İlahiyatçı Prof. Dr. NADİM MACİT ile YENİ MUHAFAZAKÂRLIK Hakkında Konuştuk.

 

Oğuz Çetinoğlu: Toplum hayatında değişmeyen tek şey, ‘değişim.’ Çağımızda değişimler hem kapsamlı hem de hızlı oluyor. Muhafazakârlığın yeni adı ‘çağdaş muhafazakârlık’ oldu. Nasıl yorumlamak gerekiyor? 

Prof. Dr. Nadim Macit: Siyâsî hayatın değişen içeriğini kavrayacaksak yeni insan ve iktidar tipine bakmamız gerekir. Çağdaş muhafazakârlık birçok sebeptenden dolayı başarılı olmuştur. ‘1970’ler boyunca sosyal demokrasinin düşüşü, muhafazakârların güçlü oldukları konularda karşı tezler üretme fırsatı oluştu. Vergi, kamu harcamaları, savunma ve sosyal değerler gibi konularda muhafazakârlar, geleneğe dayalı çekirdekleri olan orta sınıf ve burjuvayı harekete geçirerek başarılı bir ortaklık oluşturdular. Çalışan sınıfın ve hizmet sektörünün kayda değer desteğini alarak önemli bir güç olarak meydana çıktılar. Türkiye özelinde baktığımızda 1970’ler siyâsî kargaşanın yaşandığı bir dönemdir. 1980 darbesinin yaptığı siyâsî tasfiye ve ardından muhafazakâr bir partinin iktidar olması yeni düzenin temellerini ve uygulama yöntemini oluşturmuştur. 

Çetinoğlu: Yeni sistem hangi temeller üzerine oturtuluyor?

Prof. Macit: İdeolojik cepheleşme mantığı üzerine kurulan dünya sistemi 1990’da çökmüş, bunun yerine liberal-kapitalist sistemin rahminde beslenen muhafazakârlık geçmiştir. Muhafazakâr anlayışın liberal siyâsî doktrinle kesişen boyutu güncellenmiştir. Muhafazakâr anlayışın insan, târih ve devletin rolü konusunda liberal öğretiden ayrılmasına rağmen, ideolojilerin etkinliğini kaybetmesi ve 1990 sonrası dünyada dinin yükselişi yeni bir insan ve iktidar tipinin üretimini hızlandırmıştır. Bu duruma bağlı olarak liberal siyâsî doktrinin giderek muhafazakâr dile ve tutuma dönüşen yüzü; bütün dünyada ve ülkemizde öne çıkmaya başlamıştır. 

Çetinoğlu: Ortadoğu liberal siyâsî doktrine uyum sağlayabilir mi?

Prof. Macit: Liberal İslâm ve İslâmî liberalizm üzerine çözümleme yapan Harvard Üniversitesi’nde İşletme Yönetimi Profesörü B. Leonard ‘güçlü bir İslâmi liberalizm ortaya çıkmadığı müddetçe Orta Doğu’da siyâsî liberalizm çabalarının boşa çıkacağını’ ifâde etmektedir. 

Çetinoğlu: Türkiye için durum nedir? 

Prof. Macit: Aynı düşünceyi Türkiye merkezli olarak dile getiren, İslam ve Liberalizm ilişkisi üzerinde yaptığı araştırmalarla tanınan Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim üyesi Mustafa Erdoğan ise şu yorumu yapmaktadır: Liberal İslam üzerine yaptığımız tartışma sırf entellektüel tecessüsün, teorik bir ilginin ürünü değildir. Bu, aslında Türkiye’nin gerçek bir ihtiyacından kaynaklanan ciddî bir ilgidir. Çünkü liberal-demokratik sosyo-politik sistem içinde İslâm’ın yerinin ne olduğu meselesi, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir ülke olarak Türkiye için özellikle önemlidir.   

Belirtilen durum, liberal-kapitalist sistemin ardında duran ve kendisini bir tutum ve duruş olarak tanımlayan muhafazakârlığın zaten özünde varolan dinle yeni ve güçlü bir şekilde izdivaca girmesi yeni insan ve iktidar tipinin fikrî ve siyâsî zeminini oluşturmuştur. Eğer erken bir tahmin olarak görülmezse diyebiliriz ki ‘hizmet sektöründe çalışanların, yüksek nitelikli iş gücünün şehir kültürüyle ilişkili değerleri sahiplenerek yeni bir insan ve iktidar tipi ortaya çıkmıştır.’ 

