Târihçi Prof. Dr. CEVDET KÜÇÜK anlatıyor.

Oğuz Çetinoğlu: Kıbrıs’ın elimizden çıkışı, öncesindeki bir dizi hâdiselerin neticesidir. Röportajımıza o hâdiselerin kısa bir özeti ile başlayabilir miyiz?  

Prof. Dr. Cevdet Küçük: Hâdiseler, Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkların bağımsızlıklarını elde etme teşebbüsleriyle başladı. 

Çetinoğlu: İlk teşebbüs eden azınlık hangisiydi? 

Prof. Küçük: Rusların tahriki sonucu 1804’te başlayan Sırp isyanı olduğu söylenirse de doğru değildir. Çünkü bu isyan, Belgrad Kalesi’ndeki yeniçerilerin zorbalığına ve usulsüz vergi almalarına karşı çıkmış bir ayaklanmadır. Siyasî bir yönü bulunmamaktadır. Bağımsızlık hareketi, önce deniz ticâretini ve özellikle dış ticâreti elinde tutan ve bu sâyede zengin bir ticâret burjuvazisine sâhip olan Yunanistan’da başlamıştır. Avrupa büyük devletleri tarafından desteklenen Mora İsyanı (1821–1829) Yunanistan’ın bağımsızlığıyla sonuçlandı. Böylece Osmanlı gayrimüslim toplumları arasından ilk defa bağımsız bir devlet çıkmış oldu. Osmanlı Devleti artık resmen ve filen dağılma dönemine girmiş bulunuyordu. Nitekim Batılıların Osmanlı Cihan Devleti’ne karşı uyguladıkları politikanın adı olan ve Osmanlı Devleti’nin şu veya bu sebeple parçalanarak tasfiyesini öngören ‘Şark Meselesi’ tâbiri de, ilk defa Avrupalılar tarafından Mora İsyanı sırasında kullanıldı. 

Çetinoğlu: Batılı devletlerin desteği söz konusu mu?

Prof. Küçük: Batılı devletlerin ‘himâye’ politikaları bu dönemde yeni bir boyut kazandı. Özellikle İngiltere’yle imzalanan ve diğer devletlere de teşmil edilen 1838 Ticâret Antlaşması’nın yabancı uyruklulara tanıdığı geniş imtiyazlar dolayısıyla, Osmanlı tebaası pek çok gayrimüslim tabiiyet değiştirmeğe zorlandı. Böylece nüfuz alanlarını genişleten batılı güçler, sessizce ve sulh yoluyla Osmanlı ülkesini âdeta ele geçirmeğe başladılar.                                      

Çetinoğlu: Eğitim kurumları da faaliyete geçirildi… 

Prof. Küçük: Evet! Fransız Cizvit papazlarının açtığı kolejlerin yanında, Amerikan Presbiteryen ve İngiliz Protestan kiliselerine bağlı eğitim kurumları da faaliyete geçti. Daha sonra birer üniversiteye dönüşecek olan bu misyoner okulları, bölgede yaşayan Müslim ve gayrimüslim gençlerin Batı kültürüyle tanışmalarını sağlıyordu. Orta Doğu ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde açılan bu okullar,  aynı zamanda milliyetçilik fikirlerinin de yayıldığı yerlerdi. Mesela Merzifon Amerikan Koleji Ermeni ve Pontus Rum milliyetçilerinin, İstanbul’daki Robert Koleji de başta Bulgarlar olmak üzere Balkan milliyetçilerinin yetiştirildiği eğitim kurumlarıydı. Osmanlı Hükümeti, 1850’li yıllarda İngilizlerin yoğun baskıları karşısında Ermeni Protestan kilisesini tanımak mecburiyetinde kaldı. Böylece Ermeni Gregoryen ve Ermeni Katolik kiliseleri yanında bir üçüncü kilise olarak Ermeni Protestan kilisesi de kurulmuş oldu.   

