Bugün 4 Ağustos 2015 ve günlerden Salı. Saat 11.00'de Hürriyet Gazetesinde çalışan okuldan arkadaşım Mustafa Kınalı aradı. "Hayırdır." dedim. "Alaeddin Asna öldü" dedi.
Zaman Tünelinde 35-40 yıl gerilere gitmeme vesile olan bu kötü haber beni oldukça sarstı. Daha bundan birkaç gün öncesi aklıma geldiğinde "acaba yaşıyor mu, ne yapıyor?" diye hayıflandım durdum! Arayıp-sorma cesaretini kendimde bulamadım! Vefasızlığın bu kadarı da biraz fazla idi! Mahcup duygularla kendime bir hayli kızmıştım o an. Ama nasıl olacaktı ki? Ben askerden geldikten sonra o camiadan kopup babamın yörüngesinde fırıncılık mesleğine soyunmuştum. Evlilik falan derken tabiri caiz ise arada kaybolduk gittik! Gerçekten o hak etmediğim monoton yaşantıma yanıp tutuşmaktayım....
Vatan Gazetesinde çalışırken henüz daha öğrenciydim İİTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulunda(M.Ü). Patronumuz Esin Nakliyatın sahibi Numan Esin, Şefimiz ise Can Ataklı idi. Gazetede çalışırken aldığım ilk maaşımdan ayakkabı aldığımda ağlamıştım. Çünkü ilk defa para kazanmıştım! Babam tabi yine fırıncılık işi ile meşgul, harçlıkta sorun yoktu.Para kazanmanın zorluğundan ziyade kendine olan güveninin artması önemli olan burada. Anarşik olayların hakim olduğu o ortam bayağı risk de barındırıyordu bünyesinde. Rahmetli Savaş Ay foto muhabiri idi ve dayak yemediği gün yoktu hemen hemen. Ülkücüler ikide bir gazeteyi basarlardı. Bizi eve kadar arabalarla bırakırlardı! Zaten babam çalışmama karşıydı. Derken 3-4 ay sonra baba zoruyla oraları terk ettik.
Etmesine ettik ama Alaeddin Hoca bir türlü yakamı bırakmadı. "Hocam, Allah Aşkına koca okulda talebe mi kalmadı? Düş yakamdan." Rahmetli "sen bir Şahin'sin bu okulda teksin" derdi. Bir gün yine arabaya attı beni, gidiyoruz. Direksiyona geçtimi yaz kış fark etmez mutlaka o özel delikli eldiveni ellerine geçirirdi. Yanılmıyorsam Nişantaşı veya oralarda bir yerde İmar Bankasının Genel Müdürlüğüne daldık. Genel müdür candan ve babacan bir adamdı. Hoca beni tanıştırdı ve "İşte size geleceğin Halkla İlişkiler Müdürü" diye lanse etti. Şaşkınlıkla onları izliyordum. Ben hocanın denetiminde şubelerde bazı notlar alıp bunu rapora dönüştüreceğiz. Müdürde bunu kendi kurulundan geçirip, benim altımda alt kadroyu oluşturup bankanın Halkla İlişkilerini vücuda getirecektik. Bankanın Karaköy-Osmanbey-Kadıköy-Bakırköy şubeleri vardı sadece, yeniydi.
Ben Osmanbey şubesinden başladım. Banka çalışanları ve müşteri ilişkileriyle ilgili müspet-menfi kısa notlarımı alıyordum. Hem çalışan personel hemde müşterilerle gerekli konuşmalarda da bulunuyordum. Bakırköy Şubesi bir alemdi! Orada 1. ve 2. kalem çalışan bayan memurlar benden pek hoşnut kalmadılar. Mesai bitiminde her akşam değişik arabalarla gidiyorlardı. Adeta banka onlarındı sanki. Benim not almalarımdan kıllanan bu personellerle sonunda papaz olduk! Ben hocaya isyan bayrağını çektim. Genel Müdürlükte beni ikna edemediler. Ayrıldım. Keza bankada bildiğiniz gibi battı gitti. En azından sebebi ben olmadım. 
Tam "oh be dünya varmış" dediğim bir kaç günden sonra hoca yine beni buldu. Nereye? İTÜ Taşkışla Rektörlük binasına. Rektörlüğe bağlı Dış İlişkiler Müdürlüğü kurulmuş, başına da kütüphane müdürünü getirmişler. Hocadan yardım istemişler o da beni salık vermiş. İyi bir kadro da verdiler. Askere gidene kadar orada unutamayacağım anılarla dolu dolu günler geçirdim. Tüm öğretim kadrolarından tutunda basın dünyasına hatta Harbiye Radyo evine kadar tam benlik aktif faaliyetler içerisinde koşuşturup duruyorum. Günlerin nasıl geçtiğini bilmiyordum!
Ha sonra hoca ne yaptı biliyor musunuz! Kadromuz bir hayli genişlemişti. Hep vermeye alışmış olan bu asil insan, benimde çok beğendiğim mesai arkadaşımı benden alıp onunla izdivaç yaptı. Olsun. Hocama yakıştı da.....
Sevgili hocam ölüm haberini alır almaz yazıya döşendim. Cenazen ne zaman ve nereden kalkacak henüz haberini alamadık. Nurlar içinde bulun güzel insan. Ruhun şad olsun. Aramadığım için beni affet n'olur.