Bütün toplumun, tek bir nokta da hem fikir olması mıdır? Öyle değil mutlaka ama bizi buna mı zorluyorlar! 
Huy, mizaç, sıfat ve davranış biçimleri bile çoğu kez farklılık göstermez mi aynı ana-babadan olan kardeşler arasında? Mutlaka! Bunu daha geniş anlamda ele alırsak toplumda düşünsel farklılığın olması da gayet doğaldır. Herkesin dünya görüşü ayrı ayrıdır. Argo tabiri ile ne deriz çok kere: "renkler ve zevkler tartışılmaz." 
Şurası bir gerçektir ki, biz insanları diğer canlılardan ayıran en önemli özellik sosyal birer birey olmasıdır. Bunun salt en temel etkeninde de düşünce yatar. Zaten düşüncenin olmadığı yerde sosyalleşme diye bir şey olmaz. İnsan toplum içinde yaşar, toplumu etkiler ve ondan etkilenir aynı zamanda. Henry Fielding'in dediği gibi: "Bir toplum içinde; geçmişin kalıntıları, geleceğin filizleri ve güncelin egemenliği birlikte yaşar." Böylece kültür dediğimiz olgu oluşur. Bu bizi saran, insanlardan öğrendiğimiz toplumsal mirastır aynı zamanda. Kültür, insanların birbirine bıraktığı eserler gibidir ve bunu insanlar birbirine aktararak iletir. Bir yerde kültür, birey ve toplumların aynasıdır. 
Ben şimdi bu aynaya bakıyorum da kendi insanımın başkalaşım içinde olduğunu görüyorum! O eski milli mücadelede ki ahengi, rengi ve gücü göremiyorum! Bu bir ön yargı değil. Bir iki çok büyük toplumsal olayda gördüklerim beni bu düşünceye sevk etti. İnsanlarımızın aşırı bencilliği, toplum paylaşımındaki kollektif düşünceyi süpürdü adeta. 
1974 Kıbrıs Barış Harekatı bildiğiniz gibi yaza denk gelmişti. Ben de Kumburgaz da kendi fırınımızda arabayla servise çıkıyordum. İnanır mısınız savaş patladıktan sonra o korkusuz, cengaver ve de paylaşımcı insanlarımız gerçek yüzlerini ortaya seriverdi. Ekmek kuyruğu bir tarafa bakkallarda pirinç, makarna gibi temel gıda maddeleri birden bire kapış yok oldu ve raflar boşaldı. Dahası Trakya’dan yunanlı gelir diye köylerine göç eden bile oldu. Karaborsacılık aldı başını gitti. Yakıt almak için bile kuyruğa giriliyordu. Tabi biz amme hizmeti yaptığımızdan kafadan pompaya yanaşıyorduk. 
Gelelim 1999 depremine! İnsanlar dışarıda. Manzara hiç iç açıcı değil! Erenköy'deki fırından tezgahtar telefonda "abi nolur çabuk gel burada izdiham var. Ekmek yetiştiremiyoruz. Bak düşünün bir kere, kültür seviyesi yüksek bir yerden bahsediyorum. İnsanlar hayatta kalmanın sevincini bir tarafa bırakmış, ekmek derdine düşmüş! Bire bir yaşadığım bu iki olayda insanların tarifi imkansız bencilliği gelecek için beni bir hayli kaygılandırdı... 
12-13 yıldır bu ülkeyi yönetenler, yakın geçmişte biz kuzu insanları 7 Haziran genel seçimine götürdüler! Çünkü bunların her sıkıştıkları anda o yere göğe sığdıramadıkları meşhur "milli irade" tecelli edecekti. Adına demokrasi dediğimiz hiç de adil olmayan bir rezil propagandalardan sonra sandığa gittik. Sonuç olarak %60'lık bir muhalefet ile bunların iktidarlığı son buldu. Ne yazıktır ki ne yeni meclis tam oluşabildi ne de yeni hükümet kurulabildi! Değişik ve karmaşık olaylarla tekrar insanlar ölmeye, bunun yanı sıra bu sayılmaz bir daha seçim olsun dayatmaları. Hani milli iradeye saygı? Kazanırken iyiydi de şimdi kötümü oldu? Demek bu toplum buna layık! 
Devletin çivisi çıkmış, şehitlerin ve insan hayatın çok tehlikeli bir hal aldığı şu zamanda sık sık yapılan kamuoyu araştırmalarında ibre bunlardan yana döndüğü vakit her şey düzelecek ve bu kuzu millet tekrar sandığa gidip "Aman biz ettik sen eyleme, gel sen bizi yine bildiğin gibi yönet." oylarını kullanacaklar. 
Bundan 2200 yıl önce Konfüçyüs şunu söylemişti: "Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri varsa, o yerde güneş batıyor demektir."