Çetinoğlu: Yeni insan ve yeni iktidar’ hangi özelliklere sâhip olacak?

Prof. Macit: Bu insan ve iktidar tipinin benimsediği geleneğe dayalı değerleri, liberal kapitalist sisteme ekleyerek bir fikrî ve siyâsî bakış üretmiştir. Bağdaşmaz çelişkiler üzerine kurulan bu bakış açısı kaçınılmaz olarak tutarsız, istismarcı, dinî ve içtimaî değerleri çürütücü bir siyâsî pratiği ve hayat biçimini beraberinde getirmiştir. Ayrıca muhafazakâr düzen, kapitalist hiyerarşi ve tarım toplumuna ait otoriter değerleri tanımlayarak siyâsî dile eklediği için her türlü tahakküm biçimini servis etme karakterine sahiptir.

Çetinoğlu: Değişikliğin arka planına daha yakından bakabilir miyiz?

Prof. Macit: Yeni insan ve iktidar tipinin fikrî ve siyâsî arka-planını oluşturan husus; güçlü bir otorite ve ilahî içeriği olan evrensel içerikli organik bir sosyal düzendir. Dolayısıyla dini-kültürel geleneğin / tecrübenin içinde gelişen sosyal düzene ve eleştiriye karşı başından itibaren mesafeli tutum ve duruş söz konusudur. Akılcı ve bürokratik söylemi benimseyen düşünürlere göre babadan evlada yetki devri ile devam eden yönetim biçiminden bürokratik yönetim biçimine, (a) tanımlanmamış yargı alanlarından belirlenmiş yargı alanlarına, (b) gayr-i resmî hiyerarşiden resmî hiyerarşiye, (c) gayr-i resmî eğitim ve sınavdan resmî eğitim ve sınava, (d) yarı-zamanlı görevlilerden tam zamanlı görevlilere, (e) sözlü buyruklardan yazılı emirlere geçilmiştir. 

Çetinoğlu: Bu değişiklik hemen ve kolayca kabullenilir mi?

Prof. Macit: İki yönetim arasındaki farka vurgu yaparak târihî tecrübeyi ve dayandığı kurumları eleştiriye açık hale getiren bu açıklama biçimi muhafazakâr söylemde şüpheyle karşılanır. Kriz dönemini aşma ve toplumu yeniden inşa etme biçimini yansıttığı ileri sürülerek ilahî içeriğe atıf yapan gelenekle-modern bilincin karmaşasından oluşan yeni sistem çağın geçerli bakış açısı olarak sunulmaktadır. Muhafazakâr siyâsî söylemin ve iktidarların arkasına takılan ve her gün bir şekilde dinden ve gelenekten bahseden liberallerin durumunu bundan başka ne açıklayabilir?

Çetinoğlu: Meseleyi biraz daha açmanız mümkün mü?

Prof. Macit: 1990 sonrası dünyada kendini gösteren muhafazakâr-din izdivacından neşet eden sosyo-politik söylemin tezahür biçimi klasik siyâsî anlayışı yansıtan unsurlar içermektedir. Karizmatik yönetim biçimi olarak adlandırdığımız yeni siyâsî düzenin zihnî ve amelî tutumunu şu esaslar oluşturmaktadır: (a) Tanımlanmış yargı geçerliliğini hukukî kurallardan değil, değer yargılarını benimsediğini söyleyen kesimin politik söylemine uygunluktan alır. (b) Resmî olmayan karizmatik önderlerin resmiyet kazanarak devlet içinde devlet olmasının önü açılır. (c) Eğitim ve sınav devletin tarafsızlığından ve fırsat eşitliğinden çıkarak karizmatik önderlerin üstünlüğünü ve etkinliğini sağlamanın aracı olarak işlev görür. (d) Bürokrat / memur resmî kurumun esaslarından daha çok karizmatik önderlerin taleplerini tam zamanlı olarak yerine getirmekle görevlidirler. (e) Allah inancı bir ahlâki tutuma değil, keyfiliğe açık olduğu için içeriksiz, ancak verimliğe dönük bir inanç haline getirilerek her alanda din, verimliliğe ve işlevselliğe araç yapılır.  