Batılı büyük güçler, sürekli olarak gayrimüslimlerin Müslümanlarla eşit olmadıklarını ileri sürüyorlardı.  Sultan İkinci Mahmud Han da, ‘Ben tebaamın Müslüman’ını camide, Hıristiyan’ını kilisede ve Musevi’sini de havrada tanırım, inançları ve ibâdetleri dışında aralarında bir fark yoktur.’ diyerek asıl eşitliğin kendi ülkesinde olduğunu söylediği halde baskılar devam etti. Bu baskılar sonucunda 3 Kasım 1839’da ilân edilen Tanzimat Fermanı’nda genel anlamda bir Müslim-gayrimüslim eşitliğinden söz ediliyordu. Müslümanlarla gayrimüslimler arasında fark gözeten şeriat hukuku bir tarafa bırakılarak ifâde edilen ve her dindeki kişileri eşit sayan bu ilke, İslâm geleneğinden en köklü ayrılışı temsil etmekteydi. Bu yüzden Müslüman ilkeleri ve gururu incindi. Şeriatın çiğnendiği, hatta terk edildiği ve Müslümanların sâhip olduğu hakların gayrimüslimlere bahşedilmesinin Kur’an hükümlerine aykırı olduğu ileri sürüldü.  Ayrıca Fermanda vadedilen Müslim-gayrimüslim eşitliğinin nasıl sağlanacağı konusunda belirsizlikler ortaya çıktıkça, Tanzîmât’ın tatbikinde kendilerini görevli addeden Batılı güçlerin baskı ve müdâhaleleri daha da arttı. 

Çetinoğlu: 1856 Islahat Fermanı gayrimüslimler açısından ne gibi yenilikler getirdi?

Prof. Küçük: 1856 Islahat Fermanı’yla Müslümanlarla gayrimüslimlerin eşitliği konusunda gayrimüslimlere bâzı yeni haklar tanıyordu. Buna göre, cizye vergisi kaldırılacak ve gayrimüslimler de askere alınacaklardı. Ayrıca gayrimüslim tebaa için hakaret ifâde eden nitelendirmeler kullanılmayacaktı. Mahkemelerde onların da şâhitlikleri kabul edilecek ve her şâhit kendi dinine göre yemin edecekti. Vilâyet ve belediye meclisleriyle Meclis-i Ahkâm-ı Adliye’ye ve kendi ruhanî meclislerine üye olabileceklerdi. Böylece gayrimüslimlerin zimmî statüde bulunmalarını eşitsizlik sayan batılıların baskılarıyla, şeriatın bir gereği olan zimmî hukuk sistemine artık son verilmiş oluyordu. 

Çetinoğlu: Hıristiyanlar tatmin oldular mı?

Prof. Küçük: Islahat Fermanı, Müslümanları memnun etmediği gibi gayrimüslimleri de sevindirmedi. Ruhban sınıfı, cemaatleri üzerinde eskiden beri sâhip oldukları yetkilerinin kısıtlanmasına karşı çıkıyordu. Gayrimüslim halk genelde verilen haklardan memnun olmakla birlikte askerlik hizmetinin kendilerine de teşmil edilmesinden rahatsızdı. En çok tepki gösterdikleri husus ise bütün tebaanın eşit sayılmasıydı. Bilhassa Rumlar, ‘devlet bizi Yahudilerle berâber etti, biz İslâm’ın üstünlüğüne razı idik’ diyerek itiraz ediyorlardı. 

Çetinoğlu: Büyük devletler nasıl karşıladılar?

Prof. Küçük: Islahat Fermanı’nın getirdiği hükümler, fermanın hazırlanışında büyük rol oynayan devletleri de tatmin etmedi. İngiliz elçisi Canning, verilen imtiyazları yeterli bulmuyor ve din hürriyetinin tam sağlanmadığını iddia ediyordu. Türklerin Müslüman olarak asla Avrupalı olamayacaklarına inanan bu elçinin anladığı din hürriyeti, Protestan misyonerlerinin tam bir serbestlik içinde diğer Hıristiyan mezheplerinden ve Müslümanlardan mümin çalma hürriyeti idi. En büyük engel de, İslâm’dan dönenlerin cezaya çarptırılmalarıydı. 

Sultan Abdülmecid, İngiliz elçisinin yoğun baskıları karşısında yeni bir ferman yayınlayarak, Müslümanlıktan çıkanların cezalandırılmayacaklarını ilân etti. Ayrıca patriklerin isteği üzerine çıkarilân ve gayrimüslimlerin mezhep değiştirmelerini yasaklayan kanunu da yürürlükten kaldırdı. Böylece Protestan misyonerleri, gayrimüslim cemaatlerle birlikte Müslümanlar arasında da serbestçe propaganda yapma imkânına kavuşmuş oldular. 

Çetinoğlu: Tam da bu sırada Kıbrıs meselesi gündeme getirildi…

Prof. Küçük: İngiltere Başbakanı Disraeli, Kıbrıs Adası ile İskenderun'un işgal edilmesini istiyordu. 

