevrelerden de büyük tepkiler görmüştür. Her milliyetçinin özeneceği, gıpta ile bakacağı icraat ve fikirleri de vardır; maksadını çok ama çok aşmış tanım ve tespitleri de.
Bir Türkolog olarak Atsız, Türk dili ve tarihi üzerinde çok önemli çalışmalar yapmış, hâlâ başvuru kaynağı olarak kullanılan onlarca eseri Türk kültürüne kazandırmıştır. Türk tarih bilimine yaptığı katkılar ise her tür takdirin ötesindedir.
Bir sanatkâr olarak Atsız, şiirleri ve romanlarıyla millî romantik duyuş tarzının en usta kalemleri arasındadır. Gerçi O’nun bu yönü kavgacı kimliğinin gölgesinde kalmış, fikirlerini beğenmeyen insanlar O’nun sanatkâr yönünü yok sayarak görmezlikten gelmişlerdir. Buna rağmen romanları Türk edebiyatının en çok okunanları arasına girmiş, şiirleri gençlerin dilinde dolaşmıştır.
Talat Ülker’in yazdığı kitap, 13,5 X 21 santim ölçülerinde 373 sayfa olarak, Biyografik Araştırma grubunda, Ekim 2015’te yayınlandı.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65
Belgegeçer: 0.212-527 33 64  e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr 

SAF SİYAH:


Viyana İktisat Üniversitesi Felsefe ve Sosyoloji Enstitüsü’nden ‘Dr’ unvanı alan Gürsel Dönmez, 30 yıllık çalışmalarının mahsûlü olan 30 şiirini, 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 216 sayfalık kitapta toplamış. Şair, duygu yükü ağır, çağdaş ürperişlerimizi binlerce yıllık kadîm Türk şiirinin süzgecinden geçirerek modern Türk şiirinin imkânlarıyla bize sunuyor. Saf Siyah; kararan, gittikçe kararan insanlığımızı, insanın öz sınırlarına dâvet ediyor. Şairin dediği gibi, ‘Sahne kararır ve zaman akarken saf siyahın aydınlık ihtilâli başlar.’
 selâm olsun ve yemin olsun  
vecde gelip uğuldayan arzın   
sevda ile bezenmiş semânın
ve ölümün sınırında    
mutantan ürperişlerin  
tecellinin âşkın intikamın  
kalbin yani kâbe'nin   
ve rahmetin sahibine   
selâm olsun    
seni katına alana        
beni bir kez daha öksüz       
ve yetim ve mahzun ve mecnûn     
ve tekrar şâir kılana selâm olsun.
Kitap; ‘Prolog ’ adı verilen ve tek şiirden oluşan giriş bölümünden sonra ‘perde’ olarak vasıflandırılan dört bölüm ile Epilog (netice) başlıklı bölüm ve  ‘Saf Siyahın Erişilmez Aydınlığı ’ başlıklı ‘Perde Arkası ’ bölümünden oluşuyor.
Gürsel Dönmez; gerek kitabın düzeni gerekse şiirleri ve şiirlerin muhtevası itibâriyle şiir sanatına ayrı bir renk, farklı bir râyiha ve değişik bir hava getiriyor. Bu titiz çalışmadan, şiirin derinliklerinde gezinmek isteyenler memnun kalacaklardır.
Kitaba adını veren uzun şiirden tadımlık bir bölüm:
‘…..dipsiz tebahhur    
varlık sabahında    
buhur    
şimşekle seziş    
gökçe beliriş     
cibril nefesinde     
sarsılan yalvaç    
ışıma limitinde    
patlayan hudûs .....’
‘…..berzah kapısında   
eski zaman atları
atlılar       
ışıl ışıl pusatları    
ve eşlenik kanatlılar  
rem tünelinde nihân    
manyetik mağaralar   
kaf dağında dağ    
hira bazında kelâm …..’
ÖTÜKEN NEŞRİYAT: 
İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul.  Telefon: 0.212-251 03 50  Belgegeçer: 0.212-251 00 12 www.otuken.com.tr  e-posta: [email protected]

ZARİF ŞAİR CAHİT ZARİFOĞLU:


Ali Haydar Haksal, Zarif Şair Câhit Zarifoğlu’nun yakın dostu ve edebiyat yoldaşıdır. Mâverâ Dergisi’nde başlayan yol arkadaşlığı, dergi yayın dünyasından çekildikten sonra da devam etti.
Ali Haydar Haksal bu kitabında ayrıca, hem edebiyat tarihimizden hem de Yedi Güzel Adam’ın şiire, sanata, dünyaya ve mücâdeleye bakış açılarına ışık tutuyor.
Kitabın son bölümünde yer alan Haksal-Zarifoğlu mektuplaşmaları ise bu kitap ile ilk defa gün yüzüne çıkıyor.
İZ YAYINCILIK: 
Çatalçeşme Sokağı Nu: 27/2 Cağaloğlu 34110 Eminönü, İstanbul. Telefon: 0.212-520 72 10 
Belgegeçer: 0.212-511 57 91 e-posta: [email protected]  //  www.iz.com.tr 

KISA KISA… KISA KISA…


1-BİR ROMAN KAHRAMANI ORHAN VELİ: (Haluk Oral / Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık)  
2-HARİTA METOD DEFTERİ: (Murathan Mungan / Metis Kitap)  
3-OSMANLI’NIN KALBİNİ BEKLEYENLER: (Talha Uğurluel / Timaş Yayıncılık) 
4-KELEBEĞİN KADERİ: (Başak Sayan / Destek Yayınları)   
5-YARALISIN TÜRKİYE: (Enver Aysev / Doğan Kitap)