Çetinoğlu: Allah inancı keyfîliğe nasıl açık olabilir ki?

Prof. Macit: Allah inancını keyfiliğe açık hale getirme dini yorumlama modellerinde kültürel olarak vardır. Böyle bir keyfilik bakışını çıkar üzerine odaklamış bir algıda, yâni liberal-kapitalist söylem-din izdivacında karşılığını kolayca bulur. Sözgelimi ‘Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini sapıklıkta bırakır’ Veya ‘Allah kâfir toplumu hidayete erdirmez’ şeklindeki ifâdeleri tek taraflı bir belirleme gören teolojik ve mistik anlayışlar keyfiliğe son derece açıktırlar. Oysa Ebu Mansûr Mâturîdî söz konusu ifâdeleri şöyle yorumlar: ‘Birey veya bir toplum, küfrü ihtiyar ettiklerinde, yâni niyete ve karara dayalı olarak tercih ettiklerinde hidayete erdirmez. Bir insan veya toplum niyet ve karara bağlı olarak imanı tercih ettiklerinde Allah onları hidayete ulaştırır.’ Bu yorum, Allah’ın iradesinde ve kudretinde keyfiliğin olmadığını gösterir. İnsanın özgürlüğünü ve sorumluluğunu temellendirmenin başka bir yolu yoktur.

Çetinoğlu: Bu sistem her topluma uyarlanabilir mi, yalnızca bize has bir sistem mi?

Prof. Macit: Liberal kapitalist sistemin içinde beslenen muhafazakârlığın dinle izdivacından ortaya çıkan bu durumun görüntüleri ülkelere göre farklılık arz etmektedir. 

Çetinoğlu: Nasıl bir farklılık?

Prof. Macit: Bu farklılık, bir mahiyet farkı değil, derece farkıdır. Belirtilen izdivaçtan mütevellit söylem; halkın somut algısına hitap ederek din yoluyla toplumu / toplumları kontrol etmek şeklinde özetlenebilir.  Soğuk Savaş döneminin ardından daha açık bir şekilde vurgulanan din-siyaset merkezli görüşlerin küresel siyâsî otorite tarafından seslendirilmesi bir tesadüfün eseri değildir. ABD’nin ideologları ülkelerinin İncil’deki seçkin millet olduğunu ve dünyaya iyiyi kabul ettirecek imana muktedir olduklarını sıkça beyan etmektedirler. Nitekim Beyaz Saray tarafından 20 Eylül 2002’de yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi başlıklı resmî belgede Bush, söz konusu ilahî seçilmişliğin güncel tarifini şöyle yapmıştır: ‘İnsanlık bu gün düşmanlarını da özgür kılacak zaferi sağlayacak olan fırsatı avucunun içinde tutmaktadır. ABD kendisine bahşedilen bu önemli görevi yerine getirme sorumluluğundan gurur duymaktadır. İnsanlık onurunu, vicdan ve ibadet özgürlüğünü daha ileri götürmeye kararlıyız.’

Çetinoğlu: Toplum mühendisliği… Hedef yalnız kendi toplumu mu?

Prof. Macit: Bush yüce bir dâvadan ve bunu gerçekleştirmekten bahsetmektedir.  Hıristiyanlıktaki insanlığın nihai kaderi veya dünya târihini neticelendiren olaylar gibi unsurları küresel güç mücadelesinin parçası yapan muhafazakâr politikaların hem sosyal hem de kurumlarla alakalı düzlemde bu kadar yaygınlaşması 1990 sonrası dünyanın yönünü belirleyen en somut göstergedir. 

