Zaman su gibi akıp gidiyor. Her gün yeni bir durumla karşılaştığında "Yoksa ben başka bir gezegene mi geldim?" diye apışıp kalıyorsun!
   Yıllardır iş dünyasının da içindeyiz. Devletin her kurumu ile haşır-neşir olduk. Saatlerce kuyruklarda bekledik. Tabi bu hastanelerde, bankalarda ve büyük işletmelerde de oluyor ve sıra yüzünden insanlar birbirine dalıyordu. Hele telefon bağlantısı bir alemdi!. Özellikle şehirlerarası bağlantı santral aracılığı ile olurdu. Hiç unutmam yazları Kumburgaz çok kalabalık olduğundan postane nefes alamazdı. Sabahtan bir İstanbul bağlantımız vardı. Ben İstanbul'a varıp işimi gördüm ve döndüm. Akşam yemekteyken bizim telefon çaldı. “İstanbul görüşmeniz hazır” diye..
   Biz böyle günlerden geçtik. Tüm sıkıntılara rağmen o günleri yad ediyorum. Bir vapurla bile karşıdan karşıya geçerken, İstanbul'un seyrine doyum olmuyordu. Şimdi Üsküdar'dan Sirkeci’ye suyun altından 3 dakikada geçiyorsun. Ne güzel değil mi? Fakat bir eksiklik var: O güzellikleri göremeden bir solucan gibi "pat" diye öte taraftan çıkıveriyorsun. Yeniliğe kesinlikle karşı değilim. Şehir yaşamının, uygarlığın bir gereğidir. Çok da geç kalınmış bir durumdur!
Metro da Avrupa'ya göre çok gerilerdeyiz.
Mesela, Berlin metrosuna göre 1-1.5 asır gerideyiz.
   İnsanlara hizmet veren birimlere gittiğinde sıra numarası alıyorsun, hiç bir patırtı gürültü olmuyor. Ne güzel! AB kriterlerinin yaşantımıza kattığı bu yenilikler bile uygar bir yaşamın  ne denli bir ayrıcalık olduğunu gözler önüne sermekte. Avrupaya dahil olmamız bence şart. Yoksa biz kendi  kendimize adam olmayız. Çok kırılgan bir yapımız var. Bu eksenden sapmaya doğru bir meyil var şu an!. Ben şahsen bu güzelim ülkenin bir ortadoğu ülkesi gibi yönetilmesini asla istemiyorum. Bak yukarıda yeniliklerden bahsediyoruz. Bunlar ne ile olur? Okumayla, bilimle, fenle, ezberci değil akılcı eğitimle olur.
   Banka hizmetlerinde büyük hızla bir ilerleme var ki bazı uygulamalar biraz tuhaf. Hizmetin bedeli de bir hayli ağır oluyor.
Dün kızım acilen para istedi. 50 lira yeterliymiş. Özel bir bankanın Maltepe şubesinde hesabı vardı. Gittim oraya.  Boş bir ATM'ye şu parayı karşıya uçuruver bakalım dedik. O da bana 5 liranı alırım dedi. Kızın hesabı nasılsa bu şubede bende içerden yatırayım boşuna niye para vereyim dedim. Numara aldım. Sıra gelince görevli memur kızıma dışarıda yaşadıklarımı anlattım.
Biz emeklilere 5 lira az para değil. Görevli kızımız mahçup vaziyette "Amca bu parayı bana yatırdığın takdir de senden 37 lira masraf alırım"dedi. Aha 50 lira oldumu sana 87 lira. Kızımıza eskiden böyle bir şey olmadığını hesaba direkt para yatırıldığını, efendim bunun bir havale olmadığını söylesem de hiç bir şey değişmedi. Ben yine küs küs ATM ye sarıldım. Ha o da “5 lira koyma” diyor. 60 lirayı koydum makineye, işlemden sonra bana beş adet demir bir liralık döktü önüme...
   Zor işler bu işler. Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi her şey paraya bakıyor. Al gülüm ver gülüm. Şimdi bazı kolaylıklar getirilmiş, yeterki satış olsun. Kredi kartından gayrı AVM'ler de en az 10 taksit yapıyor. Günü geldiğinde parayı ödüyorsun karşılığında makbuz alıyorsun. Yine tuhafıma giden bir şey var. O da şu: ATM de herhangi bir işlem yapıyorsun, ne bileyim mesela para yatırıyorsun. Daha işlemi yapmadan sorduğu soruya bakın "Bilgi fişi istiyor musun." Parayı alıyorsan fişi de vermek zorundasın. Öyle değil mi? Para alırken sana 7 ceddini ve hatta annenin kızlık soyadını dahi sorar!.....
   Her yenilik mutlak güzeldir. Ama ne yazık ki biz insanlar, yeni gelen birine bile tuhaf tuhaf bakarız.