Kıbrıs Adası, Hindistan yolunun emniyeti açısından büyük stratejik öneme haizdi. İngiliz strateji uzmanları, Kıbrıs Adası’nın yerinde duran bir uçak gemisi olduğunu ve buraya hâkim olan devletin bütün Ortadoğu’yu ve Akdeniz havzasını kontrol edebileceğini savunuyorlardı. İngiltere Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu bu sıkışık durumdan yararlanarak Kıbrıs’a yerleşmek istiyordu. Salisbury, 25 Mayıs 1878’de Layard'a bir tâlimat göndererek,  İngiliz isteklerini padişaha anlatmasını ve bunların kabulü için her çâreye başvurmasını, hatta gerekirse tehdit etmesini ve en geç üç gün içinde padişah ile İngilizleri Kıbrıs'a çıkartacak bir ittifak andlaşması imzalamasını istedi. 

Çetinoğlu: İngiltere Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikasını artık terk mi ediyordu? 

Prof. Küçük: İngilizler, bu politikayı çoktan terk etmişlerdi. Türk düşmanlığıyla tanınan İngiliz Liberal Parti Lideri Gladiston, Rusya’nın Osmanlı tebaası gayrimüslimlerin bağımsızlıklarının tanınması politikasını destekliyordu. Hatta Türklerin Orta Asya’ya sürülmesini isteyecek kadar ileri gidiyordu. Bu yüzden Disraeli başkanlığındaki Muhafazakâr Parti hükümeti, Doksanüç savaşında kamuoyunun baskısından çekinerek Rusya’ya karşı Osmanlı devletinin yanında yer alamamıştı. İngiliz Hâriciye Nâzırı Salisbury, Osmanlılarla ittifak yapmasının İngiliz Liberal Parti'nin görüşüne ters düşeceğini ve Asya'daki Hıristiyanların muhtariyet çabalarına set çekeceğini, ama şu anda başka türlü davranmaya da imkân olmadığını söylüyordu. Çünkü Doğu Anadolu'da Osmanlı idâresi sona erdiği takdirde, buradaki Gayr-i Müslimler kendilerini bu defa Çarlık idâresi altında bulacaklar diyordu. Salisbury, Osmanlı Devleti ile ittifak andlaşmasının yapılabilmesi için, Osmanlı hükümetinin Asya'daki Hıristiyanların menfaatlerini koruyacak reformları yapmayı taahhüt etmesi gerektiğinin de kaçınılmaz olduğunu söylüyordu. Böylece hem Kıbrıs’ı ele geçirecek ve hem de bunu yaparken Ruslardan geri kalmamış olacak ve hatta Anadolu’da Ermeniler için ıslahat yapılması konusunda bir adım öne geçmiş olacaktı. 

Çetinoğlu: Kıbrıs Andlaşması nasıl imzalandı ve Ermeniler açısından ne getirdi?

Prof. Küçük: İngiliz elçisi Layard, Salisbury’den aldığı tâlimat gereğince büyük bir gizlilik içinde Padişahla görüştü. İngiltere’nin Osmanlı devletine yardım etmek istediğini, Asya vilâyetlerinin Rus tehdidi altında bulunduğunu ve Rusya’ya karşı bir savunma andlaşması yapmak istediklerini, bu savunmanın çabuk ve etkili olmasını sağlamak için Kıbrıs Adası’nın geçici olarak kendilerine verilmesini teklif etti. Padişah da bu konuyu Başvekil Sâdık Paşa ile müzâkere etmesini istedi. Elçi ile Sâdık Paşa konuyu müzâkere ederek bir ittifak metni hazırladılar. Buna göre;  Kars, Ardahan ve Batum’a yerleşen Rusya, Osmanlı Devleti’nin diğer Asya eyâletlerini de işgale kalkışacak olursa, İngiltere Osmanlı devletini silah kuvvetiyle korumayı taahhüt ediyordu. Osmanlı devleti de, ileride iki devlet arasında kararlaştırılacak esaslar dâhilinde Anadolu'da yaşayan Gayri Müslim tebaası için gerekli ıslahatı yapacağını İngiltere'ye vadediyordu. İngiltere’nin taahhütlerini yerine getirebilmesi için,  Padişah’ın İngilizlerin Kıbrıs Adası’na asker çıkarmalarına ve adayı yönetmelerine izin vermesi öngörülüyordu.