Hıristiyanlık akidesinde Mesih’in ideal bir dünyada yeryüzüne geleceğine, Hıristiyanlara mahsus dünyayı değiştirecek bir ilahî varlığın doğduğu veya doğacağına inanan gruplarla, Mesih’in yeryüzüne döndükten sonra bin yıllık bir hükümranlığının süreceğine inanan milenyumcu bazı grupların oluşturduğu sapkın mezhepler, yeryüzü cennetinin yaklaşmakta olduğunu ve bu cennete girmek için başvurulan her vasıtanın iyi olduğunu bildirmektedirler.  Başkan Carter’den bu yana Hıristiyanlığa dâvet çalışmalarının  etkisi altına giren yöneticiler ve ekipleri bu inancı paylaşmakta, kehanet ve şifrelerin işaretiyle geleceği inşa etmek istediklerini açıkça ilan etmektedirler.  Önleyici savaş modeli üzerinden devam ettirilen bu politika Irak’ın işgali ile birlikte dünyada tepkiye sebep olunca Başkan Barack Obama, önleyici savaş çerçevesinde yapılan müdahalelerle oluşan tepkiyi düşürmek, ancak dönüşümü sağlamak için değerler diplomasisi modelini uygulamaya koymuştur. Belirtilen amaca bağlı olarak iletişim ağları yoluyla sivil güç oluşturma ve dini-kültürel unsurları ve sembolleri kullanma politikası hızla devam ettirilmektedir. Tunus’ta başlayan ve Suriye’ye kadar uzanan, ‘sivil isyanın’ unsurları ve parçaları, sadece yeni insan ve iktidar tipini anlatmıyor, aynı zamanda muhafazakâr düzenin yapısı hakkında önemli veriler sunuyor.

Çetinoğlu: Bu verilere dindar kesimin tavrı ne oluyor?

Prof. Macit: Modern dünya sisteminin küresel ideolojisi liberalizmin arkasında varlığını devam ettiren muhafazakârlık, dînî ve mistik algıya bürünerek 1990 sonrası dünyada sosyo-politik bir ikame aracı olarak işlev görmektedir. Aynı anda hem yerel hem de küresel düzeylerde hareket etmek suretiyle yeni bir târihî sistemin üretilmesini sağlamaktadır. Muhafazakâr sosyo-politik dilin geniş kitlelerin ihtiyaçlarına yeterli cevap verdiği algısının üretilmesi ve kabul görmesi, bir taraftan çağdaş muhafazakârların liberal demokrat eğilimleri bünyelerine taşımalarına, gündemi kendilerine uygun bir alana taşımalarına, diğer taraftan geleneğe dayalı değerleri benimseyen dindar kesimi dönüştürmeye, hatta iktidarın dönüştürücü özelliği sayesinde muhalifleri yanlarına almalarına ortam sağlamıştır. Muhaliflerin kekeme bir dille yeni iktidarın diline ve pratiğine uygun açıklama yapmaları, hatta hiçbir alakası olmadığı halde iktidarın benimsediği ve önemsediği kişiler hakkında kitap ve makale yazma faaliyeti, iktidarın özel önem atfettiği ortamlarda görüntü verme çabası yeni iktidar tipinin ve ürettiği düzenin ne olduğunu yeterince anlatmaktadır.

Çetinoğlu: Hayli karmaşık bir sistem. ‘Algılama’ denilen beyin yıkama, düşünceyi şekillendirme metodu kullanılmadan sistemin taraftar bulması hayli zor. Türkiye söz konusu olduğunda faklı taktikler kullanılıyor olmalılar… 

Prof. Macit: Dinî değerlerin yararcı etkinliğini öne çıkaran yeni iktidar tipleri dinî siyâsî yönlendirmenin ve toplumu kontrol etmenin bir aracı olarak kullanmaktadırlar. Bu gelişmenin ülkemize yansıyan somut göstergeleri ise Yeni Osmancılık / Hilafet modeli / Başkanlık Sistemi gibi gelenekten beslenen sistemler şeklinde açığa çıkmaktadır. Modern siyâsî benliği ifâde eden değişime ve ilerlemeye karşı bir söylemle teşekkül eden muhafazakâr siyâsî bakışın sürekli değişimden bahsetmesi, değişim ruhundan bahsedenlerin ise mevcut durumu korumaya çalışması târihi olarak yeni bir duruma işaret etmektedir.  

Çetinoğlu: Toplumu yönlendirmede karşılaşılan zorluk nasıl aşılıyor?

Prof. Macit: Klasik dilin karizmatik önderler ürettiği ve siyâsî örgütlenmeyi bu yönde biçimlendirdiği bilinmektedir. Yöneten ve yönetilen arasındaki ilişki karizmatik liderin buyruklarına dayanıp, etkinlik alanını siyâsî otorite olmanın dışına taşıdığında başkalarının davranış ve tutumlarına yönelik baskının veya baskıcı bir sistem türünün dayatılması kaçınılmaz olur. 

Çetinoğlu: Algılama daha doğrusu beyin yıkama, düşünceyi yönlendirme metotlarına rağmen işin nereye gideceği, belirtilerden anlaşılamaz mı?  

Prof. Macit: Böyle bir sistemin ilk belirtisi; iktidarı tekeli altına alan siyasetin başkasının iktidar olma hakkını ortadan kaldırmaya yönelmesidir. Muhaliflerini yutmanın araçlarını ve dilini kullanmasıdır. Böyle bir siyâsî zeminde hukuk, yalnız buyurma ve buyrukları uygulama yetkisi olan kişilerin söyledikleri bir irade açıklaması olarak görülür. Bunun dışında kalan her görüş ve söylem iradeye karşı bir tutum ve meydan okuma olarak tanımlanır. Toplumun değer algısını siyâsî öteki oluşturmak ve etkinliğini bitirmek için kullanılan araçlar belirtilen yetki anlayışının bir uzantısıdır. 

Çetinoğlu: Ârif olanlar için yeterli ölçüde açık. Hocam teşekkür ederim. Söylediklerinizin, Müslümansız bir dünya hayal eden Hıristiyan batı dünyasına karşı uyanışımıza vesile olmasını dilerim.


Prof. Dr. NADİM MACİT:

12 Kasım 1958 tarihinde Erzurum’un Oltu ilçesinde dünyaya geldi.

1978’de Erzurum İmam-Hatip Lisesi’nden, 1983-1984’de Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakülte’sinden mezun oldu. Bir süre Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundu. Gerek idarî gerekse kültürel alanlarda göstermiş olduğu etkinliklerden dolayı ödüllendirildi. Yüksek lisans ve doktorasını Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladı. 1992-1993’te Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı’na yardımcı doçent olarak tâyin edildi. Felsefe ve Din Bilimleri, Temel İslam Bilimleri Bölüm başkanlığı görevlerini yürüttü. 1995’te doçent oldu. İki yıl doçent olarak görev yaptıktan sonra 1997’de Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakülte’sine geçiş yaptı. 1998–1999 Eğitim ve Öğretim yılında dekan yardımcılığı ve 1998-2002 yılları arasında Temel İslam Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevlerinde bulundu. Çeşitli ilmi dergilerde birçok makale yayımladı. Millî ve milletlerarası çeşitli akademik faaliyetlerde bulundu. 2001’de profesör oldu. 2002’de aynı fakültenin dekanlığına tâyin edildi. 2003–2004 yılında YÖK İlahiyat Danışma Komisyon üyeliği yaptı. Kur’ân’da Şirk Kavramı, Kur’ân’ın İnsan-Biçimci Dili, Ehl-i Sünnet Ekolü’nün İlk Öncüleri ve Görüşleri, Din-Siyaset İlişkisinin Teolojik Yorumu, Eylem-Değişim İlişkisinin Teolojik Yorumu adlı beş telif ve Fahruddin er-Razi’den yaptığı Meâlimü Usûli’d-Din: İslam İnancının Ana Konuları adlı çeviriyi, Kelam İlmi’nin tarihi, yöntemi ve konuları ile ilgili birçok makale yayımladı ve tebliğ sundu. Küresel Hegemonya, Türkiye ve İslâm, Teolojik Dilin İmkânı ve Farklı Dünyalar, Kelam İlminin Yeniden Yapılandırılması, Post-Modern Teoloji konuları üzerinde çalıştı. Son iki yıl içinde yayımladığı makalelerin bazıları şöyledir: *Cumhuriyet Döneminde Kelam İlmi ve Yöntem Meselesi, *Dini Bilginin Kuramsal Yapısı ve Öğretimi, *Türkiye’de Politik Zihniyetin Ayrışma Hatları ve İslâm, *Küresel Sarkacın Salınım Açısı: Ilımlı İslâm, Misyonerlik ve Terör, *Sivil Toplum Düşüncesi Bağlamında Dini, Etnik ve Ezoterik Cemaatler, *Kilise, Politik Misyonerlik ve Şark, *Dini-Politik Diplomasinin Küresel Yüzü: Hoşgörü ve Diyalog, *Küresel Emperyalizm ve Dinler Arası Diyalog, *Post-Modern Politik Söylemin Dini Görüntüleri.

Halen Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsünde görev yapmakta olan Prof. Dr. Nadim Macit evli ve üç çocuk babasıdır.