Sâdık Paşa, bu metni 26 Mayıs’ta Padişaha arz ederken iyi bir iş yaptığına inanıyordu. Bilhassa Anadolu’da ıslahat yapılması hususunun andlaşmada yer almış olmasını savunuyordu. Fakat Padişah savunma ittifakı denilen metnin devletin başına büyük gaileler açacak mâhiyette olduğunu hemen anladı. Devletin, muhayyel bir saldırıya ve muhayyel bir savunmaya karşılık büyük bir taahhüd altına sokulduğunu, böyle bir ittifak andlaşmasına gayrimüslimlerle ilgili ıslahat maddesinin konulmasının fevkalâde tehlikeli ve yanlış olduğunu, bunun Rumeli’den sonra Anadolu’nun da parçalanmasına yol açacağını ileri sürerek metni imzalamadı. Konunun devlet ricâli tarafından tartışılmasını istedi. Bütün devlet adamları ittifak metninin sakıncalarını dile getirerek karşı çıkarlarken, Sâdık Paşa işi oldu-bittiye getirerek 27 Mayıs’ta metni imzaladı. Ertesi günü de azledilerek yerine Rüştü Paşa atandı. 

Layard, her fırsatta eğer Kıbrıs Andlaşması imzalanmayacak olursa Berlin kongresinin toplanmayacağını ve toplansa bile İngiltere’nin Osmanlının hak ve çıkarlarını savunmayacağını söylüyordu. Halbuki İngiltere, Ayastefanos Andlaşması kendi çıkarlarına aykırı olduğu için Berlin Kongresi’nin toplanmasını ve yeni bir andlaşma yapılmasını istemişti. Bâbıâli andlaşmayı imzalasa da imzalamasa da kongre toplanacaktı. Fakat Layard’ın tehditleri karşısında telaşa kapilân yeni hükümet 4 Haziran 1878 târihinde metni imzaladı. Bir haftalık sadâretinin son gününde andlaşmayı imzalamak zorunda kalan Rüştü Paşa da azledilerek, yerine Hâriciye Nazırlığı da uhdesinde olduğu halde Safvet Paşa getirildi. 

İngilizlerin, Ruslarla da gizli pazarlık yürüttükleri ve Berlin Kongresine sunulmak üzere anlaşma sağladıkları maddeler üzerinde 30 Mayıs’ta Londra’da bir protokol imzaladıkları haberi, Globe dergisi tarafından 14 Haziran’da bütün dünyaya duyuruldu. İngilizler, Rusların Kıbrıs Andlaşması’nı öğrenmelerinden ve 13 Haziranda müzâkerelere başlayan Berlin Kongresi’nde 30 Mayıs Protokolü’ne uymamalarından korkuyorlardı. Salisbury,  İngilizleri adaya çıkartacak Padişah fermanının biran önce alınması için Layard’ı sıkıştırıyor ve o da Bâbıâli’ye baskı yapıyordu. 30 Mayıs Protokolü’nün muhtevasını henüz bilmeyen Padişah da, iki devletin Osmanlı Devleti’ni aralarında paylaşmalarından endişe ediyordu. Toplantı üzerine toplantılar yaparak zaman kazanmaya çalışıyordu. 

Layard, eğer Padişah, andlaşmayı onaylamaz ve İngiliz askerinin adaya çıkmasını sağlayacak fermanı vermez ise, Kıbrıs’ı silah zoruyla işgal edecekleri tehdidinde bulundu. Ayrıca İngiltere’nin Osmanlı devletini Rusya karşısında yalnız bırakacağını, Rus ilerlemesi karşısında İngiltere’nin de kendi çıkarlarını korumak için Osmanlı topraklarında gerekli gördüğü yerleri işgal edeceğini de bildirdi. Elçinin bu tehditleri karşısında hükümet andlaşmanın tasdikine ve fermanın verilmesine karar verdi. Ancak Padişah halâ direniyordu. Ek bir protokol yapılarak ıslahat konusuna ve İngiltere’nin adadaki durumuna açıklık getirilmesini istiyordu. Uzun müzâkerelerden sonra, İngiltere’nin adayı geçici olarak Padişah adına yöneteceğini, Rusya’nın Anadolu’dan çekilmesiyle birlikte İngiltere’nin de adadan çıkacağını açıklayan ek protokol 1 Temmuz’da imzalandı. Padişah da, 7 Temmuz’da İngilizleri adaya çıkaracak fermanı verdi.

Çetinoğlu: Klasik İngiliz taktiği… Gizli hedeflerinin ne olduğunu da lütfeder açıklar mısınız?

Prof. Küçük: Salisbury’ye Kıbrıs’ın anahtarı artık elimizde diye yazan Layard’ın sevinci kursağında kaldı. Çünkü İngilizlerin tehditleri karşısında paniğe kapılan hükümetin baskısıyla fermanı imzalayan Padişah andlaşmayı onaylamak istemiyordu. Ayastefanos Andlaşması’nda yapılacak değişikliklerin İngiltere için de zarûrî olduğunu biliyor ve bu değişikliklerin yalnız İngiliz çıkarlarına ait olmasını önlemek için Kıbrıs Andlaşması’nın tasdikini bir pazarlık konusu yapmak niyetindeydi. Bilhassa ıslahatla ilgili ifâdeleri muğlak buluyordu. İngiltere’nin ıslahat kisvesi altında devletin egemenlik haklarına aykırı davranışlarda bulunmasından çekiniyordu. Islahattan ne kastedildiğine dair icabında senet yerine geçebilecek yazılı bir açıklama istiyordu. Ayrıca İngiltere’den andlaşmadaki maddelerle, kendi hükümrânlık haklarına hiçbir zaman zarar gelmeyeceğine dair bir garanti senedinin imzalanmasını talep ediyordu. Padişah, bizzat Layard’a Sâdık Paşa’nın kendisinden habersiz olarak İngiltere ile anlaşmış olduğunu, ıslahat kisvesi altında kendi yetki ve hukukunun kısıtlanmasından endişe ettiğini söylüyordu. Layard da, Padişahın endişelerini gidermek için, İngiltere’nin yeni bir ıslahat istemediğini, sadece 1876 Anayasası ile ilân edilen ıslahatın tatbikini arzuladıklarını bildirmekteydi. 

Padişahın diretmesi üzerine, nihayet uzlaşma sağlandı. Padişah 15 Temmuz 1878’de andlaşma metninin üzerine kendi el yazısıyla ‘Hukuk-ı şâhâneme asla halel gelmemek şartıyla muahedenameyi tasdik ederim’ şeklinde bir ibâre yazarak andlaşmayı imzaladı. Padişahın isteği üzerine Layard da, Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs Adası üzerindeki egemenlik haklarına hiçbir şekilde zarar gelmeyeceğini bildiren bir belge imzalayıp verdi. Kıbrıs Andlaşması’na göre, Rusya Anadolu'dan bir saldırıya geçecek olursa İngiltere Osmanlı Devletine yardım edecekti. Buna mukabil Osmanlı Devleti de Anadolu'da Ermenilerin bulunduğu vilâyetlerde, şartları İngiltere ile kararlaştırılacak ıslahatı tatbik etmeyi taahhüt etmekteydi. İngiltere'nin muhayyel yardımına karşılık, Osmanlı Devleti'nin ıslahat yapmayı taahhüt etmiş olması, İngiltere'ye bilhassa Ermeni Milleti üzerinde üstün bir mevki kazandırmaktaydı. İngiltere'nin, ilk defa Ayastefanos Antlaşması’nda ortaya atilân Anadolu Islahatı konusunda, Ruslardan geri kalmak istemediği anlaşılmaktaydı.

Çetinoğlu: Hocam, teşekkür ederim. Kıbrıs adası’nın iade zamanı geldiğinde İngilizlerin sahneye koyduğu düzenbazlığı bir başka röportajdo ele alırız inşallah. 

Prof. Dr. CEVDET KÜÇÜK:

1946 yılında Manisa'nın Soma ilçesinde doğdu. İlk, orta ve yüksek tahsilini İstanbul'da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Târih Bölümü, Yakınçağ Târihi Kürsüsünden 1969'da mezun oldu.

1970 yılında aynı bölüme asistan olarak tâyin edildi. 1976'da ‘doktor’ unvanına hak kazandı. Goethe Enstitüsü'nce sağlanan burstan yararlanarak 1976 yılında Almanya'ya gitti. Üç aylık kurstan sonra bir ay süreyle Alman, 1981’de İngiliz kütüphane ve arşivlerinde ilmî araştırmalarda bulundu.

Yakınçağ ve Türkiye Cumhuriyeti Târihi Anabilim Dalındaki kadrosuna Yardımcı Doçent olarak tâyin edildi. 1983 yılında ‘Doçent’, unvanını aldı.

1989 yılında Kuveyt Üzerinde Osmanlı-İngiliz Nüfuz Mücadelesi 1896-1913 konulu tezle aynı Anabilim dalında Profesörlüğe yükseltildi. 

Osmanlı Çağdaşlaşması, Osmanlı Gayrimüslimleri, Ortadoğu ve Adalar konularında çeşitli araştırmaları bulunmaktadır. Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı 1878-1897, konulu araştırması, bu konuda yapılan ilk akademik çalışmadır. 1984 yılı Türkiye Millî Kültür Vakfı birincilik armağanına layık görülen bu araştırmada Ermeni meselesinin ortaya çıkışı belgelerle anlatılmaktadır.

Yaş haddi sebebiyle emekliye ayrilân Prof. Küçük, Türk Târih Kurumu aslî üyesidir.